AİHM ilk siftahı Türkiye’yle yaptı

ANF-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gözaltında işkenceden Türkiye’yi mahkum etti. Ankara davalılara 12 bin euro maddi tazminat ödeyecek.

Yunus Atalay, Hadiye Dur ve Mahfuz Türkan’ın açtığı davayı karara bağlayan AİHM, Tavrupa insan haklari mahk_1ürkiye'nin kötü muamele ve işkencenin yasaklanmasıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesini ihlal ettiği görüşüne vardı. Türkiye, karar gereği mahkeme masrafları dışında Atalay'a 10 bin, Dur'a 7 bin ve Türkan'a 5 bin euro ödeyecek.

ATALAY'IN BAŞINA GELENLER
24 Ağustos 1995 günü bir grup polis, Beyoğlu’ndaki büfesinin yanında bulunan iki dükkanın duvarına yazılı olan ‘DHKC’ yazısının silmesini ister. Atalay, “yazının kendi duvarında olmadığını, bu yazıyla hiçbir ilgisi bulunmadığını, dolayısıyla silmekle de yükümlü olmadığını” söyler. Atalay, polislerden yazının bulunduğu dükkanın sahibiyle konuşmalarını isteyerek, ‘’Dükkan sahipleri silsin, üstelik emniyet ya da belediye yetkilileri de bu yazıyı silebilir” dedi.
Atalay’ın sözleri, polislerin saldırısına uğraması için yeterli olur. “Sen bizim istediğimizi nasıl yapmassın” diyerek Atalay’a saldıran polislere, o sırada olay yerinden geçen ekip otosundan inen polisler de katılır. Atalay’ı zorla polis otosuna bindirilir. Dayak faslı arabanın içinde de devam eder. Kulaksız Karakolu’na gelindiğinde, polisler kendilerinin yazdıkları ifade tutanağını zorla imzalattırmak ister. Bunun için Atalay, falakaya yatırılır, kaba dayağa maruz kalır. Atalay, yediği dayak için gözaltından çıkınca 10 günlük iş göremez raporu aldı..
POLİS DÖVDÜĞÜYLE KALMAYIP DAVA BİLE AÇTI
Atalay’ı öldüresiye döven polisler, attıkları sopayla kalmaz, bir de “polise mukavemet” ettiği iddiasıyla hakkında dava açar. Dava sürecinde polis Atalay’ın gözaltına alınma işlemi sırasında otonun kapısına ve otonun içinde kafasını sağa sola çarptığını iddia eder. Bu ifadeler üzerine polisler mağdur duruma düşmüştür. Beyoğlu Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, Atalay’ın TCK’nın 258/1 maddesi gereği cezalandırılmasına, fakat polislerin memuriyet hududunu aşarak keyfi hareketleriyle suça neden olduklarından cezanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.
Atalay’ın avukatı Şeref Turgut da, polisler hakkında suç duyurusunda bulunur. Atalay’ın aldığı on günlük iş göremez raporu bulunduğuna dikkat çeken Turgut, Beyoğlu Ekipler Amirliği’nde Komiser Müslüm Ayan ve aynı yerdeki polis Mehmet Aksaç ve Müjdat Pamuk’un “efrada suimuamele, işkence, müessir” fiil suçlarından cezalandırılmalarını ister. Polisler hakkında açılan davada, önce polislerin başka birimlere ya da başka illere atandıkları ortaya çıkar. Uzun bir süre duruşmalara gelmeyen polisler, mahkemeye geldiklerinde de çelişkili ifadeler verirler. Müslüm Ayan, bu sefer de, Atalay’ın kendisine büyük kaldırım taşıyla vurduğunu iddia etti. Aradan beş yıl geçtikten sonra 2000 yılında sonuçlanan davada, polislerin TCK’nın 245. maddesine göre üç hapis ve üç ay meslekten men edilmelerine karar verildi. Daha sonra ceza, 2 ay 7 gün hapise indirildi. Bu da yetmedi; “sanıkların geçmişteki durumu suç işleme konusundaki eğilimi nazara alınarak” cezalar ertelendi. Bunun üzerine Atalay AİHM’e başvurur.

Dünya siyasi literatüründe 70 arkadaşının öldürüldüğünü söyleyen tek lider

orhan miroglu Devlet inat ederse / Orhan Miroğlu- Taraf

Devletin inadı hiç bir şeye benzemez.

Devlet inat ederse, Kürtlerin tam da her iki halkın çapraz ateş altında olduğu yıllardan başlayarak, 1991’den bu yana kurduğu bütün partiler peş peşe kapatılır.

Devlet inat ederse, bu partiler, TBMM’ye girmek için, sabırla 16 yıl beklerler.

Devlet inat ederse, 16 yıl bekledikten sonra binbir seçim hilesinin ve tuzağının üstünden atlayarak Meclis’e girebilen bu milletvekilleri, Meclis’e girdiklerine bin pişman edilir, Meclis’te öteki muamelesi görür, onlara merhaba verilmez, elleri dahi sıkılmaz ve milli bayramlarda bile, resepsiyonlara davet listelerine adları yazılmaz.

Devlet inat ederse, 16 yıl boyunca HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP, adını taşıyan partiler peş peşe kapatılırken ve kendini fesheden DEHAP bile kapatma davasından kurtulamazken, parti üyeleri de yıllara sari faili meçhul cinayetlere kurban gider.

Devlet inat ederse, Ahmet Türk, yakın zamanların dünya siyasi literatüründe 70 arkadaşının öldürüldüğünü söyleyen tek siyasi lider olur.

Devlet inat ederse, hapsedilmekten kurtulmak ve öldürülmemek için Avrupa’ya kaçamayan DEP’liler yok yere 10 yıl hapis yatar.

Devlet inat ederse, Orhan Doğan gelip cezaevinde onu bulan hastalıklardan kurtulamaz ve siyasi yasağının biteceği yılları beklemeye devam ederken, hayatını kaybeder.

Devlet inat ederse, DEP milletvekili Mehmet Sincar, ERGENEKON katilleri tarafından Batman’da öldürülür.

Devlet inat ederse, HEP’in il başkanı Vedat Aydın evinden geceyarısı ERGENEKON timi tarafından alınır ve iki gün işkence edildikten sonra infaz edilir.

Devlet inat ederse, bu inadına gün gelir kısmen halkı ortak etmeyi de başarır hatta memleketin aydınları bu kadar partinin kapatılmış olmasını PKK’yle mesafe sorunu olarak görmeye başlar ve yanılır.

Devlet inat ederse, bu partilerin mensuplarına karşı linç girişimleri tezgâhlanır, parti binaları, genel merkez binası sık sık saldırıya uğrar.

Devlet inadını sürdürüyor sevgili okurlar, DTP davası bu inat sürdüğü için var.

İddianamesi, kendisi de Urfalı bir Kürt olan Abdurrahman Bey tarafından hazırlanan DTP davası hukuki bir dava olmadığı gibi, karar da hukuki olmayacak.

Ve Kürtlerin ya sistem içinde kalmalarına ya da dışlanmalarına yol açacaktır.

24 yılın tecrübeleri bize şunu gösteriyor ki, şiddet ortamının belirlediği koşullarda, şiddet dışı yöntemleri kullanmak suretiyle, Kürtler, siyasi manada kimlik mücadelesini iki kurumsal mevzi üzerinden yürüttüler.

Bu, HEP’in kurulması ve MED TV’nin yayın hayatına başlamasıyla mümkün oldu.

Bu iki kurumsal çalışma, işlevsel olarak ve amaç bakımından farklı yapılarda da olsa, üç milyonu yerlerinden edilmiş bir nüfus için siyasi ve moral rehabilitasyon işlevini gördü.

Eğer sosyal patlamalar olmamışsa bunu büyük oranda bu iki kurumun varlığına borçlu Türkiye.

O yıllarda MED TV için çatılara kurulan antenleri toplamak, evleri basıp televizyon kumandalarına el koymak, bir işe yaramıyordu

Tek kelime Türkçe bilmeyen insanlar, büyük şehirlerdeki yalnızlıklardan, sosyal iletişimsizlikten ancak akşam olup ta MED TV’nin başına geçtiklerinde kurtuluyor ve rahatlıyorlardı

Müyesser Güneş çatışmalarda iki evladını kaybetmiş bir ana, İstanbul’a göç etmek zorunda kalmış on binlerce savaş mağdurundan biri, o yılları anlatırken şöyle diyor:

“Çok sonra, damadımdan duyduk ki, DEP partisi açılmış. Dedim ki damadıma nerede açılmış Seyidhan bu parti? Valla dedi Bağcılar meydanında açılmış, eğer canınız sıkılırsa, oraya gidin, zaten Kürtler birikmiş oraya. Apo (Müyesser’in kayınbabası) dayanamıyor, Apo’yu alın götürün oraya dedi. Ailece bir sevindik bir sevindik, sanki köyümüze yeniden geri gitmişiz gibi olduk. O kadar içimiz açıldı. Pazar günü oldu. Paramız yoktu. Haznedar’dan yayan, Bağcılar’a kadar yarım saat yol gittik. Binayı gösterdiler, ama bina nasıl biliyor musun, üfürsen uçuyor! Dökülmüş bir bina, ne çerçeveler var, ne camlar var. Girdik binanın içine, baktık, bizim göç etmiş insanlarımız oturmuşlar. Siyah sandalyeleri yan yana dizmişler, demirleri hep pas içinde, bilmiyorum çöplüklerden mi getirmişlerdi, nereden getirmişlerdi, o halkı gördük, o DEP’in masasını gördük, o gariban başkanı gördük, halkın dramını gördük orada.

“Herkes bir yerden gelmiş ve herkes birbirine derdini anlatıyor. Bir yandan ağlayanlar var, bir yandan sevinenler. Yeni açılmıştı bina, fazla duyan olmamıştı. Bir yüz kişi kadar vardı. Apo Ali’yi de götürmüşüz tabii. O seviniyordu. Bize diyordu ki, siz hafta içinde çalışıyorsunuz, ben gelirim buraya nefesim çıkar. Benim evim oldu burası diyordu, sabah gelirim, akşam da eve dönerim. Ali amcam böyle de yaptı sonraları. Sabah yemeğini yer partiye gelirdi, akşam olunca da eve dönerdi.”

Düşünün ki bir halka siz bir trajedi yaşatmışsınız.

Halk bu trajedinin travmalarından kurtulmak için, kendisine bir ‘ev-parti’ kuruyor.

Ve siz, bu kadar acı tecrübeleri unutarak bu ‘ev-partiler’den beşini kapatıyorsunuz, şimdi de halkın altıncı ‘ev-partisini’ kapatmaya kalkıyorsunuz.

Olmaz ama, bu kadar da adaletsiz olmayın, inadı bırakın beyler!

TZPKurdi ve Azadiya Welat’tan Dilbihar’ın tutuklanmasına tepki

tzpkurdi_anadil_mitingi1AMED / Kürt Dil ve Eğitim Hareketi (TZPKurdî) ve Kürtçe günlük gazete Azadiya Welat, TZPKurdi Merkezi Meclisi Üyesi ve Yazar Hamit Dılbahar'ın tutuklanmasını sert bir dille kınadı.

TZPKurdi, Kürt Yazar Hamid Dılbahar'ın tutuklanmasına ilişkin yaptığı yazılı açıklamada Dılbahar'ın 10 Eylül'de Batman'da düzenlenen mitingdeki konuşması nedeniyle tutuklanması kınadı. "Türk Devleti kuruluşundan bu güne kadar Kürt dili ve kültürü üzerinde asimilasyon, imha ve inkara politikaları sürdürmüştür" denilen açıklamada, Kürt halkının da bu politikalara karşı, her zaman direnmeyi bildiği belirtildi.  Kürtlerin direnişlerini sürdürdükçe devletin, baskı, imha ve inkar politikalarıyla karşı karşıya kaldığına dikkat çekilen açıklamada, "Günümüzde devlet Kürt dili, kültürü ve kimliğine karşı büyük bir tahammülsüzlük içinde bulunmaktadır. Yazar Hamit Dılbahar'ın tutuklanması da bu tahammülsüzlüğün ürünü olarak ortaya çıkmaktadır" diye kaydedildi. hemiddilbahar2

‘TUTUKLANAN KÜRTÇEDİR’

Dılbahar'ın Kürtçe'ye büyük katkılar yapan bir yazar olduğuna vurgu yapan TZPKurdi, "Hamid Dılbahar hümanist kişiliğiyle her zaman Kürtçe'nin geliştirilmesi için çaba sarf etmiştir. Dılbahar birçok kişiye duruşuyla örnek olmuş ve Kürtçe'yi sevdirmiştir. Üyemiz 'yasadışı örgüte üye olmaktan' tutuklanmıştır. Bu devletin ikiyüzlülüğünü göstermektedir. Cumhurbaşkanı Avrupa'da Kürçe'nin önünde hiç bir engelin olmadığını söylüyor ama Türkiye'de Dılbahar'ın kalemine tahammül edilmemektedir. Bu gün tutuklanan Dılbahar değildir, tutuklanan Kürtçe'dir" dedi.

Kürt dili ve kültürü için verilen mücadelenin her zaman devam edileceğini kaydeden TZPKurdi, "Tutuklanan her üyemiz, bizim için bir mücadele gerekçesi olmaktadır. Hiç bir güç Kürt Dili için verdiğimiz mücadeleden bizi alıkoyamaz. Biran önce üyemizin serbest bırakılmasını istiyoruz" çağrısını yaptı.

Halka yapılan çağrıda ise "Dılbahar'ın şahsında 'Êdî Bes e, anadilde eğitim istiyoruz' kampanyasına sahip çıksınlar. Halkımız her yerde dilini geliştirmeli ve savunmalıdır" denildi.azadiya welat

AZADİYA WELAT: DEVLET KENDİ HUKUKUNU DA TANIMIYOR

Dilbihar’ın “örgüt propagandası” gibi komik bir gerekçe ile tutuklandığı tepkisinde bulunan Azadiya Welat Yazı İşleri Müdürü Emine Demir, “Biz Azadiya Welat gazetesi olarak Kürt gazeteci ve yazarlara karşı baskıları kınıyoruz” dedi.

Hemid Dilbihar’ın kamuoyu tarafından tanındığı belirten Azadiya Welat, tutuklamanın yapılan adaletsizliği ve devletin Kürtler sözkonusu olunca kendi hukukunu bile tanımadığını gösterdiğine vurgu yaptı.

Kürtçe gazete, Dilbihar’ın tutuklanmasını Kürt kültürü ve diline karşı devletin bir refleksi olarak gördüklerini ifade ederek, Dilbihar’ın bir an önce serbest bırakılarak bu adaletsizliğin giderilmesini istedi.

Azadiya Welat Yazı İşleri Müdürü Emine Demir, Kürt dilinden ötürü Dilbihar’ın tutuklandığını belirterek Kürt halkını Dilbihar ve Kürtçe dil kampanyasına aktif destek sunmaya çağırdı. Demir, ulusal ve uluslar arası insan hakları kurumlarını da duyarlı olmaya çağırdı. ANF NEWS AGENCY-Rojaciwan