Neo-İttihatçı faşizmin pençesindeki Türkiye gerçeği 1

Giderek çatırdamaya başlayan faşist rejim, Kürt halkı ve mücadelesini etkisizleştirebilirse, rejim sorununu da halledebileceğini düşünmekte ve bu temelde paramiliter güçleri hızla örgütlemektedir. Tüm belirti ve gelişmeler, Neo-İttihatçı faşizmin, Kürt halkına karşı kanlı bir süreç başlatma hazırlığında olduğunu göstermektedir. Peki, bu sürece nasıl gelindi? Kimdir bu Neo-İttihatçı ve paramiliter güçler?  Orhun Yazıtları'na dayanılarak, Türklüğün üstün ırk olarak, her zaman yaşayacağının savunuculuğunu yapan ırkçı, milliyetçi zihniyete göre, 'devleti ve vatanı müdafaa etmek için her şey mubahtır ve meşrudur.' Bu anlayış kendisini tarihsel bir geçmişe dayandırır. Bu noktada 'her şeye rağmen devletin bekasını korumak', kimine göre istihbarat örgütlerine ya da son dönem ulusalcıların tanımına göre 'derin millet iradesine' veya Türkiye'de kullanıldığı biçimiyle karanlık güçlere kaldığına göre burada 'derin devlet' denen olgunun devreye girdiğini söyleyebiliriz. Osmanlı tarihinin; iktidarı ele geçirmek ya da elde tutmak için farklı yol ve yöntemlerle tertiplenmiş bir dizi komplolar ve provokasyonlar tarihi olduğu tarihçiler tarafından da kabul görmüş bir gerçektir. Osmanlı sultanlarından, çeşitli mertebelerde görev yapan yönetici kesimine kadar, güç olmak ve iktidarını sağlamak için kardeş katili olmanın da dahil olduğu sayısız komplolar geliştirilmiştir. Bu, kardeşler arasındaki iktidar kavgalarının, imparatorluğun bekasına zarar vereceği tezinden hareketle bir gecede 13 kardeşin boynunu vurdurmanın her yönüyle (ahlaki, vicdani, hukuki açıdan) kabul gördüğü bir imparatorluk tarihidir. 1789 Fransız ihtilaliyle gelişen ulus devletleşme süreci tüm imparatorluklar gibi Osmanlı'yı da parçaladı. Bu durum Osmanlı devlet sisteminde de bir parçalanmayı ve farklı çözüm anlayışlarıyla ideolojik bakış farklılıklarını ortaya çıkardı. Bunlardan en tehlikelisi olan İttihat ve Terakki Cemiyet üyeleri, Jön Türk hareketiyle irtibata geçtiler, Türkçülüğü formüle ederek imparatorluğun esas siyaseti haline getirdiler. Başta hiç rağbet yokken hatta Osmanlı'da Türklük aşağılama sözcüğü olarak kullanılıyorken zamanla beyinlere işlendi. İtalyan Mason teşkilatını örnek alarak kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti gizli hücreler halinde teşkilatlandı. O güne kadar Osmanlı ekonomisini önemli oranda elinde tutan Ermeni ve Rumlarla ekonomik güç yarışına giren ve aynı zamanda Yahudiler tarafından da 'dönme' denilerek dışlanan Sabetaycılar, kendilerini sağlama almak için; Türk-İslam sentezinin savunucuları olarak, kuruluşundan itibaren cemiyetin yanında yer aldılar. Cemiyet üzerindeki etkinlikleri, Cumhuriyetin kuruluş aşamasında da aynı oranda devam etti. Cemiyetin en ünlü isimlerinden Talat Paşa, Cavit Bey, Doktor Nazım, Bahattin Manastırlı ve Yahudi olan Emanuel Karaso gibilerinin Mason olması, üyelerin Mason törenlerine benzer usullerle alınmaları, para ihtiyaçlarının karşılanması ve basınlarınca desteklenmesi gibi etkenler aradaki dış bağı açıkça gösterir. İttihatçılarda söylenenlerin tersine etnik ya da dinsel etmenler pek önemli olmadı. Kullandıkları istihbarat örgütü Teşkilat-ı Mahsusa'nın amacı da, genel konjonktür (şu anda olduğu gibi) tümüyle aleyhte olmasına rağmen, bazen Panislamizm, gerektiğinde de Pantürkizm ideolojisiyle İslam dünyasını ve Müslüman Türkleri geniş imparatorluk coğrafyasında, bir bayrak altında toplamaktı. Komutanlardan Süleyman Askeri İngilizlere karşı Irak'a, Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa Senusilerle birlikte Trablusgarp'a ve Mısır'a, Halil Paşa Rusya'ya karşı Kafkasya'ya, Rauf Orbay İngilizlere karşı Afganistan'a, Kazım Karabekir Rusya'ya karşı İran'a gönderildi. Mustafa Kemal'in de hayalperestlik olarak tanımladığı gibi Don Kişot'vari bir yaklaşımın sahibiydiler.  Cemiyet, kuruluşundan itibaren bütün stratejisini 'derin millet iradesi' olma adına siyasi cinayet, kışkırtma ve ırkçılık propagandası üzerine kurdu. 'Vatanını ve halkını en çok sevenler' olarak, kendilerine karşı çıkabilme cesaretini gösterebilenler tez elden 'vatan hainliği' ile damgalanarak (gazeteci, siyasetçi, paşa vb.) fikri ya da fiziki olarak tehdit olmaktan çıkarıldı. Sonuçta, I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgilerinden sonra İttihatçıların, 'onca sevdikleri' ülkelerini terk etmekten başka çareleri kalmadı. Askeri darbe ve müdahaleler, hiçbir sorumluluk almadan siyaseti yönlendirme, siyasi şantaj, rüşvet ve korkutma yoluyla iktidarı ele geçirme, dış güçlere dayanma, kendini devletin ve milletin sahibi görme, oluşturdukları güdümlü basınla halkı yönlendirme, faili meçhul cinayetlerle muhalifleri ortadan kaldırma vb tüm yöntemler İttihat ve Terakki'nin cumhuriyet ve Neo-İttihatçılara bıraktığı siyasal miras olmaktadır. Bu bağlamda Türk devletini oluşturan 'güvenlik' kurumlarındaki çeteleşme olgusuna ve faşist zihniyeti ele alabiliriz. Yusuf Ziyad*  *Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi analisti. www.lekolin.org'dan alınmıştır.

0 Yorum: