GARİPSEDİĞİM GARİPLİKLERİMİZ Ezbet Dersimi Kendi aramızda konuşuyoruz. Kürtçe biliyor musun? diyorum. Karşımdaki ise bana "ben Aleviyim" diyor. Galiba anlamadı diye düşünerek tekrarlıyorum sorumu... Kürtçe biliyor musun?.. karşımdaki ağzını ve gözlerini daha anlamsızlaştırarak aynı cevabı tekrarlıyor. "Ben Aleviyim..." … Bence en geniş tarih limanı, atasözlerini bağrına sığdırabilendir. Atalarımızın söylediği gibi "bu ne lahana, bu ne turşu". Ben, bu olaya 4-5 kez denk geldim. Bazen dilimde espiri dahi olur. Bu durum tek başına komik değil. Ama tek başına trajik de değil. Yani her ikisi. Yani trajikomik bir durum veyahut vaka diyelim. Genelde Erzincanlı soydaşlarımız bu kelimeyi kullanmaktalar. ‘Ben Aleviyim…’ Zaten yukarıdaki diyalog da Erzincanlı bir dostumla aramızda olmuştu… Bence en büyük oyunlardan bir tanesi de tam da orda yani Erzincan da oynanıyor. Örneğin Elazığ da Gakkoş, Erzurum da ise Dadaş benzetmeleriyle Türkçülüğe namzetlemeler devam eder. Oysaki Gakkoşluk Kürtlükten, Dadaşlık Rumluktan gelir. Ama konumuz şimdilik ERZİNCAN... Dersimin yedi vilayetinden biridir Erzincan. Kürtçe adıyla Erzıngan(Çeneli). Erzincanı oluşturan 5 ana aşiret federasyonları ve bunlara bağlı ezbetler vardır. Bunlar Dêsiman, Balabanan, Çarekan, Şıxhesenan ve Kureşan aşiretleridirler. Bu aşiretler Zazaca konuşurlar. Erzincan valisi Ali Kemal 1932’de yazdığı kitabında Erzincan’daki halkın %95’nin ‘Kürtçe konuşuyor’ olduğunu ve ‘Türkçe bilenler ise %5 bile değil’ diyor ve ekliyor. ‘Türkçe bilenler sadece buraya tayin edilen memurlar ve oradaki yerli memurlardır’. Ali Kemali aynı kitabında Erzincan’daki bu Kürdistani yapıyı kırabilmek için çok zaman bölgeye Çerkezlerin, Tatarların vs.lerin yerleştirildiğini ama bu göçmenlerinde burada Zazaca öğrenerek asimile olduklarını söyler. Bu zamana gelinceye kadar Türk devletince birçok yol-yolak denendi. Ve nihayetinde istedikleri biçimde devşirme kişilikleri geçici bir dönem için de olsa türetebildiler. Bundan olsa gerek Dersim Tertelesi vaktinde doğan ve şimdi en yaşlılarımız olan babalarımız, dedelerimiz genel olarak en inkarcı olanlarımız idiler. Tabi ki bunun bir sürü mantıklı açıklaması da var. Ancak onların çocukları ve torunları olan ikinci ve üçüncü kuşak Kürtler bu katliam çığlıklarını korku olmaktan çıkartıp bilinçlerine kazıyabildiler. Tertele sonrası dönemin şairlerinden Cemal Süreyya Dersimin Erzincan bölgesinden ve Kürt oluşuyla ancak öfkelendiğinde karşılaşabiliyordu. Onu çok iyi bilenlerden Arif Damar bir toplantı da ‘Cemal Süreyya öfkelenip masaya vurduğunda ben Kürdüm derdi’ diye aktarmıştı. Yani Kürtlük bilinci o kuşaktaki Kürt aydınlarında bile kendine saklanan ancak köpürdüğünde dışa vurulabilen gizli bir nesne olmaktan öteye birşey ifade etmiyordu. Günümüzde ise durum biraz daha farklı. Aydın veya sıradan bir portre kişiliğiyle Dersimli Kürtlerin kendine geldiğini görmek hoş. Erzincan kendine geliyor. Mücadeleyi yerinde saydırmak yerine yaymak lazım. Elazığ, Erzurum, Malatya gibi kilit yada pilot diyebileceğimiz bölgelerde de Kürtlerin kitle ve şehir çalışmaları geliştikçe Kürtler kendi benliklerini daha çok sahiplenecektirler. Ben bu durumdaki Kürtleri, zihni bir dönem için bitkisel yaşama girmiş görüyorum. Yani Kürtler yoğun bakımdadır. Demek ki, Kürtleri bu yoğun bakımdaki bitkisel yaşamdan çıkartacak umutlar ve teknikler daha bir profesyonelliği gerektiriyor. Osmanlı devleti yıkılırken ne idiyse Kürtlerin şimdiki hali de o’dur. Ama bu durumdan Kürtler için birşeyler çıkacağı da kesin. Yani TC nasıl ortaya çıktıysa Kürtlerde kendi cografik birliklerini tel örgülü sınırları aşarak hafızalarında tekrar diriltmeye başladılar bile.
Etiketler: kurdistan
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 Yorum:
Post a Comment