Can Dündar-Milliyet Ankara kendi derdindeydi; nevruzla ilgilenemedi. Oysa bu 21 Mart önemliydi. Kara harekâtından sonraki ilk nevruz, PKK’ya verdirilen tahribatın ve bölgenin operasyon sonrası tansiyonunun ölçülmesi açısından da merakla bekleniyordu. Bölge valilerinin çoğunun hassasiyetle davranmasına karşın Van, Siirt, Hakkâri üçgenindeki yetkililerin yasakçı tavrı ve polisin orantısız güç kullanımıyla olaylar yaşandı. Bir ölü, çok sayıda yaralı var. * * * Ancak nevruzun asıl siyasi sonucu, Abdullah Öcalan isminin belki önceki yıllardan da fazla ön plana çıkması oldu. Ankara protokolü Milli Kütüphane bahçesinde nevruz ateşi üstünden atlayadursun Diyarbakır’da Öcalan resimleri taşındı, “Biji Serok Apo” sloganları atıldı. Bunlar daha önceki yıllarda da olurdu; ama bu kez alanda Öcalan’a ait bir ses kaydı da dinletildi. Leyla Zana, “İnanıyorum ki 2010’da o da aramızda olacak” dedi. İmralı’da koşulların düzeltilmesi için yapılan oturma eyleminde de Öcalan’ın avukatlarına verdiği notlardan mesajı okundu. Bu mesajda Öcalan Ankara’ya “Beni muhatap alın” çağrısı yaptı. Nevruz, PKK’nın bölgedeki etkisinin azalmayıp tersine arttığı izlenimini doğurdu. * * * “Yıkılmadık ayaktayız. Adres biziz” mesajlı bu gövde gösterisinin Ankara’da tüyleri diken diken ettiğini tahmin etmek zor değil. Ancak bu gelişmeden hoşlanmamak ayrı, gelişmenin farkına varmak ayrıdır. Türkiye, askeri alanda önemli bir hamle yaptı. Bunu diplomatik alanda da destekleyerek Batı’nın desteğini sağladı. Lakin askeriye ve diplomasinin hamlelerinin siyasi alanda beklenen sonucu yaratmadığını, hatta tersine, örgüte mevzi kazandırdığını görüyoruz. Neden? Siyaset boşluk kaldırmaz da ondan... * * * Güneydoğu, 22 Temmuz seçimlerinde feodal bağları, PKK baskısını, geleneksel oy kalıplarını kırarak oyunu, barış ve çözüm isteyen iki parti arasında üleştirdi. Bölgedeki yaklaşık 5 milyon seçmenin 3 milyona yakını AKP’nin, 1 milyona yakını da DTP’nin adaylarına oy verdi. Şimdi bu iki parti de kapatılma davalarıyla yüz yüze... Davaların haklılığını haksızlığını ya da bu partilerin politikasını bir yana bırakın ve şunu düşünün: Siz bölgenin seçmeni olsaydınız ve oy verdiğiniz iki partiyi de kapatıyor olsalardı ne hissederdiniz? Seçimin sadece bir göz boyama olduğunu düşünüp Meclis’ten umudu kesmez miydiniz? Meşru zeminde çözüme, parlamentoda temsile sırtınızı dönüp yüzünüzü yeniden dağa, kıra, adaya çevirmez miydiniz? Hakkı yenmişlik ve adamdan sayılmama duygularıyla hepten bilenip daha radikal hale gelmez miydiniz? * * * Yaşanan biraz da budur. Meşru kanallar tıkanınca siyaset nehri yatağından taşmış, yeniden illegal alanlara doğru akmıştır. Bu hava, bir süre öncesine kadar “Artık ben karışmıyorum. İstesem de buradan yapabileceğim bir şey yok” mesajı yollayan Öcalan’a yeniden alanlara “ses”lenme ve rol üstlenme şansı kazandırmıştır. Bunu, meşru siyaset içinde seçenek üretemeyen sistemin bir ikramı kabul etmek gerekir. Devlet, Öcalan’ı muhatap almamakta kararlı. Bölgenin oy verdiği partileri de “zararlı” bulup kapatıyor. Peki nasıl bir çözüm düşünüyor?
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 Yorum:
Post a Comment