Türkiye'nin Kürt bölgelerinde yaşadığı sorunla Çin-Tibet ilişkisi ışığında görünen o ki, ekonomik kalkınmayla siyasi açılımlar dengeli ve eşzamanlı bir biçimde sağlanmazsa, azınlık bölgelerindeki çıkmazlar çözülemez CİHAD EL ZEYN Acaba ekonomik yatırım ve kalkınma, bazı ülkelerde etnik ayrımcılığın yaşandığı bölgelerde istikrar etkeni mi, yoksa merkeze karşı gerginliğin ve karışıklığın etkeni mi? Görünen o ki, küreselleşme etnik azınlık sorunları nedeniyle dünyanın ilgi odağı olan iki ülkede iki zıt model sunuyor. Bu iki ülke Türkiye ve Çin. İlkinde Kürt bölgesi, ikincisinde Tibet gündemde. Türk çevrelerinde ve Türkiye şartlarını izleyen dış çevrelerde 'yarı kabul edilmiş' şöyle bir kriter var: Kürt bölgelerine yönelik kronik bir ihmal söz konusu ve bu bölgeler, ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınmayla modernleşmenin yaşandığı batısından geri kalmıştır. Bu ihmal, Kürt isyancı hareketlerin büyümesinin temelini oluşturur. O halde dünyada herkes, 'demokratik devlete siyasi entegrasyonlarına destek olmak için Kürt bölgelerini kalkındırmakta çok gecikildiğini' iktidarlarına ifade eden Türk liberal seçkinlere sesleniyor. Fakat görünen o ki, son haftalar hem küreselleşmiş hem de parçalanmış dünyamızda korkunç bir ironiyi kaydeden 'karşıt' modele ışık tuttu. ABD ve Avrupa gazetelerinin Tibet olaylarına ilişkin raporlarında, Tibet'teki Pekin nefretinin temel çıkış noktalarından birinin, bölgenin özel sektörün yatırımları ve altyapı iyileştirmeleriyle yaşadığı canlılıktan kaynaklanan yeni şartlarında saklı olduğuna dair neredeyse ortak bir görüş söz konusu. Bölge buna paralel olarak, Çin içinden ve dışından büyük bir turist akışına sahne oluyor. O halde Türkiye'nin Kürt bölgesinde yaşananlar, Tibet'te yaşananların tam tersi. Tibet'te ekonomik gelişme, altyapı iyileşmesi ve turistik hizmetler Pekin'e karşı öfkenin harekete geçmesine destek oluyor. Etnik ve kültürel bir öfke zaten mevcut. Batılı raporlara göre sebep, bölgedeki ekonomik kalkınmayı sağlama işini, Çin'in başka bölgelerinden, özellikle de tarihsel olarak fertleri bilimsel ve ekonomik ehliyette üst seviyede bulanan belirli bir milletten gelen iş adamları ve kadroların üstlenmesi. Buna karşın Tibetlilerin eğitim ve yapısal geri kalmışlığı, mevcut süreçte çoğunluğun yatırım dalgasından uzaklaştırılmasına yol açıyor ve birçoğunu da Çin yönetiminde süren kalkınma çalışmalarında alt seviyelere yerleştiriyor. Tibet modeli klasik değil. Zira burada kalkınma, ekonomik reformların siyasetle birlikte geldiği 'paket' kapsamında entegrasyona yol açtığına dair klasik teorinin aksine, isyancı etkenlerin harekete geçirilmesine neden oluyor. Azınlık-ilişkisine dair bu iki modeldeki çelişki, şu soruları yanıtlamayı gerektirir: Acaba siyasi reformlar yapılmadan gelen ekonomik kalkınma, sosyal-siyasi gerginliğin etkenine mi dönüşüyor? Yoksa, kalkınmanın istikrar değil de gerginlik kaynağı olmasıyla ortaya çıkan çatlak, kalkınma modelinden mi kaynaklanıyor? Ekonomik ve sosyal unsurlar arasında dengeye dayanan bir kalkınma modeli, merkezle çeperler arasında çalkalanma değil, entegrasyon unsuruna dönüşebilir. Örneğin, ilgili bölgenin ekonomik kalkınma planının, 'vahşi' yatırımlara dayanmayıp yerel halkın eğitilmesine ve bazı teşviklerle çalıştırılmasına yoğunlaşması gibi. Türkiye ve Çin'deki söz konusu bölgelerinin şartları şöyle bir derse ihtiyaç duyuyor: Burada kim başarısızlığa uğruyor? Özel sektöre yönelme yöntemiyle Tibet'te yaşanan ekonomik kalkınma mı, yoksa 20 yılda yükselen Türk sanayisine ucuz işçilik sağlamak için Ankara, İstanbul ve İzmir gibi Batı'daki metropollere Kürt göçünü teşvik alternatifini sunan Türkiye'nin güneydoğusundaki ekonomik geri kalmışlık mı? (Lübnan gazetesi Nehar, 4 Nisan 2008) radikal
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 Yorum:
Post a Comment