Medya işi gereği, halka en doğru, en gerçekçi haberi vermekle yükümlüdür. Haber kaynağını ve doğruluğunu sorgulamak, haberi halka yansıtmak için titiz çalışmak zorundadır. Peki Türkiye'de basın böyle mi yapmaktadır? Yazının gelişimi içerisinde bu soruya cevap bulacağınızı düşünüyorum.
Ergenekon çeteleşmesinin ortaya çıkışından sonra, çetelerin Türk medyasına yansıması farklı oldu. Kimi, medyanın çetelerle olan ilişkisine atıfta bulunmaya çalıştı, kimi kendi çalışanlarının 'komplo'ya uğradığını belirterek aklamaya, kimi de korkuya kapılarak çeteleri es geçmeye çalıştı. Medya, sorunu devlet içerisindeki çetelerin tasfiyesine bağladı ve halen bu çetelerin devletten bağımsız olduğunu iddia ediyorlar. Devlete zarar verilmemesi, devletin 'dış güçler' karşısında zor duruma düşürülmemesi konusunda uzlaşmış bulunmaktadırlar. Böylelikle medyanın asli görevi olan halka bilgi verme olgusu es geçilmiştir. Fakat Türkiye'de Ergenekon çetesini basitleştiren, sanki devletin çeteleşmesi yok gibi olağan karşılayan, sorunu devletin çeteleşen gücünü tasfiye etme anlayışı şeklinde lanse eden bir basın var karşımızda. Tasfiye etmeden kasıt, 80'li yılların sonunda Türkiye ve Kürt coğrafyasında ortaya çıkan bizzat devlet odaklı güçlerin yapılanmasıyla örgütleşen, fakat işlevini kaybederek durağanlaşan 'devlet için, devlete karşı' anlayışını hakim kılan güçlerin geri plana itilmesidir. Amaç ülkemizdeki çetelerin tamamiyle ortadan kaldırılması değildir. Amaç yeni, daha güçlü çetelerin ortaya çıkarılmasıdır. Yoksa ahım şahım bir operasyon değildir. AKP'nin Ergenekon çeteleşmesindeki konumu her zamanki gibi tutarsızdır. Şemdinli olaylarında 'ucu nereye kadar varırsa varsın' diyen Erdoğan, 'ipin ucunu' bırakmıştır. Çeteleşmeye karşı olduğunu lanse eden Erdoğan ve medya, Şemdinli de ortaya çıkan -ki bunu halk sağladı- çetenin üzerine gidememiş, 'birilerinin' yönlendirmesiyle üzerini kapatmıştır.
İktidarın devamı ve selameti için basın ahlakı hiçe sayılarak saldırganca ve fütursuzca devrimcilere ve muhalif hareketlere saldıran burjuva basını, Ergenekon olayından sonra bir anda 'koruyucusu' oldu. Burjuva basını için sorun halkların yaşadığı trajediyi ortaya çıkarmak, çeteleri teşhir etmek, Ergenekon ve benzeri katliamcı örgütleri aydınlatmak değildir. Sorun bu çetelerin miadını doldurmasıdır. İşlevini yitirdiğini düşündükleri bu çetenin tasfiye edilmesi konusunda uzlaşmaktadırlar. Ergenekon dosyasında adı geçen birçok 'ünlü' gazeteci ne yapacaklarını şaşırmış halde birbirlerini suçlamakta, kendilerini bu kirli çeteden nasıl kurtaracaklarının arayışına girmişlerdir. Ama beceremediler, beceremeyecekler. Çünkü yıllarca kirli savaştan beslenen Türk medyası, ele geçirilen dosyalarla teşhir olmuş, korkuyla karışık kendileriyle ilgili çıkan haberleri es geçmektedirler. Basın bu yüzden egemenleri savunmak, yeri geldiğinde de çeteleri tasfiye eden iktidara destek vermek zorundadır. Zorundadır çünkü, 'ipin ucu' onlara kadar gelmektedir. Türkiye'de basın, egemen güçlerin militarist politikalarına hizmet etmekte, politik duruşu ne olursa olsun devletin gücünü korumak için her türlü asparagas, yalan haber, olanı biteni bilinçli bir şekilde çarpıtmayı kendine görev bilmektedir. Türk basın tarihinin kirli ilişkiler açısından duruşu her zaman böyledir. Kürt coğrafyasında yaşanan kirli savaşı meşrulaştırarak, Özel Harp Dairesi'nin onlara verdikleri haberleri nasıl kullanıp, bu haberleri yayınladıklarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Türkiye'deki muhalif hareketleri nasıl hedef göstererek tehlikeli rol oynadıklarını da biliyoruz. Bu tutum basının tarihsel sürecinin bir parçasıdır. Osmanlı'dan günümüze basın, iktidarın ideolojik savunma mekanizmasıdır. Kemalizmin Türkiye'deki otoriter ruhunu koruyan, onu temsil eden medyadır. Medya bir bakıma, insan ruhunu tahakküm altına alarak, bireye soru sorma, düşünme yetisini kaybettirmektedir. Söylenen devlete ve iktidara biat edindir. 'İktidarın söyledikleri ve yaptıkları halk içindir' yalanını hakim kılmaktır. Fakat medya, iktidar kendi kuyruğuna bastığı zaman aslan kesilmekte, bugüne kadar kirli ilişkiler içerisinde olduğu iktidarı 'teşhir' etmeye çalışmaktadır. Devletin otoriter baskısını hisseden medya patronları, yeri geldiğinde de en uzlaşmacı, en 'özgürlükçü' kişiyi de oynamaktadır. Türkiye'de tekelleşen Doğan Medya Grubu, yeri geldiğinde faşist, yeri geldiğinde en 'özgürlükçü' kesimi temsil etmektedir. İktidarı ayakta tutan budur, çift taraflı oynamak...
Türkiye'de basın, aslında militarizmi iş edinmiş, militarizmin kurumsallaşmasını sağlayan yegane güçtür. Militarist görüşleri halka doğal haliyle veren medya, gerçek yüzünü en çok çatışma dönemlerinde ortaya çıkartır. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Ragıp Duran, basının savaş dönemindeki yayın çizgisinin şu şekilde olması gerektiğini belirtir: 'Bu tür sınırötesi operasyonlar, kriz, savaş ve çatışma dönemleri, medya organlarının gerçek kimliğini berrak bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu dönemlerde gazeteciler, köşe yazarları, editörler ve muhabirler hassas ve özenli davranmak zorundalar. Ortam zaten gergin. Radyoda, televizyonda, bütün kitle iletişim araçlarında ağzımızdan çıkan sözcüklere bile dikkat etmek zorundayız. Her sözcük binlerce, on binlerce, bazen milyonlarca kişiye ulaşıyor. Dolayısıyla mevcut gerginliği iyice artırmak ya da o gerginliğin derin anlamlarını incelemek arasında bir karar vermek gerekiyor.' Yani medyanın, bugüne kadar ilke olarak ortaya koyduğu basın ahlakını hayata geçirmek zorunda olduğunu belirtir. Medyanın görevi halkı kışkırtmak değil, gergin olan havaya tuz biber katmak hiç değil. Haberciliğin ilkesel olması gerektiğini düşünür. Fakat Duran devam eder: 'Ne yazık ki Türk egemen medyasının, Türkiye toplumunun dört büyük tabusundan biri olan Kürt sorununda, sınırötesi operasyonların izlenmesinde ve aktarılmasında geçmişle kıyaslandığında olumlu bir tutum aldığını göremiyorum. Hatta giderek milliyetçi, militarist söylem daha da egemen hale geliyor özellikle yazılı basında.' Yani işin özü Türk basını militarizmin ve faşizmin yükselmesine çanak tutmakta, teşvik etmektedir.
Üniversite yaşamında medya ilkelerini öğrenmeye çalışan öğrenciler, mezun oldukları zaman, üniversitede öğretilen bilgilerle gerçek hayatta yaşadıkları 'basın' çalışmalarının arasında dağlar kadar fark olduğunu görür. Gazetecilik ilkeleri, mezun olan genç gazeteciler için artık 'patron gazeteciliğine' biat şeklinde gelişmektedir. Araştırılan haberler, kaynaklar, bilgiler patronun 'süzgecinden' geçer. Sadece medya patronunun değil, kendisi de otokontrol mekanizmasını çalıştırmak zorundadır. Genç gazeteci, yayına yollayacağı haberin 'gazetesine', 'televizyonuna' zarar vermemesine özen göstermektedir. Aksi halde başına bela alacağını bilir. İşte burada basın ilkesi, 'medya patronunun' ilkelerine dönüşmektedir. Tekelci medyanın işlevi görülmektedir. Diğer bir husus da mezun olan genç gazeteci hakkını savunamaz duruma getirilmektedir. Sendikal mücadeleye katılmasını engelleyen medya patronları, sendika hareketlerinin kendisine zarar verdiğini bilir. İşte gazeteci bu noktadan sonra artık 'gazetenin çalışanı' değil 'patronun kölesi' olmaktadır.
Medyanın dinazorları da vardır. Her şeyi bilen, her şey üzerine yorum yapan, yazılarıyla halkı 'aydınlatan' köşe yazarlarımız vardır. Yeri geldiğinde halkı aşağılayan, yeri geldiği zaman halk dalkavukluğu yapan. Bu tip gazeteciler tecrübenin getirdiği birikimle çok kurnaz davranırlar. Sorun onlar için halkın haber alma özgürlüğü, basın ahlakı değildir. Sorun medyanın gücünü kendilerinde temsil bulduğunu iddia etmeleridir. Burjuva basının güçlü olana biat etme gibi bir geleneği vardır... Güçlü olan emreder, basın uygular... Nazım Hikmet'in 1930'lu yıllarda başlattığı ve büyük yankı uyandırdığı 'Putları Yıkıyoruz' yazısı, çok ses getirmiştir. Dönemin ünlü şairlerine, yazarlarına karşı yazdığı bu yazılar gerçek anlamda edebiyat dünyasında bir 'sivil itaatsizlik' eylemidir. Edebiyatın dinazorlarına karşı bir isyandır. Artık eskinin yazarlarının bertaraf edilmesi gerektiğini savunur Hikmet. İşte medyayı özgürleştirecek, ayakta tutacak olan yeni nesil gazeteciler de burjuva medyasının ideologlarına karşı 'Medyada Putları Yıkıyoruz' demelidir. Ergenekon sürecinde yaşanan kirli ilişkilerin açığa çıkmasıyla medyamızın en 'saygın' köşe yazarlarını, gazetecilerini teşhir etmemiz gerekmektedir. Bunu yapacak olan da gazeteciliği meslek olarak seçmiş gençler ve medyanın temiz kalmasını savunan okur olmalıdır.
SERKAN AKTAŞ
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 Yorum:
Post a Comment