PNA-Dohuk Siyasi Araştırmalar Enstitüsü tarafından yapılan bir kamuoyu araştırmasında, Kürdistan halkının yüzde 90.3’ünün Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanı Mesut Barzani’nin başkan olarak kalmasından razı oldukları ve yüzde 72.6’sının da Başkan Mesut Barzani’nin başkanlığını Kürt davası adına elde edilen kazınımlardan dolayı olumlu ve önemli bir adım olarak gördüğü ortaya çıktı. Bin kişinin katıldığı kamuoyu araştırması anketi Dohuk Siyasi Araştırmalar Enstitüsü tarafından Hewler, Dohuk, Süleymeniye, Kerkük ve Mosul kentlerinde Kürt, Türkmen, Keldani, Aşuri, Arap ve diğer etnik ve dini-mezhebi oluşumlar arasında farklı toplumsal statüler ve yaş grupları dikkate alınarak hazırlandı.Kürdistan Bölge Başkanlığı ve başkanın Kürt davasına yönelik çalışmaları hakkında yapılan kamuoyu araştırması anketine katılanların %72.6’sı Başkan Mesut Barzani’nin başkanlığını Kürt davası adına elde edilen kazınımlardan dolayı olumlu bir adım olarak görüyor. Kürdistan Parlamentosu, Başkan Barzani’yi 2005 yılında Kürdistan’ın ilk başkanı olarak seçmişti.
ABD ziyaretinde kayıp ve kazançlar Enis BERBEROĞLU-Hürriyet/BAŞBAKAN’ın on günlük ABD gezisinde çok sayıda ikili temas yapıldı, onlarca kritik dosyanın kapağı açıldı. Dolayısıyla toptancı yaklaşım yerine dosya özelinde analiz daha sağlıklı bilanço verir.PKK, Irak’ta söz hakkı için elimizdeki tek kart ÖNCE Başbakan ABD’de iken Irak ve PKK konusunda hangi gelişmeler yaşandı hatırlayalım. Madde 1) ABD Kongresi, Irak’ın üçe (Kürt, Arap ve Şii olarak) bölünmesine yeşil ışık yakan tasarıyı kabul etti. Bu tasarı tabii ki bağlayıcı değil ama trendi yansıtıyor. Madde 2) Başbakan’ın katıldığı uluslararası panelde Bill Clinton, Güneydoğu’yu "Kürt Bölgesi" diye etiketledi. Kuzey Irak ve Türkiye arasındaki sınır en azından zihinlerde kalktı. Madde 3) Ankara’da Türkiye ve Irak arasında varılan "PKK’ya sıcak takip" uzlaşması Kürt vetosuna takıldı. Yani Bağdat’ın Kuzey Irak topraklarına karışamadığı kanıtlandı. Madde 4) Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ABD’ye dönük PKK sitemi bu ülkede yankı bulmadı. ABD’nin terörle ilgili özel temsilcisinden neredeyse aylardır ses çıkmıyor. Başbakan Washington’da iken yönlendirici/belirleyici olamadığı başlıklara tekrar bakarsak; 1) ABD’nin Irak politikalarında Ankara’yı hiç umursamadığı anlaşılıyor. 2) Türkiye’nin "Irak’ın içişlerine karışıyorsunuz" ithamına uğramadan söz hakkı kullanabileceği tek konu, PKK teröründen ibaret kaldı. Demek ki terör örgütü yaklaşan kışı fırsat bilerek sözde ateşkes ilan ederse, eylemi keserse... Türkiye’nin ABD başkanlık seçimi yılı gibi kritik süreçte Irak’taki son kartı da elden gidecek. Kısaca Irak ve PKK dosyalarında bilanço kayba işaret ediyor. Musevi lobisi sadece soykırımın adını koymadı TÜRKİYE sözde Ermeni soykırım tasarısına karşı her zaman Musevi lobisinden destek aldı. Ancak son birkaç aydır Musevi lobisinden farklı sesler duyuluyor. New York’ta Türkevi’nde Başbakan Tayyip Erdoğan ile buluşan Musevi cemaatinin yeni pozisyonu Türk tarafında şöyle algılandı: Anadolu Ermenilerine karşı yakın tarihte soykırım uygulandı. Ancak Türkiye-İsrail-ABD ilişkileri bunu söylememize şimdilik engel. Demek ki bu dosyada da bilanço kazançtan çok kayba yakın. Bilanço dışı Sarkozy ile "anlaşamadığımızda anlaştık". Merkel’le işler daha iyi gitti. ABD resti İran’la doğalgaz anlaşmasını durdurmaya yetmedi. Kyoto Anlaşması’na ancak özel koşullarla imza konulacağı belli oldu. Küresel krize karşın Türkiye’ye ekonomik güvenin şimdilik sürdüğü gözlendi. Irak ile anlaşma ve köpürtme politikaları/Ferai TINÇ-Hürriyet PKK’ya karşı mücadelede ABD’yi muhatap almakla başlayan süreç ve bu süreçteki ısrar, ne anlama geldiği hiç de açık olmayan bir kağıdı da ortaya çıkardı. Bu süreçte varılan aşama bu. Umuyorum bu son olur. Çünkü korkum, ısrar sürdükçe işlerin daha abuk sabuk hale gelmesi. Süreç şöyle başladı. Anımsatmak için kısaca özetlemek istiyorum. PKK’nın kuzey Irak’tan saldırıları tırmandıkça Türkiye ABD’yi muhatap aldı. PKK, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın terör listesinde uzun yıllardan beri yer alıyordu, öyleyse terörizme karşı küresel savaşın hedeflerinden biri haline gelmeliydi. Washington, Türkiye’nin mücadelesine, Türkiye’nin ona destek olduğu gibi, omuz vermeli, yardım etmeliydi. Bu mantık üzerine kurulu politika devreye girdiğinde, PKK’nın Kuzey Irak’ta çıkartılması için Amerikan Yönetimi’nin hemen harekete geçeceği, Irak Kürdistan bölgesel yönetimini Türkiye ile işbirliğine mecbur edeceği sanıldı. Geldiğimiz nokta bu politikanın işe yaramadığının en açık göstergesi. Her şeyden önce, Irak ile imzalanan terörizme karşı işbirliği anlaşması, Irak’ın gerçeklerine uygun değil. * * * BİZ anlaşma ile uğraşırken bakın neler oldu. Amerikan Senatosu, Bush Yönetimi’ni Irak’ı bir arada tutmak için vakit kaybetmekle suçlayan Senatör Biden’in Irak’ın yumuşak bölünmesi önerisini kabul etti. Kürdistan Yönetimi bunu sevinçle karşılarken, Başbakan Maliki sert bir şekilde karşı çıktı. "Bu Irak’ı parçalamak anlamına gelir iç işlerimize karışmayın" dedi. Ama Senatör Biden’in iç işlerine karışmasından son derece memnun olan Kürdistan Yerel Yönetimi ve Bağdat’taki Kürt Bloku temsilcileri, Türkiye ile yapılan anlaşmanın Irak Meclis’ine getirilmemesini "egemenlik haklarına saldırı" olarak nitelediler. "Gelirse de biz kabul etmiyoruz. Çünkü bize danışılmadı, biz muhatap alınmadık" dediler. * * * KUZEY Irak’a askeri müdahalenin bir çözüm olmayacağını düşünüyorum. Ama, anlaşmayı bağımsız bir gözle okuyup amacına ulaşıp ulaşmadığına baktığımda büyük boşluklar görüyorum. Anlaşmada olmayan, sadece Türkiye’nin önemli üzerinde durduğu sıcak takip maddesi değil, sınır ötesi sınırlı operasyonlar da yok. Daha önce Saddam ile yapılan anlaşma dikkate alındığında bu, sanki bir feragat sözleşmesi gibi olmuş. PKK’nın terör örgütü olarak kabul edilmesine rağmen, teröristlerin iadesi konusu muğlak. Anlaşmada şöyle bir şey var. Tarafların teröristler hakkında ilan ya da Interpol bülteniyle çıkartılan uluslararası tutuklama emirlerini birbirlerine iletmeleri öngörülmüş. Bu konuyla ilgilenmek üzere de birbirlerinin diplomatik temsilciliklerine birer irtibat noktası atanması kararlaştırılmış. O zaman, Türkiye’nin ABD Dışişleri Bakanlığı’na, sonra da Bağdat hükümetine verdiği ve yıllardan beri elden ele sürünen 100 kişilik, 20 kişilik isim listeleri ne olacak? Önce bu anlaşma resmileşecek. Sonra temsilciliklere atamalar yapılacak, onlar gidip yerleşecek sonra yeniden listeler hazırlanıp, yeniden ulaştırılacak. Ya sonra? Orası net değil. Daha doğrusu çok net. Bölgesel Kürt Yönetimi ikna olmadıkça hiçbir şey değişmeyecek. * * * PKK terörüyle mücadele önce askere, sonra ABD’ye şimdi de son derece zayıf olan Maliki Hükümeti’ne devrederek yapılamaz. Terörü bir dış mesele haline getirmek, onun çözüm bekleyen bir iç sorun olduğu gerçeğini görmezden gelmenin en kolay yolu. ABD’yi, Irak’ı, Kürt Yönetimi’ni suçlayıp durmak siyasi açıdan prim bile yapabilir. "Ne cesur liderimiz var. Nasıl da posta koyuyor" dedirtebilir insanlara. Hatta, Türkiye’nin itibarının nasıl sarsıldığını bile örtbas edebilir bu köpürtmeler. Ama nereye kadar?
www.ozgurgundem.net/Şırnak Valiliği'nden yapılan açıklamaya göre ölenlerin isimleri şöyle: Gönüllü köy korucuları Kamil Akdoğan, Rahmi Acer, Kadri Acer, Orhan Acer, Kazım Acer; geçici köy korucuları Yusuf Acer, Zeki Acer, Reşit Acer, Harun Acer, Sefer Acer, Bengin Acer, Cuma Ermahan. Açıklamada, saldırıda Memduh Acer ve Erdal Acer'in yaralandığı ve tedavilerinin sürdüğü bildirildi.
Valiliğin açıklamasında olaydan sonra PKK gerillalarına karşı başlatılan geniş çaplı operasyonun sündüğü belirtildi. Bu arada ölenler için cenaze töreni düzenleneceği bildirildi. Tören bugün Beytüşşebap Kaymakamlığı önünde düzenlenecek. ŞIRNAK650 askeri operasyon/Cengiz Kapmaz
Ateşkes sürecinde darbe yiyen hep Kürtler oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tam 4 kez görüşlerinden dolayı hücre cezasına çarptırıldı, 1 Mart 2007 tarihinde ise zehirlendiği ortaya çıktı. Kürtler 27 Nisan muhtırasında ise düşman ilan edildiler. 1 Ekim ateşkesinin yürürlüğe girmesinden sonra dikkati çeken bir diğer husus da 1990'lı yıllarda sık sık görülen kirli savaş yöntemlerinin geri dönmesi oldu. PKK'li üst düzey yetkililere suikast yapmak için PKK saflarına intihar timleri gönderen Türk ordusu, HPG'yle girdiği çatışmalarda kimyasal silah kullandı, misket bombaları attı, ormanları ateşe verdi, operasyon ve çatışmalarda sivil araçlar kullandı. Kürtler, ateşkes sürecinde serhildan ruhuyla alanlara çıkıp PKK ve Öcalan'ın muhatap alınmasını, uzatılan barış elinin tutulmasını talep ettiler. Ancak tüm talepleri yine muhatapsız kaldı. Sözde sivil Anayasa'nın açıklanan taslağında ise Kürtlerin K'sinden bile bahsedilmediği ortaya çıktı.
1999 yılında susan silahlar, 5 yıl sonra 1 Haziran 2004'ten itibaren yeniden konuşmaya başladı. Çatışmaların yeniden tırmanmasının temel nedeni artan ordu operasyonlarıydı. Tarih yaprakları 2006 Eylülü'nü gösterdiğinde ufukta ateşkes belirdi. PKK ve Öcalan, 5. kez ilan edilecek bir ateşkes için ihtiyatlıydı. Ancak ulusal ve uluslararası ortam ateşkesi bir zorunluluk olarak hızla gündemleştiriyordu. DTP, ABD, hükümet, sık sık ateşkes için niyet bildiriminde bulundu. KKK'nin talepleri dikkate alacağı haberleri üzerine 12 Eylül'de olası bir ateşkesi önlemek için Diyarbakır'da bomba patlatıldı. Olayda 7'si çocuk 11 kişi hayatını kaybetti. 13 Eylül'de açıklama yapan KKK, 'Katliamın sorumlusu Türk özel savaş güçleridir' dedi. 29 Eylül'de Erdoğan, ateşkes için konuştu ve 'Ateşkes yanlış, PKK silah bırakır' açıklaması yaptı. Ateşkes tartışmasına 29 Eylül'de PKK Koordinatörü Edip Başer de katıldı ve 'Ateşkes yanlış ifade' dedi. 29 Eylül'de ise PKK'nin ABD'li Koordinatörü Ralston konuştu ve 'PKK'ye taraf statüsü veremem' ifadelerini kullandı. Aynı gün emniyet de görüş bildirdi. Emniyet, PKK muhatabımız değil açıklamasını yaptı. Ay sonuna doğru ateşkes talebine Öcalan'dan olumlu yanıt geldi. Öcalan, 28 Eylül'de yaptığı açıklamada, 'Gelin hep birlikte Türkiye'de ve Ortadoğu'da silahı sonsuza dek sonuç alma yöntemi olmaktan çıkaralım' çağrısı yaptıktan sonra, 'Barışa bir şans daha veriyor ve PKK'ye ateşkes çağrısında bulunuyorum' dedi. HPG ve KKK açıklamaya uyacağını belirtti, 1 Ekim tarihi itibariyle de ateşkes fiilen hayata geçti. Ancak ateşkes kararıyla birlikte operasyonlar birden bire artmaya başladı. Şırnak'a bağlı Cudi Dağı'nın Kursa Keça ve Tikera alanlarında başlatılan operasyon daha genişletilerek sürdürüldü, Bingöl'e bağlı Yayladere alanında başlatılan operasyonun da kapsamı genişletildi. Yüksekova'ya bağlı Çarçella dağına yönelik başlatılan operasyon ise durdurulmadı. 1 Ekim'de konuşan Erdoğan, ateşkesi değerlendirdi ve 'Durduk yere operasyon olmaz' dedi. Ancak gelişmeler bir kez daha Erdoğan'ın dediği gibi olmayacaktı. Türk adaletine sığınsınlar Ateşkes kararının alınmasından sonra ateşkese karşı takınacağı tavır merak konusu olan ordudan ilk açıklama 2 Ekim'de geldi. 2 Ekim'de ateşkesi değerlendiren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, ateşkesin sonuç doğurmayacağını net şekilde ortaya koydu, PKK'ye Türk adaletine sığınsınlar açıklaması yaptı. Büyükanıt, 'TSK silahlı tek terörist kalmayıncaya kadar terörle mücadelesini sürdüreceğini çeşitli defalar açıklamıştır' dedi. Bu sözlere yanıt Erdoğan'dan geldi. 2 Ekim'de Erdoğan, 'Güvenlik güçlerine 'tedbiri bırakın' gibi bir talep olamaz. Ama hiçbir şey yokken de herhalde güvenlik güçleri kendine bir görev çıkarmaz' diye konuştu. Büyükanıt'ın sözlerinin üzerinden henüz bir gün geçmişti ki Bölge'den çatışma haberleri gelmeye başladı. 3 Ekim'de sahneye bu kez Baykal çıktı ve hükümete 'Operasyon yapmak zorundasın' tepkisini gösterdi. Ankara'da bu tartışmalar yaşanırken ateşkes sonrası operasyonlarda korkunç bir artış yaşandı. 16 Ekim'de 15 günlük bilanço yayınlayan HPG, 15 gün içinde 34 operasyon yapıldığını duyurdu. HPG operasyonlar sırasında 19 çatışma yaşandığını, çatışmalar sonucu 9 asker ile 5 gerillanın da yaşamını yitirdiğini bildirdi. Kürtler ise ateşkese sık sık destek verdiler. 2 Aralık'ta Şırnak'ta binlerce kişi KKK'nin 1 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes kararına destek vermek ve askeri operasyonları protesto etmek amacıyla yürüyüş yaptı. Kitle, yönünü Cudi Dağı'na dönerek açıklama yaptı. Operasyonların sonraki günlerde de sürmesi üzerine 7 Aralık'ta açıklama yapan KKK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık, ateşkes sürecinin kritik bir aşamada olduğunu söyledi ve 'Ateşkes tehlikeli bir sürece girdi' dedi. Ovada siyaset yaptırmadılar Ateşkes sonrası Türkiye'nin gündemi Ağar'ın 9 Ekim'de yaptığı 'Gelsinler düz ovada siyaset yapsınlar' sözüyle yeniden hareketlendi. Ağar'a Baykal 10 Ekim'de sert tepki gösterdi ve 'Sen af çıkarırsan arkasından ne gelecek?' diye sordu. 14 Ekim'de ise Ağar-Büyükanıt savaşı başladı. 'Benim dönemimde asker konuşamaz' diyen Mehmet Ağar'a Büyükanıt'tan ağır yanıt geldi. Büyükanıt, 'O zat iktidarda olsa da biz bu konuları konuşuruz' dedi. 2 Kasım'da bir kez daha konuşan Büyükanıt, Türkiye'deki etnik tartışmalarla ilgili olarak, 'Atatürk bugünleri görseydi, kahrından giderdi' dedi. 19 Kasım'da ise Devlet Bahçeli, 'Vatan içerden hançerleniyor' diyerek sert mesajlar verdi. Siyasal irade tayin edildi Tarih yaprakları 20 Ekim'i gösterdiğinde Kürt sorununda Kürtleri kimin temsil ettiğinin açık göstergesi Ankara'da ortaya çıktı. Öcalan'ın siyasi irade olarak kabul edilmesi amacıyla oluşturulan Özgür Eşit Yurttaş Hareketi'nin başlattığı imza kampanyasının sonuçları açıklandı. Kampanyaya 3 milyon 243 bin kişinin destek verdiği bildirildi. 16 Aralık'ta ise Kürtler barış için Ankara'ya yürüdü. 983 seçilmiş Kürt temsilcisi, operasyonların durması, ateşkesin çift taraflı kılınması talepleriyle 16-18 Aralık tarihleri arasında Diyarbakır'dan Ankara'ya yürüdü. TBMM Başkanı Bülent Arınç, görüşme taleplerine randevu vermedi, Kürtler Abdi İpekçi Parkı'nda 10 dakikalık oturma eylemiyle Arınç'ı protesto etti. 2007 baskı yılı oldu 2007 yılının ilk günlerinde Türkiye menfur bir cinayetle sarsıldı. 9 Ocak'ta Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Osmanbey'de gazete binasının önünde öldürüldü. Yüzbinlerin buluştuğu cenaze töreninde en büyük kesimi Kürtler oluşturdu. Kürtler ve diğer halklar, 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganı atarak, Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyen derin odaklara çok anlamlı bir yanıt verdiler. Aslında Dink cinayeti 2007 yılının ne şekilde geçeceğinin de çok açık göstergesiydi. 2006 yılında süren hak ihlalleri 2007 yılında had safhaya ulaştı. Öyle ki gözaltı, tutuklama vakaları 1993 yılının dahi üzerine çıktı. Hak ihlallerinden iki camia çok derin yaralar alarak çıktı. 2007 yılının ilk ayından itibaren Kürt basın-yayın organlarına adeta nefes aldırtılmadı. 5 Ocak'ta Toplumsal Demokrasi, 6 Mart'ta Gündem, 23 Mart'ta Azadiya Welat, 30 Mart'ta Güncel, 9 Nisan'da Gündem gazetesi kapatıldı. 2007 yılında 11 ay içinde Kürt basın yayın organlarına tam 10 kez kapatma cezaları verildi. Terörle Mücadele Yasası kapsamında sürdürülen sürek avından DTP de nasibini aldı. Yeni yılın ilk 5 ayında 500 DTP'li tutuklandı, bini aşkın kişi gözaltına alındı. Eşbaşkanlar Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'a 1'er yıl 6'şar ay hapis cezası verildi. 21 Şubat'ta 'Kerkük'e yapılan bir saldırıyı Diyarbakır'a yapılmış sayarız' diyen DTP Diyarbakır İl Başkanı İbrahim Aydoğdu, bir gün sonra 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik' etme suçlamasıyla tutuklandı. Hapse atılanlar arasında DTP Mardin İl Başkanı Ferhan Türk, DTP Dersim İl Başkanı Hıdır Aytaç, DTP Van İl Başkanı İbrahim Sunkur, DTP'li Kızıltepe Belediye Başkanı Aydın Budak da vardı. Daha önce Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Hakkari Belediye Başkanı Metin Tekçe'ye 'Laz Direnç' imzasıyla tehdit mektupları gönderen karanlık bir isim, bu kez de 26 Mart'ta Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin'e, 10 Nisan'da Bostaniçi Belediye Başkanı Gülcihah Şimşek'e aynı isimle içinde zehirli madde bulunan birer mektup gönderdi. Bebek asker kurbanı oldu Kürtlerin pek çok zorluğa rağmen seçimlerde 22 milletvekiliyle Meclis'e girmesinden sonra milletvekilleri üzerinde psikolojik terör estirildi, DTP bu terörle baskı cenderesine alındı. Erdoğan, AKP yöneticileriyle medya, DTP'li milletvekillerine 'PKK'ye terör deyin' baskısı uyguladılar. Gebze Cezaevi'nde milletvekili olarak Meclis'e gönderilen Sebahat Tuncel hakkında dokunulmazlık kazanmasına rağmen yargılamasının devamına karar verildi. 3 davada yargılanan DTP eski Eşbaşkanı Aysel Tuğluk hakkında da benzer karar alındı. 24 Eylül 2006'da İçişleri Bakanlığının Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın başkanlık görevinin düşürülmesi başvurusunu değerlendiren Danıştay, belediyenin çokdilli uygulamasının Anayasa'ya aykırı olduğuna karar verdi. Danıştay 8. Dairesi, ayrıca Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın başkanlığının düşürülmesini kararlaştırdı. Siirt'in Pervari ilçesine bağlı Çemê Karê Yaylası'nda ekonomik ambargoya alınıp yolları askerler tarafından kapatıldığı için ateşi yükselen 6 aylık bir bebek hastaneye yetiştirilemeden öldü. Karakol yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunmaya giden bebeğin babasının da aralarında bulunduğu 15 kişi, Pervari'de gözaltına alındı. 12 Eylül 2007 günü HPG gerillalarının karakol bastığı yalanını öne çıkaran askerler, Dersim Ovacık ilçesi Yeşilyazı köyündeki evlere kurşun yağdırdı. Şemdinli Davası ise sivil mahkemeden alınarak askeri cezaevine verildi. 650'yi aşkın operasyon oldu 2007 yılının belirgin göze çarpan bir diğer özelliği de 2006'da süren operasyonların aynı hızda sürmesi oldu. Ordu, Bölge'de sık sık operasyonlara çıktı. Ancak operasyonların 1999 sonrasında düzenlenen operasyonlardan farkı vardı. İlk kez 2007 yılında 1990'lardakine benzer büyük çaplı, çok personelli operasyonlar düzenlenmeye başlandı. 14 Nisan'da Dersim'de tespit edilen 20 gerilla için düzenlenen kara ve hava operasyonuna tam 20 bin asker, 7 Mayıs'ta Cudi ve Gabar dağlarında HPG'ye yönelik başlatılan kara ve hava operasyonuna ise tam 20 bin asker katıldı. 2007 yılının Nisan ayı bilançosunu açıklayan HPG, bu ayda 68 operasyon gerçekleştirildiğini, 62 temas yaşandığını, en az 119 asker ile 22 gerillanın yaşamını yitirdiğini bildirdi. Operasyonlar devam ederken 3 Ocak'ta Erdoğan'dan koordinatör itirafı geldi. Erdoğan, Türkiye ve Amerika arasında PKK'yle mücadele için oluşturulan koordinatörlük mekanizmasının olumlu sonuç vermediğini söyledi. 29 Ocak'ta konuşan ABD'li Koordinatör Ralston da 'Türkiye PKK ile müzakere yapmalı' dedi. Ralston'un Mesud Barzani ile yaptığı görüşme sırasında söylediği bu sözler, Ankara'da büyük tepki uyandırdı. 8 Şubat'ta bu kez de Türkiyeli Koordinatör Edip Başer konuştu ve 'Güneyli Kürt liderlerle görüşebilirim' dedi. Başer'e yanıt 13 Şubat'ta Büyükanıt'tan geldi. Barzani'yi kasteden Büyükanıt, 'Hasmane konuşmalar yapıyor. Bu şekilde görüşmek mümkün değil' dedi. Koordinatörlük müessesesi sonuç getirmeyince Başer, görevden alındı, 22 Eylül 2007'de yerine Rafet Akgünay atandı. HPG verilerine göre Ateşkesin ilan edildiği 1 Ekim 2006-30 Ağustos 2007 tarihleri arasında 650'yi aşkın operasyon gerçekleştirildi. HPG verilerine göre bazı aylara ilişkin açıklanan operasyon bilançosu şöyle: 'Ekim 42, Kasım 38, Mart 58, Nisan 68, Mayıs 67, Haziran 77, Temmuz 39, Ağustos 45' Ordu yine çözüme karşı çıktı 16 Şubat'ta ABD'de sahneye çıkan Büyükanıt, hedefe yine Kürtleri koydu. 'Büyük oyun var' diyen Büyükanıt, 'Bugün, terörle mücadele bağlamında çok büyük bir oyun başlamak üzeredir. Yapacakları tek şey perdeyi açmak. Perde açılmak üzere. Genel af ilan edin, anayasanızı değiştirin, Kürt kimliğini tanıyın, genel eğitimde Kürtçe'yi resmi dil olarak kabul edin, terör örgütünün lider kadrosunda bulunanlara Avrupa'da siyasi mülteci hakları tanınsın diye istekleri var. Değil kabul edilmesi, düşünülmesi gündeme gelmeyecek istekler vardır' ifadelerini kullandı. Türkiye'de anti-Kürt dalga hızla yükselirken çok sürpriz bir isimden çok sürpriz açıklamalar geldi. 28 Şubat'ta Evren Sabah Gazetesi'ne konuştu. Evren'in 'Kürtlere kardeş muamelesi yapmalıyız. Kaç senesi var bilmem ama Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir. Kerkük'te haklarımız var ama gidip de işgal etmemize karşıyım. Türkiye, Kerkük'e girerse bütün dünyayı karşısına alır. DTP Meclis'e girsin' şeklindeki sözleri daha sonra tartışma başlattı. 2 Mart'ta Evren için inceleme başlatıldı. Kürtler düşman ilan edildi 2007 Mart ayında peş peşe ortaya çıkan gelişmeler ordunun vesayetini yeniden gündemin ilk sıralarına yerleştirdi. Nokta Dergisi Genelkurmay tarafından hazırlandığı belirtilen basın-yayın organları hakkındaki değerlendirme raporunu yayınladı. Raporda, gazetecilerin TSK yanlısı ve TSK düşmanı diye ikiye ayrıldığı ortaya çıktı. Büyük tepki toplayan andıca sadece Baykal sahip çıktı. Mart ayı sonunda Nokta Dergisi bu kez de 2004'te ordunun iki kez darbe planı yaptığını gün ışığına çıkardı. 12 Nisan'da konuşan Büyükanıt, PKK'den milliyetçiliğe, darbe hazırlığı iddiaları ve cumhurbaşkanı seçimine kadar gündemdeki konular hakkında görüşlerini açıkladı, 'Köşk adayı sözde değil, özde laik olmalı... Sınırötesi fayda sağlar, ama siyasi karar gerekli... Günlük konusunda belgesiz işlem olmaz' dedi. Büyükanıt'a bir gün sonra Sezer'den destek geldi. Sezer, 'Rejim hiç bu kadar tehdit altında olmadı' diye konuştu. 27 Nisan akşamı Genelkurmay, internet üzerinden hükümete muhtıra verdi. Muhtırada, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişeyle izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur' deniliyordu. Kürtleri de düşman ilan eden muhtıra karşısında tavrı merak edilen hükümet, ertesi gün orduya sert cevap verdi. Hükümet adına açıklamayı yapan Adalet Bakanı Cemil Çiçek, metnin 11. Cumhurbaşkanı'nı seçme sürecinde gece yarısı ortaya çıkmasının son derece dikkat çekici olduğunu belirterek, 'Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumludur. Genelkurmay yargıya müdahale etti' diye konuştu. 19 Ağustos 2007 tarihinde 'Türk Tarihi ve Kültüründe Avşarlar' konulu sempozyumda konuşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin Türkmen kökenli, Kürt Alevileri'nin ise Ermeni kökenli olduğunu öne sürdü. Açıklama, Kürtlerde büyük infial uyandırdı. Öcalan zehirlendi! Ateşkesin üzerinden henüz 5 ay geçmişti ki toplumsal barışı sabote edecek vahim bir gelişme yaşandı. 1 Mart 2007'de Roma'da basın karşısına çıkan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatları, müvekkillerinin saç örneklerinde yapılan incelemede, öldürücü hastalıklara neden olabilecek normalin üzerinde stronsiyum ve kroma rastlandığını açıkladı ve Öcalan'ın durumunu inceleyecek bir uluslararası sağlık heyetinin oluşturulmasını acil olarak talep etti. Bilimsel verilerle de desteklenen bu durum, Kürtlerde geniş bir infial oluşturdu. 4 Mart'ta 54 DTP'li belediye başkanı PKK'nin ilan ettiği ateşkes devam ederken böyle bir teşebbüste bulunulmasının Türkiye'nin iç barışı ve toplumsal huzuruna yapılmış 'tehlikeli ve art niyetli bir müdahale' anlamı taşıdığını bildirdi. Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in 'yalanı ortaya çıkaracağız' sözleri ise Kürtlerin tepkisine neden oldu. Tepkiler üzerine İmralı Adası'na bir sağlık heyeti gönderildi. 12 Mart'ta Adli Tıp Kurumu Öcalan'da zehirlenme vakası olmadığını duyurdu. Ancak toksikoloji uzmanları raporda çok ciddi eksiklikler olduğunu açıklayarak raporu güvenilir bulmadıklarını belirttiler. Raporu inandırıcı bulmayan Kürtler, Avrupa'da açlık grevi ve işgal eylemleri başlattı. Türkiye Öcalan'ın sağlığına kilitlenmişken Ankara'da birdenbire 'Sayın Öcalan' tartışması ön plana çıktı. Bir radyo programında Öcalan'a 'sayın' dediği iddia edilen Erdoğan'a yüklenen Baykal, 20 Martta 'Öcalan'a sayın diyen biri cumhurbaşkanı olmamalı' dedi. 5 gün sonra da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Erdoğan hakkında, 'sayın' dediği iddiaları üzerine inceleme başlattı, inceleme daha sonra beraatle sonuçlandı. Öcalan'ın sağlığı 2007 Newrozu'na da damgasını vurdu. Türkiye'nin 53 yerleşim biriminde kutlanan Newroz'a, hafta sonu olmamasına rağmen toplam 2 milyonu aşkın halk katıldı. Halk, meydanlarda İmralı'ya acil sağlık heyeti gönderilmesini talep etti. 4 kez disiplin cezası verildi Abdullah Öcalan'a yönelik tecrit ve katı muameleler 2006'da da sürdü. Yıl içinde Öcalan ile görüş 36 kez engellendi, görüşme ancak 22 kez yapılabildi. Öcalan, 2006 ve 2007 yılllarında ateşkes süresinde yaptığı görüşmelerdeki sözlerinden dolayı 4 kez cezaevi yönetimi tarafından disiplin cezasına çarptırıldı. Bir disiplin cezası uygulanmazken diğer cezalar hayata geçirildi. 19 Ocak'ta durumuna ilişkin açıklamalarda bulunan Öcalan, 'İntihara zorlanıyorum' dedi. Avukatlara 20 günlük hücre cezasının dışında fiili 7 günlük hücre cezası daha uygulandığını açıklayan Öcalan, intiharvari bir ölüme zorlandığını, oluşacak kötü sonuçları, halkın bunu istemeyeceğini bildiğinden böyle bir eyleme girişmeyeceğini, meydana gelebilecek bir ölüm olayından kendisinin sorumlu olmayacağını, devletin sorumlu olacağını söyledi. Öcalan, 19 Eylül 2007 tarihinde ise, 'Gelen doktorlar bana burundan akciğere kadar olan nefes borusunun artık iflas ettiğini söylediler' dedi. Kirli savaş geri döndü 1 Ekim ateşkesinin yürürlüğe girmesinden sonra dikkati çeken bir diğer husus da 1990'lı yıllarda sık sık görülen kirli savaş yöntemlerinin geri dönmesi oldu. Türk ordusu, HPG'yle girdiği çatışmalarda kimyasal silah kullandı, misket bombaları attı, ormanları ateşe verdi, operasyon ve çatışmalarda sivil araçlar kullandı. Türk ordusunun kullandığı kirli savaş yöntemlerinin başında kimyasal silah kullanımı yer aldı. 2007'de çıkan çatışmalarda ilk kimyasal silah yöntemi, 31 Haziran 2007'de Şırnak'ın Uludere ilçesi kırsalında bulunan Kela Meme dağında hayata geçirildi. Çatışmada 8 HPG gerillası hayatını kaybederken 7 Nisan günü Bingöl'ün Kiği ve Yayladere ilçeleri arasındaki bölgede HPG gerillalarıyla Türk ordu güçleri arasında çıkan çatışmada da kimyasal silahlar kullanıldı. Türk ordusunun 2007'de yürüttüğü kirli savaşın bir diğer boyutu da sivillere yönelmesi oldu. Özellikle Güney Kürdistan sınır hattındaki yerleşim birimlerini sık sık bombalayan Türk ordusu, bu alanlarda ciddi zarara ve can kayıplarına neden oldu. HPG'ye göre Türk ordusu 27 Şubat 2007 tarihinden itibaren Güney Kürdistan sınır hattına 25 ayrı bombardıman gerçekleştirdi. Bombardımanda çok sayıda köylü yaralandı, yüzlerce bağ ve bahçe zarar gördü, binlerce köylü de evlerini terk etmek zorunda kaldı. Türk ordusunun en çok başvurduğu insanlık dışı kirli savaş yöntemlerinden biri de ormanların yakılması oldu. 2007 yaz aylarından itibaren Bölge'de ormanlık alanlara yangın bombaları yağdıran Türk ordusu, özellikle Dersim, Botan, Amed ve Bingöl'de orman arazilerini hedefleyerek çıkardığı yangınlarda binlerce hektar ormanı yok etti. Bu süre içerisinde Şırnak'ın Besta ve Gabar alanında onlarca orman arazisi de Türk ordusu tarafından yakıldı. Türk ordusunun 2007 yılında işlediği diğer kirli savaş suçu da misket bombaları kullanması oldu. Türk ordusu, 31 Temmuz 2007'den itibaren Güney Kürdistan'a gerçekleştirdiği bombardımanlarda misket bombalarını yoğunluklu olarak kullandı. Araziye saçılan misket bombaları sivilleri tehdit ederken 9 Eylül'de Haftanin alanında bir misket bombasının patlaması sonucu 3 köylü yaralandı. Yaralılardan biri 12 yaşındaki bir çocuktu. Kürtler sık sık uyarılarda bulundu PKK operasyonların daha da artması, hak ihlallerinin dur durak bilmemesi üzerine çeşitli tarihlerde açıklamalar yaparak uyarılarda bulundu. 24 Kasım 2006'da KKK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, 'Ateşkesi gözden geçirebiliriz' mesajı verdi. 28 Kasım 2006'da bir kez daha konuşan Karayılan, 'PKK olarak sorunun demokratik ve barışçıl şekilde çözülebileceğini söylüyoruz. Bu kabul edilmiyorsa ikinci seçenek sınırların değişmesidir' dedi. 7 Aralık 2006'da artan operasyonları bu kez KKK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık değerlendirdi. Bayık, 'Türk ve Kürt halkları arasında kopma yaşanacak' uyarısı yaptı. 15 Mart 2007'de açıklama yapan KKK, Öcalan'ın zehirlenmesine ilişkin hükümetin yaklaşımının ciddi olmadığını vurgulayarak, 'Eğer erken davranılmazsa, yarın çok geç olabilir ve tarihin affetmeyeceği bir süreçle karşı karşıya kalınabilir' uyarısı yaptı. 19 Mart 2007'de ANF'ye demeç veren Kalkan da sürecin Kürtlerin imhasına dönüştürüldüğünü belirterek, 'Türk-Kürt ilişkisi kalmayacak. Biz 1 Ekim'de ateşkes ilan ederken, barıştan ve demokratik çözümden söz ederken, onlar ölümümüze zaten çoktan karar vermişler, ölüm mangalarını eğitip görevlendirmişler' diye konuştu. Kalkan, ayrıca TMYK'de öldürülecekler listesi, tutuklanacaklar listesi hazırlandığını belirterek, 'ölüm mangalarının bir bölümü elimizdedir' açıklamasında bulundu. 29 Mart 2007'de açıklama yapan HPG ise, 'Ateşkes anlamını yitirdi. Ateşkesi sürdürmekten çok nasıl bir savaş yürüteceğimizi tartışıyoruz' dedi. Aynı uyarılar 29 Mart 2007'de HPG Anakarargah Komutanı Bahoz Erdal'dan da geldi.Etiketler: Diaspora Kürtleri, kurdistan, turkey terror
Hüseyin İnan Tarih: 29 Eylül 2007 Cumartesi “Alışmış kudurmuştan beterdir” Türk atasözü. Sizin Kemalist takımının değerli dostu Kürt düşmanı Saddam döneminden kalan alışkanlığınız olan sıcak takip, yani Kürdistan’ı talan harekatı bu sefer tutmadı. Federe Kürdistan Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin Ankara ile Bağdat hükümetleri arasında iç işleri bakanlığı düzeyinde Ankara’da yaptıkları birkaç günlük heyetler arası görüşmelerde en önemli gündem maddesi olan, Güney Kürdistan topraklarına TC ordusunun sıcak takip adı altında müdahalede ve askeri operasyonlarda bulunmasına yönelik maddeyi veto etmesi Kürt diplomasisi ve Kürt yurtseverliği adına önemli bir başarı. ABD’nin desteğiyle yapıldığını da unutmamak lazım. Dünya değişiyor, stratejik ortaklar da değişir. Kürtlerin de bu değişimden yararlanma hakkı vardır. Buna işbirlikçilik diyen yalakaları ciddiye almaya değmez. Burada Türkiye’ye verilen mesaj şudur: Kürdistan yolgeçen hanı değildir. Saddam döneminde yaptığınız anlaşmalar bizi bağlamaz. O tür anlaşmaları unutun. Yine de şanslı sayılırız. Mesela Kürt liderlerden duymaya alışık olduğumuz ve Kürt halkına zarardan başka bir şey getirmeyen o utanç verici açıklamaları da duyabilirdik. Örneğin Barzani, Talabani’nin geçenlerde dediği gibi, şunları da söyleyebilirdi: “Türkiye ‘demokratik’ bir ülke. Oradaki Kürtler demokrasi (Türk demokrasisi!) çerçevesinde sorunlarını halletsinler. Ayrıca, Türkiye bizim topraklarda sıcak takip yapmak istiyorsa her halde bir bildiği vardır. Bir kaç köyü yakıp, yüzlerce vatandaşımızı öldürdükten sonra, demokrasinin gereği çekip giderler...” Oysa Barzani bir devlet adamı gibi davranarak ülkesine ve kendi iktidarına zarar verebilecek TC ordusunun PKK’yi bahane ederek girişeceği işgale dur demiştir. Ve böylece PKK için de bir koruma kalkanı yaratmıştır. Umarız Kürt partilerinin iktidar oyunları bizi mahcup etmez. Yani TC, Saddam döneminden kalma ve “hakkı” olduğunu her fırsatta iddia ettiği sınır ötesi operasyon “hakkı”nı pratikte kaybetmiştir. Kürtlere karşı uluslar arası anlaşmalarla resmen elde ettiği ölüm fermanını, kendi imzasıyla geçersiz kılmıştır. Bu içeride Kürtleri öldürmeyeceği anlamına gelmez. Şimdi içeriye daha çok saldıracaktır. ABD’de son dönemde tartışılan Irak’ın üçe bölünmesi fikrini ve buna paralel olarak böyle bir durum meydana geldiğinde, TC’ye “sınırları geçemezsin” diyecek bir resmi belge işlevi de görecek. Buna rağmen TC sınırı geçerse, Kürtlerin koyacağı tavır ve uluslar arası güçlerin tutumu, Kürdistan’ın geleceği açısından hayati önemdedir. Türk medyası, Kürtlerin vetosundan sonra “Peşmerge Kazandı” şeklinde yazılarla öfkeden kudurmuşa döndü. Bu Kürtler açısından iyiye işarettir. ABD’nin müdahalesinden bu yana söylenen “işbirlikçi Kürtler” çorbası yeniden ısıtılıyor. Oysa, ABD’nin 50 yıllık işbirlikçileri olduklarını ve halen de bu rolü canı gönülden sürdürmek istedikleri gün gibi ortada. Şu an uluslar arası konjektür tarihte hiç olmadığı kadar Kürtlerin lehine olmasına rağmen; Kürt, Parti, lider ve şahsiyetleri öyle garip açıklamalarda bulunuyorlar ki, insan her an her şeyin Kürtlerin aleyhine dönmesinden korkuyor... Eğer Kürtler bu sefer de kendi kuyularını kendileri kazmazlarsa, uluslar arası resmi bir statü kazanmaları hayal olmaktan çıkacaktır. Bu anlaşmaya rağmen, yine de PKK’nin bir rehavete kapılmadan her an bir operasyon olacakmış gibi, güçlerini konumlandırıp, uyanık olması gerekir. “Su uyur düşman uyumaz” lafı da bir Türk atasözüdür. PKK lider kadrosunun yakalanıp Türkiye’ye iade edilmesi gündeme gelebilir. Bu da güney ve kuzey Kürtleri arasında yaşanan yakınlaşmayı dinamitler. TC’nin asıl isteklerinden birisi de budur.
Belli çevreler şu günlerde şehit edebiyatı yapmaya yine hız verdiler. Bunlar belli ki akan kan üzerinden siyaset yapanlar, rant sağlayanlar. Çünkü kanın durması için hiçbir çabaları yok; hatta bu yöndeki çabaları ısrarla, inatla engelliyorlar. Öte yandan, askerse ”şehit”, Kürt partizanı ise şehit değil, ”terörist!” Cesedine bile binbir kötülük yapıyor, bazen kafasını, kulağını kesiyorlar, bazen yakınlarına vermiyorlar. Üstelik ona şehit diyeni 3 yıllık hapis cezasına mahkum ediyorlar! Ölen askerlerin birçoğunun Kürt olması ise bir başka ilgi çekici nokta. Diyarbakırlı, Bingöllü, Ağrılı, Hakkarili, Şırnaklı… Hatta Adanalı, İzmir’li, bilmem nereli denenler bile birçok durumda Kürt asıllı… Bunlar genellikle mayın patlaması sonucu veya, uzun menzilli silahlarla karakola ateş edilirken vurulanlar… Sözde eylemleri PKK yapıyor, ama öldürülen askerlerin çoğu Kürt.. Bazıları operasyonlar sırasında önde yürütülen korucu Kürtler.. Geçende Kürt kökenli bir asker de Yüksekova’da, asker yemeği götürürken güya yanlışlıkla askerler tarafından vuruldu.. Bunlar gerçekten rastlantı mı, yoksa bölgeye, yani savaş cephesine çoğunlukla Kürt askerler mi gönderiliyor? Yoksa bir başka oyun mu söz konusu? Yani Türk militarizmi, Kürt asıllı bu askerleri kendi eliyle kurban edip, ardından PKK öldürdü diye gösterip bir taşla iki kuş mu vuruyor?.. Onların sırtından propaganda mı yapıyor? Çünkü, yargıçları, kaymakamları bile ”hizaya getirmek” maksadıyla ”sağa sola bomba attıran” komutanlar için, istenen askeri aracın yanında mayın patlatmak zor bir iş değil. Hangi karakolda, hangi saatte kimin nöbet tuttuğunu bilip orayı hedef seçmek de… Çünkü bu militarist devlet acımasızdır. Halkın çocuklarının hayatı ise ucuzdur. Bu devlet, kendi haince planları için onların bir bölümünü kendi eliyle kurban etmekten çekinmez. Hele onlar Kürt iseler, zaten düşmandan sayılırlar ve ölümleri bu baylara zevk bile verir… Son olarak 19 Eylül günü Bitlis’te bir karakola ”uzun menzilli silahlarla” açılan ateş sonucu Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın kuzeni Erkut Babacan hayatını kaybedince ve Mustafa Şahin adlı er de yaralanınca akla aynı şey geliyor. Bu da bir başka açıdan, ”bir taşla iki kuş” sayılır. Militarist kesimin AKP’ye karşı tavrı malum.. Böyle bir hedef seçilirken hem Babacan ailesine acı verilir, hem de AKP Kürtlere karşı kışkırtılır… Bu kadarı da olur mu diyeceksiniz.. Ama bu kadarı ne ki! Bu devlet 80 bin askerini bir gecede, bir maceraperest komutanın, İttihatçı Enver’in hırsı uğruna Sarıkamış’ta dondurmuş bir devlettir. Bu devlet daha yakın zamanda, eylemi solculara yüklemek ve darbe zemini yaratmak için kendi Marmara Gemisi’ni batırmış, kendi Kültür Sarayı’nı yakmış bir devlettir. Bu devlet ortalığı kızıştırmak için nice seçkin gazetecisini, savcısını, bilim adamını kurban etmiş bir devlettir. Onların yanında bu çocuk oyuncağı kalır. Osmanlı’da oyun çoktur! Diyeceksiniz ki PKK yapmasa bu konuda açıklama yapar.. Böyle derseniz PKK’yı da tanımıyorsunuz demektir. Yeter ki ”eylem” olsun, PKK, yapmasa bile üstlenmeyi sever.. Dengê Kurdistan
Etiketler: kurdistan, turkey terror
ABD'de Birleşmiş Milletler binasında yaptığı konuşmada Tadiç, ''Kosava'nın bağımsızlığı Kürtleri de ayrılma noktasında daha da kararlı hale getirir'' dedi. Tadiç, ''Kosova Bölgesi'nin bağımsızlığı dünyadaki çok sayıda etnik oluşumu ülkelerinden ayrılama noktasında harekete geçirir. Kosova'nın bağımsızlığından sonra Kürtler de bağımsızlığını elde edebilir. Bunun dışında da dünya da çok sayıda Kosova gibi yer meydana gelebilir.''dedi. Sırp lider Tadiç, ''Ülkesinin Kosova'nın bağımsızlığını hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini ancak sorunları Kosova'lı yetkililerle müzakereler yoluyla çözmeye de hazırdır olduğunu'' söyledi.
Seyit Evran /
17 Ekim 1917 devriminden sonra Rusya, Orta Asya ve Kafkasya'da yaşayan halklara özgürlük umudu doğdu. Dünya coğrafyasının büyük bir bölümünü kapsayan bu topraklarda yeryüzünde bulunan bütün halklardan insanlar yaşıyordu. 17 Ekim Devrimi'yle bu hakların, yerleşik olanlarına cumhuriyet, yabancı olanlara -yani sonradan gelenlere- ise otonomi ve ulusal kültürel özerklik hakları tanındı. Bu coğrafyanın bir halklar mozaiği olduğunun en iyi örneklerinden biri de 102 halkın yaşadığı Kazakistan'dır.
Bu halklardan biri de Kürtler... Kürtlerin Kafkasya'ya geliş hikayesi 3 dönem biçiminde ele alınıyor. İlk geliş Çarlık döneminde olduğu söyleniyor. Bunun yanı sıra Osmanlı Rus savaşları döneminde buraya gelen halklar bu ilk dönem içinde ele alınıyor. Her ne kadar bu konuda yazılı tarih olmasa da o dönemi bizzat yaşayanlar bu şekilde değerlendiriyor. İkinci göç tarihi ise 17 Ekim Devrimi'nden sonra sınırların çizilmesiyle Sovyetler Birliği sınırları içinde kalanların kendi tercihleri olmamasına rağmen artık bu ülkenin yurttaşlığına geçmesiyle ele alınıyor.
Üçüncü sürgün hikayesi de Kuzey Kürdistan'da Ağrı isyanı dönemine denk geliyor. Göçlerle gelip önceden Çarlık Rusyası, ardından Sovyetler Birliğine yerleşen Kürtlere de 17 Ekim Devrimi'nden sonra bir payî düşüyor. Halklara özgürlükî şiarı ile gerçekleştirilen 17 Ekim Devrimi'nden sonra Sovyet topraklarında yaşayan Kürtlerin payıîna da 1923 yılında şu an Azerbaycan sınırları içinde bulunan ve başkenti Laçin ilan edilen Kızıl Kürdistan Özerk bölgesi oluştu. 19 Temmuz 1923'te Azerbaycan Komünist Partisi'nin merkez organı Bakü İşçisi gazetesi oluşuma şu ifadelerle yer verdi: Azerbaycan MYK kararı uyarınca, Dağlık Karabağ'ın tesis edilmesiyle ilgili aran (düzlük) Karabağ'ı iki kazaya ayrılacaktır. Birisinin merkezi Ağdam, diğerinin merkezi Cebrayıl olacaktır. Kürdistan da özgün bir kaza biçiminde oluşturulacaktır.î
Ancak yıkılış nedenleri henüz tam bilinmemekle birlikte Kızıl Kürdistan'ın ömrü çok uzun sürmedi. Kızıl Kürdistan üç yıl sonra yani 1929 yılında yıkıldı. Lenin, Kızıl Kürdistan için 40 milyon rublelik bütçe ayırdı
Kafkasya da yaşayan Kürtlerin Laçin'e gönderilerek kurulan Kızıl Kürdistan, şimdiye kadar konuştuğumuz Kürt şahsiyetlerinin anlatımlarına göre, dönemin Azerbaycan Komünist Parti Genel Sekreteri Nariman Bagirov'un büyük çabaları sonucu ortadan kaldırıldığına işaret ediliyor.
Ancak şimdiye kadar en çok anlatılan, yerel düzeyde de olsa yazılan yıkılış hikayesi ise Azerbaycan, Ermenistan ve Sovyetlerin eski lideri Stalin arasında kurulan ilişkilerin neden olduğudur. Bu hikayeye göre ki bu konu Lenin'in yazılarına da dayandırılıyor- kuruluş öncesi Lenin tarafından Kızıl Kürdistan için 40 Milyon Rublelik bütçe ayırıyor. Lenin'in ölümünden sonra Kızıl Kürdistan'ın teknik, sanayi, eğitim yatırımları için ayrılan bu bütçe Stalin tarafından Ermenistan'a kaydırılıyor. Ve bundan sonra Azeriler ile Ermeniler arasında süren toprak sorununun çözümüne karşılık olarak Kızıl Kürdistan feda edildi.
Kızıl Kürdistan'ın yıkılmasının ardından Kürtler bir süre daha mücadelelerini sürdürürler. Kızıl Kürdistan'ın yıkılışından 8 yıl sonra 1937'de Ermenistan'ın başkenti Erivan'da 'Raya Teze' gazetesi çıkarılır.
II. Dünya Savaşı'nın ayak seslerinin kendisini iyice hissettirdiği yılladır. Dönemin Sovyet yönetimi Türkiye ve İran sınırlarında bulunan azınlık halklarının kendisine ihanet edeceği düşüncesine saplanmıştır. Komünist Parti Genel Sekreteri ve Sovyet Lideri Stalin'in talimatı üzerine harekete geçen İçişleri Bakanı Lavrenty Berya, bu halkların hepsini sınırlardan 200 km iç bölgelere sürerek acılı bir sürgüne tabii tutar. Kafkasya'dan Orta Asya'ya sürülen Kürtler, burada da mücadelelerini sürdürür. Kürtlerin ancak Stalin'in ölümünden sonra tekrar Kafkasya'ya dönerler. Bu kez 1937 yılında yayına başlayan 'Reya Teze' gazetesinin yanı sıra 1957'de Erivan'da Kürtçe yayın yapan bir radyoyla birlikte ömrü 2 yıl süren Kürtçe eğitim veren Dil Enstitüsünü kurarlar.
Tanıklar anlatıyor
Ermenistan'a dönen Kürtler kurumlaşma çalışmalarına girişirken Orta Asya'da kalan Kürtler ise Kızıl Kürdistan'ı yeniden diriltmek için büyük bir çaba içine girerler. Bunun öncülüğünü yapan ve halen Bakü'de yaşayan Mehmet Babayev 1961'de Timur Ali, Hüseyine Nebo, Mehmet Emin Aziz, Hüseyin Sadıkov, Çerkezê Beko'dan kurdukları 9 kişilik bir heyetle Moskova'yı ziyaret ederler. Dönemin Komünist Parti Genel Sekreteri ve Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev'in sekreteriyle görüşerek taleplerini anlatırlar.
Komiteyi karşılayan Kruşçev'in danışmanlarından Vader ve Şumonsky, başkanları hazır olmadığından kendileri ile görüşemeyeceğini söyler. Bunun üzerine Kürt heyeti hazırladıkları dilekçeyi Kruşçev'in sekreterine verirler ve isteklerini bir kez de sözlü olarak anlatırlar. Heyetin içinde yer alan Prof. Dr. Hüseyin Sadıkov Moskova'da temaslarını şöyle anlatıyor: 'Biz sekretere yaşadığımız sürgünü, sahip olduğumuz dil, kültür, tarih ve kimlikle bir halk olduğumuzu söyledik. Ancak birçok zorlukla karşı karşıya kaldığımızı, 1923 yılında bizim adımıza Kızıl Kürdistan diye bir yer kurulduğunu ve halkımızın yaşadığı parçalanmışlığa daha fazla yol vermemek için, kendimizi koruyup, kültürümüzü geliştirmek için, tekrardan Kızıl Kürdistan'ımızı dirilterek halkımızı uğradığı asimilasyondan kurtarmak istediğimizi söyledik.î Sadıkov, bu görüşmeden sonra Moskova'nın hiçbir talebine cevap verilmediğini söylüyor.
'Gittiğimiz gibi geri döndük'
Aynı komite içersinde yer alan Mehmet Emin Aziz ise, gittik ve gittiğimiz gibi geri döndükî diyerek Moskova ziyaretini özetliyor. Halen Kazakistan'ın Almati kentinde yaşayan Emin Aziz gözyaşları arasında o günleri şöyle anlatıyor: 'Biz onlara isteklerimizi aktardık. Bizi güzelce dinlediler. Ama sonuçta şunu söylediler; 'biz size kültürel otonomi verelim. Yani Kırgızistan'da 1, Kazakistan'da 3, Azerbaycan ve Türkmenistan'da birer tane olmak üzere size 6 tane kültürel otonomi merkezlerini açma hakkı verelim'. Bunun üzerine söz hakkı alan Babayev, 'Kültür Merkezlerini biz de biliyoruz. Bunların varlığından da haberimiz var. Bize bunlar değil üzerinde halkımızla birlikte yaşayacağımız toprak lazım. Bize kültür merkezi değil ülke lazım' der. Babayev'in bu anlatımlarını dinleyen Kuruşçev'in sekreter kararlı olduğumuzu görünce, konuştuklarımızı ve istemlerimizi Devlet Başkanı Kruşçev'e aktaracağını, isteklerimizin çok ciddi olduğu, üzerinde düşünülmesi gerektiği, istenen toprakların Azerbaycan topraklarında kaldığı, bu topraklar için Azerbaycan'a baskı yapamayacaklarını, sorunu çözmeleri için Azerbaycan Komünist Partisi ile Meclisine ileteceklerini söyleyerek görüşmeyi bitirdi.'
Aziz biraz ironik ve birazda duyduğu acılardan yüzünde zoraki beliren bir gülümseme ile evet bize o günlerde yani 42 yıl önce düşüneceklerini söyleyenlerin hala düşündüklerini görüyoruzî diyerek Moskova'nın vereceği kararı ne kendisinin ne de çocuklarının görmediğini ve bundan sonra da görmeyeceğini söylüyor.
1961'de Moskova'dan bir cevap gelir. Cevap bekledikleri gibi, yani ilk görüşmede heyete aktarılanlar olduğu gibi tekrar ediliyor. Bunun üzerine Kızıl Kürdistan savaşımını verenler işlerin pekte kolay olmayacağını görürler ve bunun üzerine bir süre sessiz kalırlar. Biraz özgürlükler yanlısı gibi görünen Kruşçev'in açılımlar yapma istemlerinden cesaret alarak harekete geçen ve hiçbir sonuç elde etmeden evlerine dönen Kürtler, olası yeni fırsatların ortaya çıkmasını beklerler. Bu süre zarında ilişkilerini sürdürürler.
Kruşçev'den sonra Brejnev, Andropov'un devlet başkanlığı sırasında da henüz koşulların oluştuğunu görmeyen komite beklemeye devam eder. Bu uzun bekleyiş ta ki Gorbaçov iktidara gelen kadar sürer. Gorbaçov yönetime geldiği gibi reform yönünde attığı adımlar ile birlikte Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorunundan dolayı başlayan savaş, Kızıl Kürdistan'ı inşa komitesinin yeniden harekete geçmesine neden olur.
Dağlık Karabağ savaşına kadar temel stratejileri bekleyip uygun zamanı kollamak olan komite, bu süre içerinde Kürtler içerisinde örgütlenme çalışmaları yürütürler.
Grubun liderliğini yapan Babayev, 1988-89 yılında Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorunundan ötürü çıkan savaşta bir kez daha sahneye çıkar. Babayev, Kürtlerin Kızıl Kürdistan'a kavuşmasının tek yolunun savaş olduğunu söyleyerek, Azerbaycan'a karşı silahlı mücadelenin verilmesi gerektiğini söyler.
Bunun üzerine Kafkasya ve Orta Asya'daki Kürtler arasında hararetli bir tartışma başlar. Komiteden bazı üyeler Babayev'in bu görüşüne karşı çıkarken, bazı üyeler ise sessiz kalır. Halktan ve aydınlar arasında kısmen de olsa destek gören Babayev, savaş sırasında Ermenilerin kendi topraklarında yaşayan Kürtlere yönelmesi üzerine ileri sürdüğü görüşü yeniden düşünmeye başlar. Babeyev'in ileri sürdüğü 'silahlanıp savaşalımî görüşüne karşı çıkan komitenin diğer üyeleri arasında da farklı düşünceler ortaya çıkar. Bazı üyeler, 'Tekrar Moskova'yı ziyaret edelim' görüşünü ileri sürerken, bazıları ise Azerbaycan'da ata toprakları olamayan yerler için savaşmaktansa Kürdistan'da PKK tarafından başlatılan savaşa katılma önerisi yaparlar.
Almati derelerinde oportünizm tartışması
Babayev tarafından gerçekleştirilen toplantılar zaman zaman sert tartışmalarda sahne olur. Tartışmaların ana konusu: 'Kızıl Kürdistan savaş ile mi yoksa barış ile mi kurulacak?î Ancak bu kez yürütülen savaş tartışmalarının, Azerbaycan ile Kızıl Kürdistan için savaşma yerine ülkeye gidilerek PKK saflarında savaşılmasının gerektiği şeklinde gelişiyor. Bu ateşli tartışmaları başlatanların başında ise 90 yaşındaki İkinci Dünya Savaşı gazilerinden Azelxan Mustafayev geliyor.
Mustafayev, Kuzey Kürdistan'da 80'li yıllarda başlayıp hala süren bir savaşın olduğunu, buna rağmen kendilerinin Almati'nin derelerinde toplanıp tartışmalarının oportünizmden başka bir şey olmadığını söyler. Almati'de yaşayan Mustafayev, 'bize öncülük yapan Babayev'e 'ülkemizde savaş var. Ülkemizde yanmaya başlayan ve her geçen gün biraz daha gürleşen özgürlük savaşına gidip katılmamız gereken yerde buralarda bunları tartışmamızın hiç bir anlamı yoktur' dedim. Fakat gel gör ki, Babayev'in 89 yılında Azerilerle Ermeniler arasında dağlık Karabağ sorunundan dolayı başlayan savaştan faydalanmak amacıyla gidip savaşarak hakkımızı alalım dayatmasına karşı çıkanlar, Babayev'in benim söylemlerime katılmasını bir kez daha engelleyerek başkaları için çokça gösterdiğimiz çabaları ülkemiz için göstermemizden bizi bir kez daha alı koydu' diyor.
Kürtler arasında bu tartışmalar sürerken, Azerileri kendi topraklarından söken Ermeniler bu kez Ermenistan'ın sadece Ermenilerin yaşadığı bir ülke haline getirmek için Kürtlere yönelirler. Ermenilerin Kürtlere baskılarını nedeni Hasan Hacı Süleyman ise, 'Ermeniler 1915'teki Ermeni katliamının intikamını bizden almak istedilerî diyor.
Hacı Süleyman, Babayev'in 'savaşalım' görüşünü savunanlardan. Ermenilerin Kürtlere yönelimleri, halklar arasında düşmanlık geliştirmek isteyenlerin çabaları sonucu meydana geldiği düşüncesinde. Bu süreçte Kürtlere ait evlerin yakıldığını, sokak ortasında cinayetler işlendiğini belirten Hacı Süleyman, 'yapacağımız tek şey kalmıştı o da Ermenistan'dan ayrılmaktı. Ölseydik de öldürülseydik de vazgeçmeyeceğimiz bir şeyde vardı, o da Kızıl Kürdistan davası. Biz bunları yaptık ve o gün göç ederek Ermenistan'dan çıktık, o günden beri geldiğimiz Almati'deyizî diyor.
Komünist Parti Başkanı körüklüyor
Dağlık Karabağ sorunundan ötürü Ermeniler ile Azeriler arasında alevlenen savaşın, Ermenistan'da yaşayan Kürtleri nasıl etkilediklerini öğrenmek için görüşlerine başvurduğumuz Dil Bilimci Prof. Dr. Kinyas Mirzoyev, 'Ermeniler Türkiye'nin gerçekleştirdiği Ermeni katliamının intikamını bizden almaya başladılarî diyerek sözlerine başlıyor. Mirzoyev, tüm Ermenileri hedef göstermenin doğru olmadığını belirterek, tarih boyunca iyi ilişkiler içersinde olan iki halk arasında korkunç düşmanlıkların gelişmemesi için Kürtlerin Ermenistan'ı terk ettiğini söyledi.
Mirzoyev, her şeye rağmen bu olaylara neden olanlar hakkında ise şunları dile getirdi: 'Ermenilerin orada Kürtlere yönelimi yürütülen ciddi bir parçalama politikanın sonucuydu. Kürtler önce Êzîdî ve Müslüman olarak ayrıştırıldı. Kürtlere karşı oynanan oyun Êzîdî Kürtlerinin kimliklerine Kürt değil de Êzîdîdir diye yazılmasıyla devam edildi. Müslüman Kürtlerin, Türk olduğu ve Türklerin yandaşı olduğu şeklindeki propagandalarla sürdü. Bu propagandalarla Êzîdî Kürtleri bu yönelime araç haline de getirildi. Örneğin Êzîdî şeyhlerinden Hasan, Keleş ve Kerem yaptıkları açıklamalarla Kürtlere yönelimi meşrulaştırdılar. Ama Êzîdî Kürtlerin aydınları buna hem karşı çıktılar hem de halkımızın o ateşin içinden çıkarılmasında büyük rol oynadılar. Karleni Çaçani, Prof. Dr. Şakıro Mıho, Halıt Çetoyev, Çerkeze Reş, Celile Celil, Amerike Serdar, Prof. Dr. Şeref Eşiri, Prof. Dr. Saidi İbo gibi aydın, yazar ve bilim adamı yaptıkları radyo ve TV konuşmalarında Kürtlerin Êzîdî, Müslüman diye bir ayrıma tabii tutulmasının yanlış olduğu dikkat çekerek, bu yaklaşımlar Kürtlerin katliamını meşrulaştırma anlamına geleceğini söylediler. Verdikleri bu çabalar sonucu halkımızı o ateşin içinden çıkardılar. Orada bende birkaç kere bu yönelimleri durdurmak için televizyonlarda konuşmalar yaptım. Çünkü Kürtlerin evleri yakılıyor, öldürülüyor hatta evlerinin içinde bile yakılanlar oluyordu. Yani burada Müslümanlık Azeri ve Türk olmakla bir tutulmuştu. Aslında yapılmak istenen mezhep çatışmasıydı. Tek bir çaremiz kalmıştı oradan çıkmak ve bizde onu yaptık. Bu kez adı konmamış bir sürgündü başlayan, çünkü halkımız bununla bir parçalanmışlığı daha yaşadı. Rusya'ya, Özbekistan'a, Ukrayna'ya gidenler ile gelip Kazakistan ve Kırgızistan ülkelerine yerleşenlerde oldu. Bu neden yapıldı? Bana göre oradaki potansiyelimizden, var olan kurumlarımıza sahip çıkmamızdan ve Kızıl Kürdistan'ı yeniden diriltme çabalarından duyulan korkulardı. Sorumluları ise Ermeni Biliminsanı Komünist Parti Sekreteri Galust Galuyan, yine bilimler akademisi öğretim görevlisi Babik Asetyan gibi tanınmış insanlardı. Bunlar orada milliyetçiliği pompalayarak Ermenistan'ın sadece Ermenilerden oluşan bir ülke olmasını sağlamak istediler.Ancak biz Sovyet Kürtleri tarihten silinmemizi oluşturduğumuz kurumlar aracılığıyla başardık.'
Babayev gizli toplantılarla işe başladı
Ermenilerin Kürtlere yönelmesi Kürtlerin Ermenistan'ı terk etmeleriyle sonuçlanınca komitenin çalışmaları, daha önce yeniden 'Moskova'ya giderek Devlet Başkanlığı ile görüşme arayışlarında olunmalı' görüşünden yana olanların istemi doğrultusunda gelişiyor.
Gorbaçov özgürlüklerden yana adımlar atmış olsa da Babayev işe gizli toplantılarla başlıyor. 1989 yılında yaşadığı Azerbaycan'daki Kürtler arasında toplantılara başlayarak sırasıyla Türkmenistan, Gürcistan, Ermenistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Kazakistan Kürtleri arasında gizli toplantılar yaparak işe başlayan Babayev, vermek zorunda oldukları mücadeleyi anlatıyor.
Kazakistan'ın Almati kentinde gerçekleştirilen toplantıya katılanlardan Doç. Dr. Hanım Sadıkova, Babayev'in bu toplantıları Sovyetlerde yaşayan Kürtleri örgütlemek ve kendi sorunlarına sahip çıkmak amacıyla yaptığını söylüyor: 'Bu toplantıların yapılması Gorbaçav'lu Sovyetlerde kısmen de olsa başlayan özgürlük ortamından biz Kürtler de yararlanmak istedik. Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un attığı açılım adımları en çokta ezilen biz Kürtlere yaradı. Çünkü bu durum Babayev'in toplantıları ile üzerimize serpilmiş ölü toprağından silkinmemize neden oldu.î
Toplantılar serisinin içeriği hakkında da bilgi veren Sadıkova, toplantılarda yapılan tartışmalarda tanınan bu özgürlük ortamından Kürtlerin nasıl yararlanabileceği, haklarını nasıl elde edebileceği, bunun için hangi yöntemlerle hareket etmeleri gerektiği ve son tahlilde Kızıl Kürdistan'ı yeniden nasıl diriltebileceklerini ele aldıklarını söylüyor.
Sovyet Kürtlerinin Büyük Özlemi: Kızıl Kürdistan -3
Kürtlerin, hakları için Orta Asya denkleminde gerçekleştirilen toplantılarda bazı kararlara gittiğini belirten Doç. Dr. Hanım Sadıkova, en önemli kararın ise 1961 yılında Moskova'ya giden heyetin hayatta kalan üyeleri genişletilmiş bir heyetle tekrar Moskova'ya giderek Devlet Başkanı Mihail Gorboçov'a Sovyet Kürtlerinin durumunu aktarma kararı olduğunu söyledi.
Kürtlere retçi yaklaşımın sürmesi üzerine Kürt temsilcilere yeniden Moskova yolu görünür. Kızıl Kürdistan'ı İnşa Komitesi, Moskova'ya giderek bir kez daha sorunun çözümünün devlet yönetiminden istenmesi kararlaştırıldıktan sonra tartışmalar bu kez gidiş tarihi ve biçimi üzerinde sürdürülür. Almatı'da 1989'da kurulan Almatı Kürt Kültür Merkezi'nde yapılan son toplantı da Sovyetlerin Alman faşizmini yenilgiye uğrattığı 9 Mayıs Bayram kutlamaları da dikkate alınarak mayıs ayında Kürtlerin yaşadığı Kafkasya ile Orta Asya ülkelerinden en az beşer kişilik bir heyetle Moskova'ya gidilmesi karara bağlanır. Komite böyle bir kararla toplantıları bitirirken, kendi aralarında yaptıkları toplantıda ise 'bu kez çözüm yolu bulunmadan Moskova'dan dönülmeyecek' kararlığıyla Kürtlerin yaşadıkları ülkelerdeki Kürt ileri gelenlerine haber verilerek Moskova'ya gidecek heyetlerin hazırlanması istenir. Almatı Kürt Kültür Merkezi'nde yapılan son toplantıya katılan Ramazan Seyidov o günlerde gerçekleştirilen toplantılar, yapılan tartışmalar ve Moskova'ya gidilmesi durumunda neler yapılacağını şöyle anlatıyor: 'Toplantılar bazen çok sert geçti. Biz gençler ülke gerçekliğini bilmediğimizden dolayı 'Kızıl Kürdistan'ın yeniden diriltilmesi için mücadele edelim' görüşünü savunurken özellikle ülkeden göç tarihlerini hala hatırlayan yaşlılarımız ise 'gerçek ülkemiz Kürdistan için mücadele vermeliyiz' görüşünü savundukları için tartışmalar sertleşiyordu. Ancak her şeye rağmen sonuç olarak Moskova'ya gidiş kararlaştırıldı. Moskova'ya gidiş onaylanırken komitenin ortak kararı olarak ortaya çıkan çok önemli bir husus da şu oldu: Bu kez Moskova'dan boş dönülmeyecek, mitingle başlanacak ve çözüm bulununcaya dek eylemselliğe devam edilecekti.'
Yeniden yollara düşme vakti
Mayıs ayı başından itibaren Kürtler, cumhuriyetlerden yollara dökülerek Moskova'ya akarlar. O günlerde Kazakistan'dan gelen temsilciler arasında bulunan Gülçek Seyidova, 'Moskova Kürtlerin istilasına uğramış gibiydi' diyor. Aydınından köylüsüne, çobanından akademisyenine, sanatçısından işçisine kadar her kesimden Moskova'ya binlerce Kürt gelir. Moskova'daki Rusya oteli Kürtlerden geçilmiyordu. Her yeri Kürtler doldurmuştu. O günlerde Kırgızistan temsilcileri arasında bulunan Barzani Yusubov ise, 'gelmesi gereken Kürtlerin hepsi 5 Mayıs'ta Moskova'ya gelmişti. Ancak ben bu kadar insanın geleceğini tahmin etmiyordum' diyor. Yusubov, daha önce devletle görüşmelerde bulunması için Mehmet Babayev, Ali Abdurrahman Hatun Seyidova, Prof. Dr. Kinyas Mirzoyev, Vekil Mustafayev, Hüseyine Nebo, İşxane Aslan ile Rustem Broyi'den oluşan komitenin devletle görüşmeler için girişimlerde bulunmaya başladığını, ancak devletin bunu kabul etmemesinden dolayı yapmayı kararlaştırdıkları eylemlere başlama kararını aldıklarını söyledi.
Moskova'da ilk Kürt mitingi
Komitenin görüşme girişimleri sonuçsuz kalınca Moskova'ya akan Kürtler yaptıkları mitingle gövde gösterisi yaparlar. 7 Mayıs günü yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı İsmailovsky parkında gerçekleştirilen mitingin ardından devlet yetkilileriyle görüşmelere başlanır. Görüşmeler sonuçsuz kaldıkça Moskova'ya çözüm için gelen Kürtler yine eylemlerine devam ederler. Bu kez eylemler Moskova'nın en merkezi yerlerinden biri olan Puşkin Meydanı'nda sessiz oturma şeklinde sürdürülür. Oturma eyleminin beşinci gününde Kürt eylemciler Sovyet polisinin müdahalesiyle karşı karşıya kalır. O günlerde Kırgızistan temsilcisi olarak Moskova'ya gelen Gülçek Abdulla, polis saldırılarını şöyle anlatıyor: 'Buralarda kendimizi yabancı hissediyorduk. Kaldı ki öyleydik. Ama madem 1926 yılında böyle kabul etmemişsek ve bizim de üzerinde yaşabileceğimiz bir yer ayrılmışsa o zaman biz adımıza ayrılan bu yerin kavgasını vermeliydik. Ancak bu bize çok görüldü ve daha ben yokken o hak elimizden alınmıştı. Biz en demokratik bir biçimde o hakkımızı istemeye gelmiştik, bize herhangi bir cevap verilmeyince hakkımıza ilişkin devlet bir adım atana kadar oturma eylemimizi devam ettiriyorduk. Hiç kimseyi rahatsız etmeden binlerce insan orada öyle oturuyorduk. Ancak Sovyet polisi bunu bize çok gördü ve vahşice saldırdı. Herhangi bir şiddet eyleminde de bulunmuyorduk. Fakat onlar bize karşı çok zalimce davrandılar.'
Rus kadınları sahiplendi
Kazakistan'dan gelen temsilciler grubu içerisinde bulunan Bedire Musa ise polislerin saldırısıyla Rus kadınlarının kendilerine yönelik sahiplenme duygusuyla yaklaştıklarını söylüyor: 'Ok yaydan çıkmıştı artık geri adım atmak yoktu. Kaldı ki zaten karar herhangi bir çözüme kavuşturulmadan ve devlet yetkililerinden söz almadan geri dönmek yoktu. Biz devlet Başkanı Gorbaçov'la görüşmeye gelmiştik. Ama bize Moskova'da olmadığı, Çin'de olduğu söyleniyordu. O ya da danışmanları kim olursa olsun görüşüp onlardan bir söz almadan Moskova'dan bize dönüş yoktu ve öyle de yaptık.' Bu arada polisin saldırısına rağmen binlerce kişinin Puşkin meydanındaki eylemleri sürer. 8. gününde Danışman Gavril Popov heyeti görüşmeye çağırır. Danışman Popov başkanlığındaki bir heyet, kabul ettiği Kürt heyetinin isteklerini bir kez daha dinledikten sonra devletin resmi görüşünü açıklar. Popov, Kürt heyetine Azeriler ile Ermeniler arasında mevcut durumda bir savaşın sürdüğü, ikinci bir savaşın başlamaması ve Kızıl Kürdistan sorununun çözümü için bir komisyon oluşturulacağını söyler. İlerleyen tarihlerde Kürt heyetiyle birlikte Laçin'e giderek durum hakkında bir araştırma yapılarak çözüme ilişkin karar verilmesi gerektiğini belirtir. Kürtler, verdikleri mücadele sonucunda kazandıkları başarıdan duydukları sevinçle Kremlin'i terk ederler. Komite önce kendi arasında ve daha sonra da eylemdeki Kürtlerle ile tartıştıktan sonra beklemekten başka bir çarelerinin kalmadığı kararına ulaşarak Moskova'dan ayrılır.
Beklemek 'kader' oldu
19 Mayıs 1989 yılında Gorbaçov'un Başdanışmanı Gavril Popov'un komite kurma sözü vermesinin ardından evlerine dönen Kürtler beklemeye başlarlar. 1989 yılı mayıs ayından itibaren başlayan bekleyiş bir türlü bitmeyince Kürtler, Sovyet halkları arasında başlayan hareketlilik; Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Özbekistan'da kendilerine yönelik saldırılar başlayınca tekrar Moskova'nın yollarını tutar. Moskova'ya 1991'de yeniden gitmek zorunda kaldıklarını belirten Hüseyine Nebo o günlere ilişkin şunları söylüyor: 'Son gelişimiz artık hiçbir umut içermiyordu. Çünkü Sovyetler sallanıyordu. Yıkıldı yıkılacak gibiydi Sovyetler. Gorbaçov yıkılışın önüne geçmek için çırpınıyordu. Biz Gorbaçov'la görüşemeyeceğimizi bile bile Moskova'ya geldik ve Gorbaçov'la görüşemedik. Bu kez Popov ile bile görüşemedik. Geldiğimiz gibi geri döndük. Artık elimizde bir tek şey kalmıştı: Kültürel otonomi kurma hakkı! Bazı yerlerde bu kurumları kurmuştuk, örneğin Kazakistan'da. İşte bundan sonra yapacağımız çalışma kurduğumuz kurumları koruyarak güçlendirme ve kurumlarımızın olmadığı yerlerde de kurum kurmak oldu. Çok geçmeden Sovyetler yıkıldı. Birçok halkın payına belli bir toprak parçası üzerine ülke kurmak düşerken, bizim bunca çabamızdan sonra bir türlü kurtaramadığımız Kızıl Kürdistan yerine bize de Kültür Otonomileri düştü. Ama her şeye rağmen biz davamızda haklıydık. Bugün fırsatı bulursak yine aynı mücadeleyi veririz.' (Bitti)
Seyit Evran
lekolin.org'dan alınmıştır
Etiketler: Diaspora Kürtleri
Gönderen: rizgarionline Tarih: 29.09.2007 Saat: 10:22 Katkıda Bulundu rizgarionline Rizgarî Online/Kürdistan Bölge Başkanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, bölge halkı ve Kürdistan Bölge Hükümeti’nin (KRG), Amerikan Senatosu tarafından alınan kararı desteklediğini duyuruldu. ABD Senatosu’nun Irak’ın üç ayrı federatif bölgeye ayrılması yönündeki kararının ülkenin anayasası’yla da uyuştuğunu bildiren Bölge Başkanlığı, federal sistemin Irak’ın parçalanması anlamına gelmediğini aksine ülkedeki birlik ve beraberliğe hizmet edeceğini bildirdi. Kürdistan Bölge Başkanlığı’nın yazılı açıklamasında ayrıca şu ifadelere yer verildi. “Amerikan Senatosu’nun Irak’ın federal bir yapı içerisinde üç ayrı bölgeye ayrılması kararı, ülkedeki sorunların çözümünü de sağlayacaktır. Irak için en iyi yol hiç kuşkusuz Federal sistem olacaktır. Bu sistem sayesinde ülkedeki tüm farklı grupların ulusal, siyasal ve kültürel hakları da güvence altına alınacaktır.” “Uzun yıllar boyunca özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren Kürdistan Halkı, Amerikan Senatosunun kararını çok olumlu karşılamıştır” denilen Başkanlık açıklamasının devamında, “federal sistem sayesinde ülkedeki güvenlik sorununun çözüme kavuşacağına inanmaktayız. Öte yandan Federal sistemle birlikte Irak’ta daha önce görülen ‘diktatörlük’ tamamen tarihe karışacaktır. Irak’ın toprak bütünlüğünü de garanti altına alaçak olan Senatonun kararını her yönüyle destekliyoruz” vurgusunda bulunuldu.
Haber gecmisine ait linkler:
Dersim'de askerler sivilleri taradı: 1 ölü
Askerler hem taradı hem de tutanak tuttu
12:36/Dersim'in Hozat ilçesi Boydaş Köyü'ne odun toplamaya giderken askerlerin ateş açması sonucu yaşamını yitiren Bülent Karataş, binlerce kişi tarafından sloganlar eşliğinde toprağa verildi.
Dersim'in Hozat İlçesi Boydaş Köyü'ne Ali Rıza Çiçek ile birlikte odun toplamaya giderken askerlerin ateş açması sonucu yaşamını yitiren Bülent Karataş, dün akşam saatlerinde toprağa verildi. Cenaze törenine DTP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Tunceli Belediye Başkanı Songül Erol Abdil, Hozat Belediye Başkanı Cevdet Konak, DTP, EMEP, ESP, İHD üyeleri, Tunceli Barosu avukatları, Tunceli Belediye Meclis üyeleri ve Temel Haklar ve Özgürlükler Derneği üyelerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda demokratik kitle örgütü temsilcisi katıldı.
Ailesi sinir krizi geçirdi Karataş'ın çarşı merkezinde bulunan evinin önünde bir araya gelen binlerce kişi, 'Katil devlet hesap verecek', 'Bülent Karataş ölümsüzdür', 'Anaların öfkesi katilleri boğacak', 'Dersim faşizme mezar olacak' şeklindeki sloganlar eşliğinde ilçe mezarlığına kadar yürüdü. Burada kılınan namazın ardından Karataş için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Karataş'ın toprağa verilmesi esnasında annesi, eşi ve kardeşleri sinir krizi geçirirken, Karataş'ın anne ve kardeşleri defin sırasında Kürtçe 'Seni vuran eller kırılsın, bizi bırakma' şeklinde ağıtlar yaktı. Karataş'ın resimlerinin taşındığı cenaze törenin ardından kitle ilçe merkezine kadar sloganlar ve alkışlar eşliğinde yürüdü. DERSİMEtiketler: kurdistan, kurds, kürt, turkey terror
Gönderen: rizgarionline Tarih: 29.09.2007 Saat: 11:31 Katkıda Bulundu rizgarionline Ertuğrul Mavioğlu*/Diyarbakır'da 1990 sonrasında göçe zorlanan ailelerin oturduğu beş mahalledeki 5 bin 706 hane üzerinde yapılan bir araştırma, Türkiye'de ekonomik açıdan en dipte olanların yaşam gerçeklerinin, Afrika ülkeleriyle yarıştığını göstermekle kalmadı, daha da kötüsü bu insanların geleceğe dair umutlarının tükendiğini de ortaya koydu. 'Diyarbakır Kent Yoksulluk Haritası' başlıklı araştırmaya göre zorunlu göç, hem işsizliğin, hem de yoksulluğun ana nedeni. İşsizlik ve yoksulluk ise cehaletin alt edilmesini önlerken, umutsuzluğu da artırmakta. Rapor açıklanırken bir konuşma yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, devletin yurttaşına 'hayır' yaparak değil, hakkıyla, emeğiyle onurlu bir şekilde geçinebileceği istihdam alanı açması gerektiğini söyledi. Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği ve Diyarbakır Yerel Gündem 21'in 2006'nın aralık ayında başlattığı araştırma, Gürdoğan, Fatihpaşa, Körhat Huzurevleri ve Peyas mahallelerinde toplam 36 bin 221 kişiye yapıldı. Çok yoksul gecekondu insanlarının yaşadığı bu mahallelerin ortak özelliği, hemen hemen tüm nüfusun zorunlu göç mağduru olması. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile Kayapınar Belediyesi'nce de desteklenen proje Barış Dikilitaş koordinatörlüğünde yapıldı. Araştırma, dün Diyarbakır'da kamuoyuna açıklandı. Araştırmanın ana başlıkları şöyle: Güvencesizler Araştırmaya göre, gerçek anlamda sosyal güvenlik sistemine bağlı olanların oranı sadece yüzde 26,3 düzeyinde. Hiç sosyal güvencesi olmayanlar yüzde 19,3'ken, sadece sağlık destek işlevi gören yeşil kart sahiplerinin oranı yüzde 54,3. Hane reislerinin yaşamına bu açıdan bakıldığında, işsiz, geçici işsiz veya kayıtdışı ekonominin eksik istihdam koşullarında çalışanların oranı yüzde 73,6'ya çıkıyor. Eğitimsizler Gürdoğan Mahallesi'ne ait veriler dışarıda tutulmak kaydıyla, görüşme yapılan toplam 4 bin 586 hanenin yüzde 71,5'inde altı yaş üzeri en az bir kişinin okuma-yazma bilmediği tespit edildi. Okuma-yazma bilmeyen toplam 6 bin 50 kişinin 4 bin 712'sini kadınlar, 1338'ini ise erkekler oluşturuyor. Okuma-yazma bilmeyenlerin yüzde 77,9'unu kadınların oluşturması, eğitimdeki cinsel ayrımcılığın vardığı boyutları da kendiliğinden ortaya çıkarıyor. Araştırma yapılan hanelerin yüzde 18,1'inde ise okul çağında olup okula gitmeyen en az bir çocuk var. Muhtaçlar Araştırmaya katılan hanelerin yüzde 79,7'si hanenin temel gereksinimlerini karşılamak için yardıma ihtiyaç duyduklarını belirtti. Geçimlerini herhangi bir yardıma ihtiyaç duymaksızın karşılayabildiklerini ifade eden ailelerin oranı yüzde 19,2 ile sınırlı. Geçimlerini sağlamak için yardıma ihtiyaç duyduğunu belirten hanelerde öncelikli ilk üç ihtiyaç kategorisi ise 'gıda', 'iş' ve 'kira'. Yardıma ihtiyaçları olduğu halde, hanelerin yüzde 70,9'unun hiçbir kişi ya da kurumdan yardım alamıyor oluşu ise bir diğer ayrıntı. Açlık sınırının altında yaşıyorlar Araştırmanın yapıldığı hanelerin büyük çoğunluğunun geliri, 403 YTL'lik asgari ücretin altında. 5 bin 706 hane arasında net bir geliri olmadığını söyleyenlerin sayısı 309. 64 hanenin aylık geliri ise 50 YTL'nin altında. Aylık gelirinin 51 ile 150 YTL arasında olduğunu söyleyen hane sayısı 916 ve bu, araştırmanın yapıldığı mahallelerin yüzde 16,1'ine denk düşüyor. Geliri 151-250 YTL arasında olanların toplam içindeki yeri yüzde 14,1. Bin 419 hanenin aylık kazancı 250-350 YTL aralığında. Bu dilimin toplamdaki yüzdesi 24,9'a denk düşüyor. 351-500 YTL arasında kazananlar da toplam içinde yüzde 22'lik bir orana erişmiş durumda. Zorunlu göçle hayli hırpalanmış olan bu mahallelerde sadece 933 hanenin kapısından ayda 501 YTL ve üzeri para giriyor ki, bunun oranı yüzde 16,4. Elde edilen bu sonuçlara göre, aylık geliri 500 YTL ve altında olan hanelerin oranı yüzde 83,6'ya ulaşıyor. Bu bulgu, Türk-İş'in yaptığı son araştırmaya göre 655 YTL olan dört kişilik ailenin 'açlık sınırı'nın da altında. Göçzedeler 1990-2000 yılları arasında köylerinden Diyarbakır'a göç eden 2 bin 77 hanenin yüzde 51.6'sı temel göç sebebi olarak 'bölgedeki çatışmaları' gösterdi. Göç nedeninin 'ekonomik' olduğunu belirten hanelerin oranı ise yüzde 30,5. Temel göç nedenini 'eğitim olanakları' şeklinde özetleyen hanelerin oranı ise toplamda yüzde 14,6 ile sınırlı. Umutsuzlar Araştırmaya katılan 36 bin 221 kişiyi barındıran 5 bin 706 hanenin yüzde 70,8'i aç, perişan olmakla kalmamış, geleceğe dair umudunu da tamamen yitirmiş durumda. Araştırmaya katılanların sadece yüzde 29,2'u durumun daha iyi olabileceği yönünde bir beklentiye sahip bulunuyor. Vasıfsızlar Hane reislerinin yüzde 20'si uzun süreden beri işsiz olduklarını söyledi. Yüzde 38'i kendilerini "vasıfsız işçi" olarak nitelendirdi. Bu kategoriye hamallık, pazarcılık, ayakkabı boyacılığı, gündelikçilik, seyyar satıcılık ve temizlikçilik gibi işler giriyor. Hane reislerinin yaklaşık yüzde 60'ı yalnızca geçici işlerde çalışıyor. *Radikal gazetesi/29 Eylül/2007
Etiketler: kurdistan, kurds, kürt, turkey terror
Güney Kürdistan Hükümeti, İran'ın yeniden Kürt köylerini bombalamasını kınayarak, bir an önce bombardımana son verilmesini istedi. Kürt hükümeti yaptığı açıklamada, 'Geçtiğimiz haftalardan bu yana İran İslam Devleti Irak Kürdistan'ının sınırını bombalıyor' dedi. Bunun sonucunda bazı köylerin yıkıldığı ve binlerce köylünün mağdur olduğunu belirten Kürt hükümeti, bu top atışlarını 'iç hukuka aykırı' bularak komşuluk ilişkilerine zarar verdiğini ve Irak'ın egemenliğini ihlal ettiğini bildirdi. Saldırıları kınadıklarını belirten hükümet, İran rejiminden en kısa sürede bu saldırı ve tehditleri durdurmasını istedi. Kürt hükümeti, Federal Irak Hükümeti'nden de İran'ın saldırıları karşısında tavrını açık bir şekilde ortaya koyması çağrısında bulundu. Kürtler ayrıca Birleşmiş Milletlere de çağrı yaparak, saldırılara tepki göstermesini istedi. HEWLER
ANF/NEW YORK (28.09.2007)- İrlanda Cumhurbaşkanı Mary Robinson, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’a Türkiye’de Kürtlerin durumunu sordu. Bill Clinton’la, Hırvatistan ve Doğu Timor cumhurbaşkanlarının da bulunduğu panelde Erdoğan, Türkiye'deki Kürt orijinli azınlık olmadığını söyleyerek, dil yasağını savundu. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, ABD’de Clinton Küresel Girişimi Toplantısı çerçevesinde düzenlenen ''Küresel Çok Etnikli Toplumun İnşası'' adlı panelde, eski İrlanda Cumhurbaşkanı Mary Robinson'un Kürtlerin durumuna ilişkin sorusuyla karşılaştı. ABD eski başkanı Bill Clinton, Doğu Timor Cumhurbaşkanı Jose Ramos Horta ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı Stjepan Mesic ile ABD’li ünlü medya patronu Rupert Murdoch’un da katıldığı toplantıyı, yöneten İrlanda Cumhurbaşkanı, Erdoğan’a "Türkiye'de büyük bir Kürt azınlığı var. Kürtçe ülkenizde geçmişte yasaklanmıştı ama şimdi değil. Bu da ulusal uzlaşmaya yardımcı oluyor. Bu konuda görüşleriniz nedir?" diye sordu. Yine konu hakkında inkarcı ve gerçekleri saptıran bir dil kullanan Türkiye başbakanı ise soruya karşılık şunları söyledi: ERDOĞAN: TÜRKİYE’DE KÜRTLER HİÇ AZINLIK OLMADI ''Bir şeyi düzelterek sözlerime başlamak istiyorum. Bunlardan bir tanesi Türkiye'de Kürt orijinli vatandaşlarımız azınlık hukukuna tabi değildir. Onlar, bir bütünün parçalarıdır. Hiçbir zaman Kürt orijinli vatandaşlarımız azınlık olmamıştır. Bunu şöyle bir ayırmakta fayda var. AB ile müzakere sürecinde olan bir Türkiye olarak azınlık hukuku farklıdır ama bütün değerlendirilmesi şu ana kadar Türkiye'de resmi dil Türkçedir. Şu anda da resmi dilimiz Türkçedir. Fakat Kürtçe gerek kullanımda gerek yayında gerekse Kürt orijinli vatandaşlarımızın, Kürt vatandaşlarımızın kendi hayatlarında kullanabilecekleri, öğrenmeye yönelik rahatlıkla kurslar açabilecekleri bir döneme girdik ve bununla ilgili anayasal değişiklikleri yaptık. Kopenhag Siyasi Kriteleri süreci içerisinde attığımız adımlardır. Şu anda bunun uygulaması vardır. Yani televizyonlarda yayın yapabiliyor, bunun yanında kurslar olabiliyor. Herhangi bir eğlence programı, bilboardlarda vesaire bu tür yayınlarını rahatlıkla yapabiliyorlar. Bu süreç başlamış vaziyette. Burada herhangi bir mani söz konusu değil. Bunu özellikle anlatmakta fayda görüyorum. Türkiye'de biz çok etnili bir toplumuz. Vatandaşlık noktasında durum farklı. Farklılıkları zenginlik olan gören bir ülkeyiz. Olaya böyle yaklaşıyoruz.'' Erdoğan, bu konuda kültürün en önemli başlıklarından bir tanesinin dil olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Ve bu dil bizim de zenginliğimizin en önemli yanı... Ama dili ülkede birliğin beraberliğin bütünlüğün bir aracı olarak değerlendirirsek, inanıyorum ki, o zaman halkın devletle iletişiminde de çok önemli bir unsur olacaktır. Aksi takdirde devletle iletişimde de halk, birey sıkıntılar çekebilir. Bundan dolayı da biz şu ana kadar resmi dilin Türkçe olmasından herhangi bir sıkıntı çekmedik. Şu anda resmi dil Türkçe... Ama dediğim gibi kullanımda, yayında kendi aralarında ana dillerini konuşmada, öğrenmede, kurslar açmada böyle bir sıkıntı yoktur. Anayasal zemini oluşmuştur.'' İRLANDA ESKİ CUMHURBAŞKANI: ERDOĞAN GÜRCÜ KÖKENLİ Bu arada toplantıyı yöneten İrlanda eski cumhurbaşkanı Mary Robinson, Kürtlere ilişkin soruyu sorduğu Türkiye Başbakanı Erdoğan'ı tanıtırken yaptığı kısa konuşmada, ''Küresel Çok Etnikli Toplumun İnşası'' adlı panele ''kökenlerinde Gürcülük olan Başbakan Erdoğan'ın'' da katılmasının hoş bir tesadüf olduğunu belirtmesi dikkat çekti.
Etiketler: kürt, turkey terror
Rizgarî Online/ABD yönetimi, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, ''Terör örgütü PKK'nın elinde, Amerikan yapımı top ve tank gibi ağır silahlar var'' sözleriyle ilgili, açıklama yaptı, ''Elimizde, bu suçlamayı destekleyecek hiçbir bilgi yok'' dedi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tom Casey, günlük basın toplantısında Erdoğan'ın bu açıklamayı 'neye' dayanarak yaptığını 'bilmediğini' söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tom Casey, günlük basın toplantısında Erdoğan'ın bu açıklamayı 'neye' dayanarak yaptığını 'bilmediğini' söyledi. "Ağır askeri ekipmanların 'nasıl' PKK'nın eline geçtiğini anlamak oldukça güç. ABD'nin, PKK'yı desteklemesi söz konusu olamaz" diyen Casey, ellerinde böyle bir suçlamayı destekleyecek hiçbir bilgi 'olmadığını' söyledi. Erdoğan, 27 Eylül'de konuşma yaptığı New York'taki Dış İlişkiler Konseyi'nde ilk kez, PKK'nın Amerikan yapımı hafif silahların yanı sıra top ve tank gibi ağır silahları bulunduğunu açıklanmış, ABD'nin bu konuda gerekli hassasiyeti göstermediğini belirtmişti. Öte yandan, ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada da, Türkiye ile Irak arasında yapılan terörle mücadele işbirliği anlaşmasının memnuniyetle karşılandığı belirtildi. Açıklamada "PKK ve diğer terörist örgütlerin tasfiyesinde en iyi yaklaşım, işbirliği" denildi. Federe Kürdistan yönetim ise, Türkiye ile F.Irak arasında imzalanan terörle mücadele anlaşmasının müzakerelerine çağrılmamasını "üzüntüyle karşıladığını" belirtti. Kürdistan hükümetinin dış ilişkiler sorumlusu Felah Mustafa Bekir, Erbil'de yaptığı açıklamada , "Bu konuda ilgili taraf biziz. Bizi müzakerelere çağırsaydılar veya anlaşmanın içeriği hakkında bilgilendirseydiler çok daha iyi olurdu" dedi.
Gönderen: rizgarionline Tarih: 28.09.2007 Saat: 10:13 Katkıda Bulundu rizgarionline Rizgarî Online/ Federal Irak Dışişleri bakanı Hoşyar Zebari, ‘’Irak hükümetinin PKK’nin çıkarılmasına yönelik Türk hükümeti ile herhangi bir anlaşma imzalamadığını’’ söyledi. El-Hurra TV’ye konuşan Zebari, ‘’Hiç bir ülkenin egemenliğinin ihlal edilmesini kabul edeceğine inanmıyorum. Bunun için hiç bir ülke anlaşma olmaksızın başka bir ülkeye içişlerine karışma ve ülkesine askeri güç göndermesi hakkı vermez. Irak hükümeti, PKK’nin çıkarılmasına yönelik Türk ordusunun Irak topraklarına girmesi için Türk hükümeti ile herhangi bir anlaşma imzalamadı.’’dedi. PNA’nın bildirdiğine göre Zebari, ‘’Her ne kadar Saddam rejimi döneminde Türkiye’ye 20–30 km’ye kadar içeri girme hakkı verildiyse de yeni hükümet bu izni hiç bir zaman vermez’’ dedi. ABD’nin “Irak’ın üç parçaya bölünmesi” planı ile ilgili Zebari, ‘’ Bütün Irak’lı liderler Irak’ın bütünlüğü üzerinde aynı düşünceye sahip. Irak’taki hiç bir parti ve taraf Irak’ın bölünmesi ve parçalanması talebinde bulunmadı. İş bu şekilde değil. Bundan dolayı Federalizm bölünmeden farklıdır. Arap dilinde dahi bu birlik anlamında kullanılıyor’’ dedi.
Etiketler: kurdistan, turkey terror
Gönderen: rizgarionline Tarih: 29.09.2007 Saat: 09:41 Katkıda Bulundu rizgarionline Christopher Torchia*/ Kürdistan'ın başkentindeki reklam panolarında lüks alışveriş merkezleri ve otellerden övgüyle bahsediliyor, ancak ülkede bankacılık ve sigorta sistemlerinin iyi işlediği pek söylenemez. İnşaat sitelerinin üzerinde vinçler beliriyor, ancak çok az hükümet yetkilisi bu yapıların kalitesini denetliyor. Ekonomik gelişim devam ediyor. Bir meslek odasının bürosunda girişteki işaret, Irak'ın Kürt yönetiminin kontrolündeki bu bölgesinde iş çevrelerinin başıboşluğunu özetliyor. Yazılı uyarıda, "Lütfen silahınızı resepsiyonda bırakın" yazıyor. Irak'ın geri kalan bölgesinde mezhep çatışmaları ya da Amerikan güçlerinin diğer gruplarla savaşı yaşanırken, Bağdat'ın kuzeyindeki Kürd bölgesi çoğunlukla daha güvenli bir yer. Burada gelişme gösteriliyor, çünkü güvenlik durumu nispeten daha iyi, ancak ekonomi zayıf ve ithalata bağımlı, ayrıca siyasi belirsizlikler ve kurumların şeffaf olmayışından da etkileniyor. Bazı yatırımcılar, henüz el atılmamış bir petrol zenginliğinin bulunduğu bu fakir bölgede, Batılı tarzı iş çevrelerinde kabul edilemeyecek bir şekilde risk alarak faaliyette bulunuyor. Bu şirketlerin arasında Avrupa merkezli Kürd işadamları, ABD, Türkler, Körfez Arapları ve az sayıdaki Avrupalı ve Amerikalılar var. Virginia merkezli Sigma International Construction, Erbil çevresinde 350'den fazla lüks ev inşa ediyor. Sigma'nın Kürdistan'daki direktörü Jim Covert, 80 evin satıldığını ve müşterilerin de bölgesel kabineden bazı bakanlar olduğunu söylüyor. En pahalı ev olan rezidanslar 580 dolara alıcı buluyor. Covert, Sırp ve Bangladeşli işçileri çalıştırdığını, çünkü onların Kürd işçilerden daha yetenekli olduğunu söylüyor. Amerikalı idareci, "İnsanlar tereddüt dahi etmiyor. Burada insanların parası var ve para harcayacakları daha güzel bir şey de yok" diyor. Her ne kadar inşa edilen yapılar bilbordlardaki parlayan ütopik iş kuleleri ve etrafı gür otlarla çevrili beş yıldızlı otel reklamlarından bir hayli uzak olsa da, aynı iyimserlik şehir boyu dizilen inşaat alanlarında da görülebiliyor. En azından, havaalanı yakınında "Hayal Kenti" adıyla yapılan ev inşaatları söylendiği tarihte bitmeyecek. Bölgesel yatırım kurulu geçen yıldan bu yana toplam 5 milyar dolar değerindeki 51 projeye lisans vermiş ve bu paranın da yaklaşık yüzde 20'si harcanmış. 20 yıl öncesinde Kürdistan köylerinin çoğu Saddam'ın Kürdlere karşı uyguladığı Enfal kampanyası döneminde sistematik olarak yok ediliyordu. Amerika'nın kendilerine verdiği desteğe rağmen, BM'nin Irak'taki diktatörlüğe uyguladığı yaptırımlar Kürtlere de zarar veriyordu. İki büyük şehir olan Erbil ve Süleymaniye'nin yeni havaalanları var ve yeni binalar, yollar, evler, alışveriş merkezleri ve okullar yapılıyor. Erbil'deki yeni bir benzin istasyonu, Amerika'daki herhangi bir çevre yolundaki istasyon kadar iyi görünüyor. Kredi kartı geçerli, 16 pompası, komşu Türkiye'den gelen patates cipsleri, çikolatalar satan bir mini marketi var. Türk hükümeti, Kuzey Irak'ın uzak köşelerinde üsleri bulunan Türkiyeli Kürd asilere karşı sınır ötesi operasyon tehdidinde bulunsa da Kürdistan'da yüzlerce Türk şirketi faaliyette bulunuyor. Bir diğer siyasi belirsizlik kaynağı da Kürdistan'ın Bağdat ile ilişkisi. Petrol ve gelir paylaşımı yasa tasarılarıyla ilgili tartışmalar, birleşik, merkezi bir hükümetin kuruluşunu engelliyor. Kürd liderler kendi petrol yasa tasarılarını hazırladıktan sonra, Teksas'tan Hunt Oil Şirketiyle araştırma anlaşması imzaladılar. Anlaşmanın imzalanmasının ardından ulusal petrol bakanlığı derhal bu anlaşmanın meşruiyetini sorguladı. Kürdistan bölgeye yatırımın gelmesi amacıyla geçen yıl yabancı yatırımcıların burada serbestçe arsa satın almalarının yolunu açacak bir yatırım yasasını kabul etti. Ayrıca yabancı yatırımcıların vergi ödemeden elde ettikleri karları ülkelerine göndermelerinin ve ithalat yapmalarının yolunu açtı. Ancak bankacılık sistemi çok açık, paranın ülke dışına çıkarılması oldukça zor. Ayrıca sigorta sektörü de neredeyse yok, pek çok otomobil sahibi, aracını kaskosu olmadan kullanıyor. Yabancı kuruluşlar Kürdistan'da kurumlaşma çalışmalarına yardımcı oluyor. Bilgisayar kullanımı gibi temel bilgileri öğretiyorlar. Ancak şeffaflık kültürü henüz oluşmadı ve iş anlaşmaları sıklıkla kişisel ilişkilerin gücüne bağlı kalıyor. Kürdistan'da güçlü bir sınai ve zirai temelin eksikliği hissediliyor ve bölge çoğunlukla süt ve tahıl ithalatı gerçekleştiriyor. Kürdler, kalitesinin üstün olduğu düşüncesiyle İran ve Türkiye'den su satın alıyor. Tüm problemlerine rağmen pek çok Kürd iyimser. *AP/ ERBİL, 24/09.2007 Hazırlayan: kaya Vural
Vatan Başbakan Tayyip Erdoğan, New York'ta yaptığı konuşmada PKK ile ilgili çok önemli bir bilgi verdi. Erdoğan, "PKK'nın elinde ağır silahlar var, tankı var topu var dedi. Başbakan şöyle devam etti: "Bize gelen istihbaratlara göre, Kuzey Irak'ta PKK kamplarında ağır silahlar var.PKK kamplarında top, tank ve buna benzer Amerika'ya ait maalesef ağır silahlar çıktı. Bunun yanında yakaladığımız PKK terör mensuplarının ellerinde silahlar çıktı, bunu Amerikalı yetkililer sonunda kabul ettiler” dedi. Erdoğan, Dış Politika Konseyi'nde bir konuşma yaptı ve soruları yanıtladı. Erdoğan, 'Türkiye'de ABD'ye sempati yüzde 9 oranında, ABD'ye düşmanlık sadece Irak'la mı ilgili? “ sorusuna şu yanıtı verdi: “Böyle bir kamuoyu araştırmasını biz yaptırmadık, ama ciddi bir aleyhtarlık olduğunu biliyorum. Bu aleyhtarlığın, yani ABD'ye aleyhtar olma konusunun önceliğini şu anda Irak konusu çekiyor, bunu söyleyebiliriz. Orta Doğu politikaları çekiyor diyebilirim, İsrail-Filistin noktasındaki gelişmeler, Irak'taki gelişmeler, bu işte önem arz ediyor. Çok çok önemlisi özellikle Irak'taki gelişmelerle bağlantılı olarak Türkiye'deki bölücü terör örgütü PKK'nın Kuzey Irak'ta konuşlanması. Hele son zamanlarda PKK terör örgütünün elinden irili ufaklı Amerika'ya ait silahların çıkması, Türkiye'de korkunç bir tepki meydana getirmiştir.” Seçimlerde bu konun partilerinin aleyhine kullanıldığını ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “PKK kamplarında top, tank ve buna benzer Amerika'ya ait maalesef ağır silahlar çıktı. Bunun yanında yakaladığımız PKK terör mensuplarının ellerinde silahlar çıktı, bunu Amerikalı yetkililer sonunda kabul ettiler. 'Evet' dediler. 'Bazıları işte bölgeler terk edilirken, oralarda kaldığı için onlara kaldı' dediler. 'Bazıları korsanlar, silah tüccarları vasıtasıyla bunlara ulaştırıldı' denildi. Bu tabii Türk halkı üzerinde çok çok olumsuz tesirler meydana getirdi ve bu noktayla ilgili de biz doğrusu hala o beklediğimiz tavrı göremedik, bu konuyu tüm yetkililere ifade ettik. İnşallah kısa bir süre sonra burada Başkan (ABD Başkanı Bush) ile de bir görüşmemiz olacak, daha geniş konuşacağız. Dışişleri Bakanıyla bu konuları görüştük, kendileri bu konuyla ilgili olarak gerekli hassasiyeti göstereceklerini bizlere ifade ettiler.” "SARKOZY İLE PARİS'TE GÖRÜŞECEĞİM”...
Mehmet Ali Küçük Tarih: 28 Eylül 2007 Cuma Büyük veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesini bir şekilde duymayanınız yoktur. Sunumu, indeksi, bölümleri, dipnotları ve aneksleriyle okuyup üzerinde yorum yapabileceğiniz bir metni yoktur bu projenin. Herkes birşey söyler hakkında ve parayla satın alınmak için kendini öne atan birkaç Türk kalemşörü hariç, genelde herkes karşısında olduğunu ilan eder. Devlet adamları ise, ne olduklarını bilmeseler bile, ABD’yle ters düşmektense, arkasında, sağında - solunda, yanında; karşısında değil, civarında olduklarını söylerler. Günü gelir bakarsınız ki onlar da aslında ne olduğunu bilmiyorlarmış. Biz Kürdler, her ne ise bu proje, sezgisellikle kendimiz için çok hayati olduğunu anlar, bir ucundan bize bir faydası dokunacağını hisseder ama konu üzerine kafa yormamayı tercih ederiz. Oysa yavaş yavaş elle tutulur bir devlet gücüne sahip oluyorken en çok bizim bu konular üzerine düşünce üretmemiz, olan biteni anlamaya çalışmamız gerekir. O kadar da irademiz dışında cereyan etmemektedir olan bitenler. Alıştığımız veya alıştırıldığımız şekliyle “BOP” diyerek devam edelim; sınırları, Kuzey Afrika’nın her iki sahilinden Afgan steplerine kadar uzanıyor. Bu ‘hat’a, Karadeniz’in kuzeyinden Yemen’e doğru inen ikinci bir hat çekerseniz çoğu yorumcunun üzerinde uzlaştığı BOP sınırlarını çizmiş oluyorsunuz. Bu sınırlar, Brzezinski’nin ‘Büyük Satranç Tahtası’nda sınırlarını çizdiği Avrasya hattıyla uyuşmamaktadır. Dolayısıyla, konuya girişi oryantalist Türkleri okuyarak yapanlar, BOP’u ve muhtemel hedeflerini anlamada Türklerin yaşadığı kafa karışıklıklarını da yaşamışlardır. Bırakınız Kissinger dünyasında yaşamaya devam etsinler. Bu bölgede yaşayanların, etraflarını nasıl algıladıklarına bağlı olarak, BOP’a farklı anlamlar yüklediklerini görüyoruz. Haşhaşi rüyalarından ayıkamayan enternasyonalist solcular ille de yerel ‘sömürgeciler’ tarafından ‘sömürülmek’ istediklerinden, konuyu emperyalizm olarak algılamaktalar. Öteki dünya ile bu dünyayı birbirinden ayırabilmekten aciz beyinler olan biteni bir Haçlı Seferi olarak betimliyorlar; sanki zamanında İslam ordusunun fethettiği topraklar değillermiş bu topraklar veya sanki İslam’dan önce ‘piç’miş gibi buralarda yaşayanlar.Yerel tiranlar, tahtlarını ve zenginliklerini, kendi becerilerine değil de, dünyaya 20. yy’da yaklaşık bugünkü biçimini veren Avrupalılara borçlu olduklarını bildiklerinden, dış güçle yani bu sefer ABD ile uzlaştıklarında tiranlıklarının devam edeceği sanısıyla, BOP’la ve sahibiyle uzlaşmayı deniyorlar. Onlara göre BOP, bir nevi I. Dünya Savaşı sonrası durumdur. Bunların hepsi de yanlış olsa gerek. 19. yy sömürgeciliğini az çok hepiniz bilirsiniz. Elinize bir siyasi dünya atlası alıp inceleyecek olursanız, garipseyerek farkedersiniz ki aslında hepimiz bir nevi Avrupalıyızmışız. Hemen tüm ülkelerin sınırlarının çizilişinde, bir Avrupalı devletin ordusunun, ya galip ya mağlup olarak rol oynadığını farkedersiniz. 20. yy’ın başı, dünyaya, Avrupa sınırlarının evrenselleşmesini bırakmıştı. Avrupa ideolojisi, sömürgeler için birbirleriyle savaşan Avrupalı güçlerin, keyiflerine göre Dünya’yı elde cetvel masa başında bölmeleri ideolojisi olarak kayıtlara geçti. Avrupa ideolojisinde yerel güçlerin hükmü sıfırdır. Gerek (Kürdistan’ı da kapsayan) Ortadoğu sınırları çizilirken, gerek Afrika veya gerekse de Okyanusya sınırları çizilirken yerel kültüre beş kuruşluk saygı gösterilmemiştir. Avrupa ideolojisi barbar ve yağmacı ideolojidir. Estetikten veya saygıdan yoksundur. Karanlık bir lekedir insanlık tarihinde Avrupalıların koloniyalist dönemi. Kürdistan’da, Endonezya’da, Şri Lanka’da, Keşmir’de, Bellucistan’da, Afgan steplerinde veya koskoca bir kıta olan Afrika’da sınır gerginliklerinden dolayı her gün devam eden çatışmaların, dökülen kanın ve telef olan hayatların tüm günahı Avrupalıların boynunadır. Tarih elbette bu dönem aşıldıktan sonra dönüp bir yargılamada bulunacaktır. Avrupalıların koloniyal dönemlerinin sonu, güneşlerinin batışı, önce göçmenlerin devleti ABD’nin kuruluş bildirgesi ve kurtuluş savaşıyla, sonra ve nihai darbe olaraksa Japon İmparatorluğu’nun Hindiçin’de (Vietnam) Avrupalılara karşı kazandığı zaferle kendini belli etmişti. Japonya, inşaatta kullandığı direklerin altında kaldı bir dönem ama Amerika, güçlü ideolojisiyle, Sovyetler sonrası dönemde tüm dünyaya kendi ideolojisini hakim kılmakla meşgul. Amerika Birleşik Devletleri ideolojisi olan güçlü bir federasyondur. Özgürlüklerdir bu ideolojinin günlük yaşamdaki ifadesi. Kısıtlanmamış özgürlük; sahtekar ve maskeler takan bir özgürlük değil. En basit manasından en geniş manasına ve hayatın her alanına hükmeden bir özgürlük. Özgür Romalılığın, köleleri de kapsayacak biçimde genişlemesine benzer bir şekilde her insanı kapsayacak biçimde genişletilmiş bir özgürlük. Siyasal ifadesi yerinden yönetimdir bu ideolojinin ama soyut ve her yöne çekilebilen anarşizan bir yerinden yönetim değil. Veya İsviçre gibi ırkçılıkla özgürlüğü aynı potada eritebilen sahte bir yerellik / özgürlükçülük denklemi de değil. Yerel yönetimlerin, aşağıdan yukarıya örgütlenirken, yukarıya tam bağlılıkları Amerikan sisteminin önemli bir karakteristiği. Örneğin Amerikan eyaletleri içişlerinde bağımsız değil özerktirler. ABD’nin dünya algısı ve tasarımı da yaklaşık böyle birşeydir. Amerika, yani Washington, hiçbir devlet ligine dahil olmaz, her devletle kendi ilişkilerini geliştirir. NATO örneğin, üye devletlerin bir askeri topluluğu olmaktan öte, diğer devletler için ABD ile aynı askeri kampta bulunuyor olmanın ifadesidir. Şimdilik bu kadar olsun. Fırsat geldikçe, süren ulusal ve uluslararası gelişmeler ekseninde bu konuya değineceğimizden, önsöz hükmünde not etmiş olalım. Mehmet Ali Küçük
Etiketler: america, kurdistan, turkey terror
Hasan Bildirici Tarih: 28 Eylül 2007 Cuma Üç parçalı Irak ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmada “sınır ötesi operasyon”, yani “sıcak takip”e yer verilmedi. Kürdistan yönetimi anlaşma öncesi tavrını net koydu: “Kürdistan sınırlarının ihlali anlamına gelen bir anlaşmayı kabul etmeyiz,” dedi. Türkiye çok bastırdı, günlerdir bastırıyor; fakat Kürdistan yönetimi, kendi topraklarının hakimi olduğunu gösterdi. Aslında Irak’ın değil, Kürdistan’nın ana gövdesini gasp etmiş Türkiye’nin bu anlaşmaya ihtiyacı vardı. Türkiye sadece PKK’den çekinmiyor, bağımsızlığa mutlak koşacak olan Güney Kürdistan’nın, eninde sonunda Kuzey Kürdistan ile birleşmesinden korkuyor. Bu anlaşma ile Türkiye inkarcı ve gaspçı varlığını garanti altına almış mı oldu? Şam, İran ve ardından Ankara’nın Kürt düşmanı rejimleri çökecek. Bunu iyi biliyorlar, bilmeseler de bunu hissediyorlar. Onun içinde rejimlerini tükenişe götürecek yolları şimdiden tıkamaya çalışıyorlar... Ancak Irak ile imzalanan anlaşma, hiçbir işlevi olmayan “PKK Koordinatörlük birimi”ne çok benziyor. Hatırlayın, Ralston, Başer ve Gül’den ibaret “PKK Koordinatör Kurumu” nasıl heyecan yaratmıştı. Hatta bazı Kürt şahsiyetleri, “Koordinatörlük kurumu oluşturuldu, PKK’nin işi bitiktir,” diyorlardı. Bu anlaşmanın “sınır ötesi operasyon” maddesini içermemesinin zaferi Kürdistan yönetimine aittir. Barzani liderliğindeki Kürt yönetimi, bu kararlılıkla, PKK’li kardeşlerini korumakla kalmamış, Güney Kürdistan sınırlarının Türk devletine kapalı olduğunu Türk muhataplarına açıkça imzalatmıştır. Türk devleti buna rağmen, bu anlaşmayı ihlal edip Güney Kürdistan’ı işgale kalkabilir mi? Üçüncü Dünya savaşını başlatma koşulu ile işgale kalkabilir evet. Sonra da Yemen türküsü söyler... Kürdistan’nın bir başka zaferi de, ABD Senatosunun Kürdistan’ı resmen tanıması ve Irak’ın üçe bölünmesini kabul etmesidir. Gerçi Beyaz Saray Irak’ın bölünme planını şimdilik reddetti ama Senatonun onayladığı bu planı geleceğin muhtemel Amerika Başkanı Hilary Clinton destekliyor. Zaten Hilary Clinton ne zamandır ABD birliklerinin Irak’tan çekilmesi gerektiğini söylüyor. Bush’tan sonra ABD başkanlığına Demokrat Parti adayı Clinton seçilirse, kendi deyimleriyle çok azı Güney Kürdistan’da kalacak olan ABD birlikleri tümden Irak’tan çekilecek. ABD çekilince birleşik Irak bitecek. Birleşik Irak bitince de, Birleşmiş Milletlere üç yeni devlet üye olacak... Şiiistan, Suniistan ve Kürdistan... Şiiistan’nın destekçisi çok, en başta İran... Suriye... Lübnan Hizbullahı... Suniistan’ın destekçisi de çok ... Bütün bir Arap devletleri... İslam’ın yetim çocuğu Kürtlerin İslam alemi ve devletleri içinde dostu yok, aksine tüm İslam devletleri Kürde düşman... Fars, Arap ve Türk’ün Kürt düşmanlığından dolayı, Güney Kürdistan’ı uzun bir süre daha ABD ve Batı koruyacak... Korumak zorundalar. Çünkü Ortadoğu da Kürtlerin yenilgisi ABD’nin yenilgisi anlamına gelir... Bir tartışmanın peşinen önünü kapatmak gerekiyor. Fars, Arap ve Türk İslam faşizmi Kürtlere düşman olduğu için Kürtler ABD ile müttefik halinde... ABD, Soğuk Savaş döneminin tüm kirli ilişkileriyle kilitlenmiş Suriye rejimi ile bir ölçüde İslam radikalizmin beyni olan İran rejimlerini çözmedikçe Ortadoğu’da tutunamaz ve kalıcı bir düzen kuramaz. ABD’nin Bush liderliğindeki savaş yönetimi bu nedenle Suriye ve İran rejimlerini hedef almış görünüyor. Bu iki rejimin de iç edilmiş birer Kürdistan'ı var... Nasıl ki doğanın bir diyalektiği varsa, savaşların ve hakimiyet kavgalarının da bir diyalektiği vardır. Bu diyalektik şunu söyler: Güçlüysen, bir numaraysan, sonuna kadar gitmek zorundasın... Yoksa erkenden yarı yolda kalır, kendi uygarlığının çöküntüsüne tanıklık edersin... ABD’nin durumu bu. Bir yönetimi dağıtır, arkadan gelen diğer yönetimi toparlar... Zafer çanları dört parçada Kürtler için çalıyor. Bunu abartmadan söylemek gerekiyor. Amca oğullarının evleri arasından geçirilmiş dandik sınırların acısını biz çektik. Zulmünü biz gördük... Ciğerleri ırk devletlerinin namlularıyla dağıtılmış acılı atalarının kanlı gömleklerinin asılı olduğu sınır boylarını çiğneyip geçecek olan geleceğin özgür Kürt nesilleri, oralarda piknik yapıp, özgürlük şarkıları söyleyecekler...