Seyit Rıza ikinci kez idam edildi!

seyit_riza_poster_indirmeye_tepki

Seyit Rıza'nın Kışla Meydanı'na asılan posterinin polislerce indirilmesine tepki gösteren Dersimliler, posterin kaldırılmasının Seyit Rıza'nın ikinci kez idam edilmesi anlamına geldiğini belirterek, olayı kınadı.
Dersim İsyanı'nın önderlerinden Seyit Rıza'nın mezarının bulunması için başlatılan imza kampanyasının yanısıra Kışla Meydanı'nda Tunceli Dernekleri Federasyonu (TUDEF) ile Avrupa Tunceli Dernekleri Federasyonu (FDG) tarafından Seyit Rıza'nın posteri asılmıştı. Poster, 'Suçu ve suçluyu övmek' gerekçesiyle polislerce indirildi. Bu durumu protesto etmek amacıyla Yeraltı Çarşısı üzerinde biraraya gelen kalabalık bir grup Seyit Rıza ile Dersim Katliamı'nda idam edilen önderlerin posterleri ile Kışla Meydanı'na kadar yürüdü. Dersim Kültür Derneği Başkanı Murat Kur, yaşanan bu durumun Seyit Rıza'nın ikinci bir kez idam edilmesi anlamına geldiğini söyledi. Yürüyüşten sonra açıklama yapan TUDEF Genel Başkanı Özkan Tacar, posterin indirilmesinin kabul edilemez olduğunu belirtti. Seyit Rıza'nın idam edilmesinden dolayı Dersimlilerden özür dilenmesi gerektiğini söyleyen Tacar, 'Biz özür beklerken, Seyit Rıza bir kez daha idam edildi ve posteri indirildi' diye konuştu. İHD Dersim Temsilcisi Barış Yıldırım da, 'Adnan Menderes'in ismini bir üniversiteye verecekseniz. Van'da 33 köylünün öldürülmesinden sorumlu generalin adını kışlıya vereceksiniz, bu suçu ve suçluyu övmek olmayacak tek suçu ülkenin bağımsızlığınrı savunmak olanları suçlu ilan edeceksiniz' diye konuştu. DERSİM / DİHA

Türkiye ve Irak’ta provokasyon kol geziyor

ergenekon tsk jitem

Milliyet-Güngören’deki saldırıdan sonra 17 masum insan yaşamını yitirdi. Onlarca insan ise yaralandı.  24 saat bile geçmedi ve bu kez Kerkük’te Kürtlere karşı gerçekleşen saldırıda en az 22 kişi öldü, onlarca insan da yaralandı.
Vahşet görüntüleri bir yana, iki saldırının ortak yanı Türk-Kürt gerginliğini anında artırmalarıydı. Gerçi Güngören’deki bombalardan sonra Kürtlere saldırılmadı. Ama bu bombalar Türk-Kürt kardeşliğine hizmet de etmedi. 
Kerkük’te ise gösteri yapan Kürtler intihar saldırısından sonra Irak Türkmen Cephesi’ne bağlı Türkmenlere saldırdılar. Ortamın provokasyona ne kadar açık olduğu böylece görüldü. Ancak, iki saldırıda da failler henüz belli değil.
“Biz yapmadık” dese de Güngören’deki saldırının PKK’nın işi olduğu düşünülüyor. Olabilir de. Ne de olsa eli kanlı bir terör örgütünden söz ediyoruz. Ama bu henüz kesin değil. Türkiye’nin sadece PKK’nın hedefinde olmadığı da unutulmamalı.
Kanaat önderlerine düşen görev
Kerkük’teyse Kürtler, doğru olmasa bile, ITC’yi suçluyorlar. Sonuçta Türklerle Kürtler arasında çatışma isteyen Azrail için çok müsait bir ortam var. İşte bu nedenle her iki taraftaki toplum ve kanaat önderlerinin çok dikkatli olmaları gerekiyor. 
Kısacası, Madrid’deki bombalı saldırıdan sonra İspanya’nın içine düştüğü durumdan kaçınmak lazım. Hükümet dahil, İspanyollar hemen ETA’yı suçlamışlardı. Bu da İspanyollarla Basklar arasındaki gerginliği artırmıştı. Oysa o saldırıların altından çok farklı bir şey çıktı.
Bu nedenle bu işi gerçekten de profesyonellere bırakmalıyız. Bu, Kerkük için daha da önemli. Çünkü kentin patlamaya hazır bir barut fıçısı olduğunu bu saldırı sayesinde gördük. Öte yandan, Türkmenlere gelene kadar, o kenti karıştırmak isteyen çok sayıda odak olduğu da biliniyor. 
Korumalar ateş açtı iddiası
Bu arada, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin Ankara temsilcisi Behroz Galali ortaya ciddi bir iddia attı. Galali, yaptığı yazılı açıklamada, ITC’nin Türkmen korumalarının, intihar saldırısından sonra güvenlik için kendilerine doğru koşan Kürtlere ateş açtıklarını belirtti.
Bazı yabancı gazeteciler de aynısını söyleyerek, Türkmen korumaların o karmaşada saldırıya uğradıklarını sanarak ateş açtıklarını belirtiyorlar. Galali, Türkiye’nin bu iddiayı araştırmak için Kerkük’e heyet göndermesini de istedi.
Söylenen doğruysa, bu, Kürtler ile Türkmenler arasındaki gerginliğin her an patlama potansiyeline sahip olduğunu gösterir. Bu da ne Türkmenler ne de Kürtler için iyi bir şey. Bu arada Kürtler bu gerginlik sayesinde Kerkük’ü ele geçireceklerine inanıyorlarsa yanılıyorlar. 
Türkiye’deki yansımaları
Kenti gezmiş biri olarak biz hâlâ Kürtlerin istediklerinin gerçekleşmesini, birçok nesnel nedenden dolayı, mümkün görmüyoruz. Kerkük’ü tüm Iraklıların ortak kenti yapmanın zorunluluğu da zaten her gün yaşanan gelişmelerle daha net olarak ortaya çıkıyor.
Bu arada, radikal İslamcı provokatörlerin kol gezdiği şehirde çıkacak bir Kürt-Türkmen çatışmasının sadece Irak’ta değil, Türkiye’de de yansımaları olacağını giderek daha iyi görüyoruz.
Bu yüzden, makul Türkler ve Kürtler bu tür provokasyonlara gelmeyecek kadar akıllı olup kardeşlik duyguları içinde huzurlu bir gelecek yaratma potansiyeline sahip olduklarını göstermek zorundalar.

Leyla Zana’ya siyaset yolu açıldı’

266142

Radikal ANKARA - DTP Parti Meclisi’ne seçilen eski DEP milletvekili Selim Sadak’a, hukuki engeli bulunmadığına dair savcılıktan ‘sicil kaydı yoktur’ belgesi verilmesi, DTP’de ‘DEP’li Leyla Zana ve Hatip Dicle’ye de siyaset yolu açıldı’ şeklinde yorumlandı.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği mahkûmiyet kararını temyiz eden DEP’lilerin cezası 7 Mart’ta Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylanmıştı. Cezaevinde fazladan kaldıkları için yeniden cezaevine konulmayan DEP’lilerin memnu hakları iade edildi. 20 Temmuz’daki kongrede DTP Parti Meclisi’ne seçilen Selim Sadak’a, Ankara Başsavcılığı ‘temiz’ kâğıdı verdi. Sadak’ın adli sicil sorgulamasında “Adli sicil kaydı yoktur, sicil arşivi vardır” denildi. DTP yönetimi, Sadak’a verilen belgeyi, Yargıtay Başsavcılığı’na gönderdi.

Gelişmeleri Radikal’e yorumlayan DTP’nin hukukçu milletvekili Hasip Kaplan’a göre, Zana ve arkadaşlarının aktif siyasete dönmesi önünde engel kalmadı:

“Hukuken siyaset yasakları kalktı”

“DEP’lilerin cezalarının infazı durdu. Memnu hakları iade edilmeleri kararını Yargıtay Başsavcılığı’na gönderdik. Onlar da herhangi bir işlem yapmadılar, kabul ettiler. Hukuken siyaset yasakları kalkmıştır. Ancak Yüksek Seçim Kurulu ne der, bilemeyiz. Bazen farklı değerlendiriyor. Yeni CMK’ya göre, mahkemelerin memnu hakların iadesine karar vermesi halinde yasak bitiyor. Üç ay sonra olası bir erken genel seçimde Leyla Zana ve diğer DEP’liler aday olabilir.”

Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve geçen yıl ölen Orhan Doğan, DTP’nin kuruluş sürecine katılmış ancak siyasi yasakları sürdüğü için aktif siyasete katılamamıştı. DTP’nin kuruluş sürecinde ise Sadak ve Dicle, Yargıtay Başsavcılığı’nın uyarısı üzerine parti kuruculuğundan düşürülmüş, YSK ise aynı gerekçeye dayanarak 22 Temmuz’da bağımsız milletvekili olan DEP’lilerin adaylığına vize vermemişti.

Yeni bir dava dava açıldı

Bu arada mayıs ayında İngiltere Parlamentosu’nda, PKK ve Öcalan’la ilgili yaptığı konuşmalardan dolayı hakkında soruşturma başlatılan Zana için beş yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Zana’ya daha önce yaptığı 11 konuşma nedeniyle toplam 70 yıl hapis istemiyle üç dava açılmıştı.

Baykal yeni 'Cumhuriyet mitinglerinin' başına neden geçmeye hazırlanıyor?

imageDTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, DTP Grup Toplantısı'nda şunları söyledi:
'Ergenekon çetesinin avukatlığını yapan Baykal, bu korkunç katliamı fırsat bilerek, mal bulmuş mağribi misali, kendini düze çıkartmaya çalışıyor. Baykal, ne yapmaya çalışıyor? Ergenekon kuyrukçuluğunu bu şekilde unutturacağını mı düşünüyor? Acaba vatandaşlarımızın acılarını kışkırtarak, milliyetçi gösteriler mi düzenlemeye çalışıyor? Vatandaşlarımızı teselli etmeye mi gidiyor, yoksa milliyetçiliği kışkırtmaya mı gidiyor? Sayın Baykal, halkı kime karşı sokağa davet ediyorsun? Kürtlere karşı bir linç kampanyasından mı medet umuyorsun?'
Ahmet Türk'ün bu konuşmasından bir gün sonra Taraf Gazetesi manşetten Baykal'ın da Ergenekon'la ilgisi olduğuna dair MİT raporunu duyurdu.
Ahmet Türk'ün konuşma yaptığı gün Baykal da, Ergenekon savcısına ağzından köpükler saçarak, 'Cüppeni çıkar da karşıma çık' diye meydan okumuştu...
Bu kabadayılık, bir siyasi parti başkanının değil, Ergenekon çetesi amigolarının tarzı değil mi?
Baykal her konuşmasıyla Ergenekon'la bağına dair çok ağır kanıtlar veriyor...
Ama daha da önemlisi şudur: Baykal Güngören'deki facianın arkasından 'milyonluk gösteri' çağrısını yapmakla, masum insanların ölümüne yol açan terör eyleminin amacını da bilerek ya da bilmeyerek ele verdi...
Cumhuriyet mitingleriyle yapmak istediklerini, bu kanlı terör eylemini bahane ederek yapmaya çalışmak, acaba Ergenekon'un son debelenmeleri mi?
Fehmi Koru çaptan mı düşüyor?
image Lanetli katliam hakkında yazılan yazıların geçmişten farkı pek çok yazarın büyük bir ihtiyatlılık içinde konuşuyor olması.
Ergenekon gerçekleri, akılları yavaş da olsa başlara devşiriyor. İnsanlar, kendilerine ezberletilenlerden ağır ağır farklı ihtimalleri de hesaba katıyor.
Baykal katliamın failini işkembe-i kübradan sallayıverse de, örneğin yıllardır PKK karşıtı yazılarıyla meşhur olan Bugün Gazetesi yazarı Gülay Göktürk, dünkü yazısında şöyle yazdı:
'İki gündür, halktan gelen yorumlara kulak verin: Bombanın üstündeki imza kimin imzası olursa olsun, bu olayın 'Ergenekon bağlantılı' olduğunu düşünmeyen var mı? 'Ergenekon'u gündemden düşürmek için' girişilmiş olabilecek bu eylemin Ergenekon'u daha da sağlam bir biçimde gündeme oturttuğunu görmeyen var mı?'
Bilindiği gibi Gülay Göktürk eski bir sosyalist. Şimdi liberal düşüncelere sahip. AKP yanlısı medyada İslamcı yazarlarla belirli bir işbirliği içinde...
Ancak şu son gelişmeler, sol kökenli liberal yazarlarla fundamentalizmden İslami liberalizme yaklaşan İslamcı yazarlar arasındaki açı farkını ortaya koymaya başladı...
Nitekim Göktürk'ün köşe komşusu Ahmet Taşgetiren, Kürt Özgürlük Hareketi'nden nefretine dünkü yazısında da yenildi. Katliamdan söz ederken, Ergenekon'a karşı çıkarken, ansızın 'Brüksel'deki Roj TV'ye sataşması boşuna değil.
Ama daha önemlisi, Yeni Şafak'ta evvelsi günkü kılığı içindeki Fehmi Koru'yla dünkü Fehmi Koru arasındaki keskin ayrışmadır.
29 Temmuz günü yazdığı yazıdan aktaralım:
''Olağan kuşkulu' diyebileceğimiz PKK örgütü eylemi üstlenmediği gibi, DTP lideri Ahmet Türk 'Güngören'e yapılan saldırıyı l�netlediklerini' açık bir dille ifade etti. Buradan şimdilik çıkarılabilecek sonuç şu: Son terör eylemi bilinenin ve ilk akla gelenin ötesinde bir amaca hizmet etmek üzere sahneye konulmuş bulunuyor...'
Koru'nun 'olağan kuşkulu' sözlerinin Ergenekon gerçekleri karşısında ne denli ciddiyetten yoksun olduğu açıksa da, onun ilk yazısından aktardığımız satırlar, Koru'nun 'asıl kuşkulu' olarak Ergenekoncuları gördüğünü gösteriyor...
Aradan yirmidört saat geçiyor ve bakınız Koru'nun yazısı 30 Temmuz'da ne hal alıyor:
'Eylem, Ak Parti kapatma davasının şu veya bu biçimde sonlanmasını etkilemek için sahnelenmiş olabilir mi? Ergenekon operasyonunu saptırmak veya gözden düşürmek, 'Biz de size gösteririz' mesajını vermiş olmak için mi yapıldı yoksa? Son örneği dün Kandil ve Zap üstünde uçan uçakların bıraktığı bombalara bir ön-ödeme olmasın?'
Her şey kirli bir uzlaşma arayışı kokuyor...
'Sen benim partimi kapatma, ben seninle birlikte her şeyi yaparım...'
Kuldan utanmıyorsunuz, bari Allahtan utanın!...
Medyada bazı kımıldanmalar
image 'Ben de diyorum ki verilen kavganın demokrasi ile alakası yok!
Biz birbirimizi yediğimizi zannederken birileri bizleri toptan yiyor!
Yeni bir Türkiye kuruluyor, ama kurucu unsur biz değiliz!
Demokratı olmayan bir ülkenin rejimi demokrasi olamaz!'
Bu sözler Cüneyt Ülsever'e ait.
Ne denebilir?
Doğru söze ne denirse o denebilir...
Düşünün. Partisi kapatılma davasında. Kendisi ha yasaklandı ha yasaklanacak... Ergenekoncuların vahşet yerine gelmiş.
Kalabalık toplanmış... Kapatılacak partinin, yasaklanacak başkanını alkışlıyorlar... Partisi kapatılmak istenen, kendisi de yasaklanmak istenen kişi, lafı evirip çeviriyor, karşısındaki kitleye hoş görünmeye çalışıyor. Kimin pimi çektiğini bilse de, yine de dili Ergenekon demeye varmıyor, 'terör örgütü' diye evirip çeviriyor ve sonuçta kitlesinin 'heyecanını' sağlıyor...
Kürt düşmanı sloganlar... Ne ilgisi varsa 'yine Şehitler ölmez, vatan bölünmez' sloganları...
Sanki katliamda yaşamını kaybeden minik Aleyna Kürt dağlarından tabutla gelmiş bir asker... 'Şehitler ölmez...' Demokrasi gücüne bakınız...
Fare kapanındaki çırpınışlar
Medya dünyasına Ertuğrul Özkök'ten daha sinik bir yazar ayak basmadı.
O kanlı 12 Eylül darbesini savundu.
Rezil edilince...
Kazı çevirmeye başladı...
Dünkü yazısında 'duyunca 'oh hayatım kurtuldu...' dediğini yazıyor. Bu 'oh...' ne anlama geliyormuş?
Özkök buna 'hissiyatım' diyor...
Yani o bir birey... Ve darbe olunca, hissiyatını dile getiriyor...
O hissiyat değil... Darbe ve darbeler karşısında Özkök ve benzerlerinin zavallı halleridir...
Belki de Ergenekon iddianamesi kapanına kısılmanın korkulu rüyaları...
Hazırlayan
Ceng Özden - Fırat Dağlı

Yavuz hırsız Ergenekoncu

image

Başından beri Kürt karşıtı politika izleyen, darbe çağrıları yapmaktan geri durmayan, ülkeyi kaosa sürükleyen politikalar üreten, Ergenekon soruşturmasına karşı çıkan ve kendisini 'Ergenekon'un avukatı' ilan eden Deniz Baykal'ın Ergenekon'la ilişkisi belgelendi. MİT'in 2003'te Başbakanlığa sunduğu 'çok gizli' yazıda Baykal'ın Ergenekon şemasında yer aldığı kaydedildi.
Ergenekon bağlantısının belgelenmesi Baykal'ın, Güngören patlamasıyla ilgili olarak doğrudan PKK'yi adres göstermesini de açıklıyor. Genelde Ankara'dan dışarı çıkmayan, olay yerine Başbakan dahil tüm yetkililerden önce gidip PKK'yi hedef gösteren Baykal'ın dikkatleri Ergenekon bağlantısından uzaklaştırma çabasında olduğu kaydediliyor.
Baykal yavuz hırsız misali
Ergenekon soruşturması başladığından bu yana fevri hareketleriyle dikkat çeken, Kürt-Türk çatışmasına hizmet eden etnik milliyetçi söylem ve politikaları ile eleştirilen Deniz Baykal'ın Ergenekon şemasında yer alan isimlerden biri olduğu açıklandı. Güngören saldırının hemen ardından olay mahaline ilk giden ve hiçbir bulgu yokken hemen PKK'yi hedef göstererek halkı 'sessiz yürüyüş'e çağıran siyasetçi olması ile dikkatleri üzerine toplayan Baykal'ın adının 2003 tarihli Ergenekon örgüt şemasında yer aldığı ortaya çıktı.
MİT 5 yıl önce bilgilendirdi
Taraf Gazetesi'nde Yasemin Çongar'ın 'Ergenekon şemasında Deniz Baykal da var' başlıklı yazısında geçen habere göre 2003 tarihli örgüt şemasında siyasetçilerin, işverenlerin, gazetecilerin ismi bulunuyor. Bu şemada adı geçen parti liderinin Deniz Baykal olduğu ifade edilirken, şemada ünlü bir yayın yönetmeni, Ankara temsilcisi ve medya patronu olduğu da kaydediliyor. Habere göre beş yıl önce Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başbakanlığa devletin içine uzanmış Ergenekon çetesinin şemasını içeren ve bu örgütün araştırılmasını tavsiye eden 'çok gizli' bir yazı gönderdi. Haberde 1 Ağustos'da açıklanacak Ergenekon iddianamesi eklerinde MİT'e ait bu yazının da yer alacağı ifade edildi. İddianamede MİT Müsteşarlığı'nın 2002'te kendisine bilinmeyen bir kaynaktan intikal eden iddia niteliğindeki bilgiler çerçevesinde hazırladığı savunulan kitapçığının, 2003'te önce Genelkurmay Başkanlığı'na, sonra Başbakanlığa iletildiği, aynı çalışmanın bir özetinin 2006'da tekrar Başbakan'a ve Genelkurmay Başkanı'na sunulduğu ifade edildi.
Yavuz hırsız gibi bastırdı
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın Ergenekon operasyonları başladığından bu yana sert ve yer yer saldırgan tutumları gözlenirken, tutuklananları 'toplum içinde saygın' kişiler olarak tanımlayıp, gözaltına alınmalarını açıkça eleştirmesi ile dikkat çekti. Kendisine 'Ergenekon'un avukatı' demekten kaçınmayan Baykal'ın son olarak İstanbul Güngören'de halka karşı gerçekleştirilen saldırıda takındığı tutum tartışma yarattı. Olay yerine ilk giden siyasetçilerden olan Baykal'ın halkın acısını kullanarak İspanya'da gerçekleşen milyonların 'teröre karşı sessiz yürüyüşü'nün benzerini yapmaya çağırması Kürt-Türk çatışmasını çıkartmaya çalıştığı yorumlarına yol açtı. Saldırının hemen ardından Ergenekon şüphesini dağıtmak ve hedef şaşırtmak amaçlı olarak PKK'yi suçlayan ve bunda ısrar eden Baykal'ın tutumlarının Ergenekon örgütünün iddianamede açıklanan amaçları ile örtüşmesi dikkat çekti. İddianameye göre Ergenekon örgütünün bir amacı da kaos yaratacak eylemler yapmak, halklar arası çatışma yaratarak kaosu derinleştirip iktidarı ele geçirecek koşulları yaratmaktı. Baykal'ın Ergenekon soruşturmasında ismi geçenleri açıktan savunarak hukuk üzerinde baskı kurmaya çalışmasının ardından, halklararası çatışmaya yol açacak önerilerle ortaya çıkması devlet içi çetelerle direk ve açık bağlantısı olabileceği şüphelerini akıllara getirdi. Tüm bunlarla beraber Baykal'ın son aylardaki söylem ve tutumları 'yavuz hırsız ev sahibini bastırır' özdeyişini hatırlattı.
Çağrı parti MYK'sında
Hakkındaki iddialara ne diyeceği merakla beklenen ve herhangi bir soruşturma sürecine tabi olup olmayacağı henüz bilinmeyen Baykal, İspanya'da 1981 ve 2004 yıllarında gerçekleşen milyonların sessiz yürüyüşü teklifi için konuyu parti MYK'sına getirme kararı aldı. Baykal çağrıyı, partisinin grup toplantısında da tekrarlarken, CHP sivil eylemin bir siyasi parti organizasyonu değil, toplumun tüm kesimlerinin destek vereceği bir eylem olmasını istiyor. CHP, İstanbul İl Başkanlığı'nın da bunun için sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle temasa geçtiği ve İstanbul'da hafta sonu 'teröre' karşı toplumsal tepki eylemi planladığı belirtildi. Sözkonusu çağrı ile 'Kürt-Türk' çatışmasına zemin hazırlayan Baykal, bir süre önce Bölge'ye seçim hazırlığı mahiyetinde bir gezi düzenlemiş, Kürtleri kazanmak için bireysel kimi hakların tanınmasından bahsetmiş, ancak Bölge halkı tarafından tepki görmüştü. Baykal'ın 'Nazizmi anımsatan' ulusalcı söylemlerini Kürtler üzerinde ağırlığını arttırarak sürdürmesi ve Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar eden politik baskılamaları yüzünden CHP son seçimlerde Bölge'deki tüm desteğini yitirmiş ve adeta silinmişti.
Sessiz yürüyüş darbeyi önlemişti
İspanya'da sessiz yürüyüş 1981 ve 2004 yılında gerçekleşti. Her iki yürüyüş de, en büyük kitlesel gösteri olarak tarihe geçti. İlk sessiz yürüyüş bir darbe girişimini önledi. İspanya parlamentosunda 1981 yılında patlayan silahlar dünyayı 'sessiz yürüyüş' protestosuyla tanıştırdı. 23 Şubat 1981 tarihinde Yarbay Antonyo Tejero ve 200 asker parlamentoyu basarak aralarında Başbakan Adalfo Suarez'in de bulunduğu 350 milletvekilini rehin aldı, tanklar sokaklarda resmi geçide başladı. Ancak İspanya Kralı darbeyi önlemek için devreye girdi, televizyondan halka 'darbeye karşı çıkın' çağrısı yaptı. Ertesi gün El Pais Gazetesi de, 'Yaşasın Anayasa' manşetli 20 bin gazeteyi parlamento binası çevresinde ücretsiz dağıttı. Gazete, İspanya halkını darbeyi önlemek için 'sessiz yürüyüşe' davet etti. Aynı günün akşamında binlerce İspanyol, İspanya tarihinin en büyük kitlesel gösterilerinden biri için sokaklara döküldü. Halkın ortak talebi demokrasiydi. Sessiz yürüyüş etkili oldu, Yarbay Tejero teslim olmak zorunda kaldı. 24 Şubat 1981 tarihi darbeyi engelleyen bu sessiz yürüyüşle geçti. İspanya'da bir diğer sessiz yürüyüş ise 11 Mart 2004 yılında 200'e yakın kişinin ölmesine yol açan saldırılara karşı yapıldı. 13 Mart günü hükümetin çağrısı ile İspanya'nın tüm kentlerinde 'terör' kınanarak, milyonlarca insan yaşama hakkını sessiz yürüyüşle savundu. ALTERNATİF

'Kürt meselesini düşünmezseniz yoktur. Bak ben düşünmüyorum'

erdogan turkce kurtce lazca cerkezce bosnakca  gurcuce arnavutca dil edebiyat universite okul

AKP iktidara geldiğinde ‘parti programında’ ve ‘hükümet programında’ Kürt sorununa çözüm önerisi sunmadı. Aksine, Erdoğan sorunu sürüncemede bıraktı. İşi 'laf ebeliğine' dönüştürdü.
image AKP dönemi, Ortadoğu'daki savaşlara taraf olma çabaları, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, türban tartışmaları, parti kapatma davaları gibi gerginliklere sahne oldu. Türkiye'de son dönemde yaşanan gerginliklerin altından hep AKP çıktı. AKP iktidara geldiğinde ne parti programında ne de hükümet programında Kürt sorununa çözüm önerisi sundu.
Türkiye, 2002 seçimleriyle birlikte 11 yıl sonra yeniden tek parti dönemini AKP ile yaşadı. Ancak, 7 yıllık AKP dönemi, Ortadoğu'da yaşanan savaşlara taraf olma çabaları, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, türban tartışmaları, siyasi parti kapatma davaları derken, gerginliklerden bir türlü kurtulamadı. Hafızalar yoklandığında, Türkiye'de son dönemde yaşanan gerginliklerin altında sürekli AKP çıktı. AKP iktidara geldiğinde parti programında da hükümet programında da Kürt sorununda tatmin edici çözüm önerisi sunmadı
2002 yılında yapılan seçimlerde tek başına iktidara gelen AKP ve sonrasında siyasi yasağı kaldırılarak Başbakanlık koltuğuna oturtulan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'İstikrarı yakaladık' açıklamalarına karşın takvim yaprakları söylenenleri yalanlar nitelikte. Gerginliklerin nedeni AKP iktidarı dönemine ilişkin yıllara göre yaşananlar şöyle;
İlk yıllar: 2002-2003
Irak'ı işgal etmeye hazırlanan Amerika, Türkiye'nin hava sahasını ve topraklarını kullanmak istedi. ABD'nin isteği 1 Mart'ta Meclis Genel Kurulu'nun kapalı oturumda ele alındı. Ancak, tezkere reddedildi. ABD ile ipler kopma noktasına geldi. Tezkerenin reddedilmesiyle içe kapanan Türkiye, Siirt seçimlerine yoğunlaştı. 9 Mart'ta Siirt'te seçim yapıldı. Erdoğan, milletvekili seçildi. Abdullah Gül başkanlığındaki 58'inci hükümet, 11 Mart'ta istifa etti. Aynı gün Cumhurbaşkanı, yeni hükümeti kurma görevini Erdoğan'a verdi. Erdoğan başkanlığındaki İkinci AKP Hükümeti, 23 Mart'ta güvenoyu aldı. Erdoğan, kabinesi ile ilk toplantılarını yaparken ABD, 16 Mart'ta Irak'ı işgal etti. Irak'ı ele geçiren ABD, sorunlar yumağının arasına düştüğünü anlayınca, Türkiye'nin yeniden kapısına dayandı. 1 Ekim'de Meclis'in açılışı ile birlikte gündem yeniden tezkereydi. 7 Ekim'de toplanan Meclis Genel Kurulu, Irak'a asker gönderme konusunda hükümete tam yetki verdi.
İlk türban gerginliği
Türbanın kamusal alanda kullanımına ilişkin ilk büyük tepki dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'den geldi. 2003 yılı Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda Sezer, AKP milletvekillerine eşsiz, CHP milletvekillerine eşli davetiye gönderince devletin zirvesindeki gerginlik doruk noktaya ulaştı. AKP'nin iktidardaki ilk yıllarında, orman vasfını kaybetmiş arazilerin satışı, YÖK Yasası gibi konular da Erdoğan'la devletin karşı karşıya gelmesine neden oldu.
Kürt sorununda 'dansöz'erdogan kurt sorunu dusunmezseniz yoktur
AKP iktidara geldiğinde ne parti programında ne de hükümet programında Kürt sorunu için tatmin edici bir çözüm önerisi sundu. Aksine, Erdoğan sorunu sürüncemede bıraktı. İşi 'laf ebeliğine' dönüştürdü. İşte Erdoğan'ın Kürt sorununa farklı tarihlerde farklı yaklaşımları; 2002'nin yılının Aralık ayında Rusya'ya yaptığı bir gezide oradaki bir Kürt işçinin Erdoğan'a Kürt sorunu ile ilgili sorusuna 'Kürt meselesini düşünmezseniz yoktur. Bak ben düşünmüyorum' demişti.
Sadece adını koydu
Başbakan Erdoğan'ın 2005 Ağustos ayında Diyarbakır'da yaptığı tarihi konuşmada, 'Kürt sorunu hepimizin sorunudur, benim sorunumdur. Büyük devlet, güçlü millet kendisiyle yüzleşerek, hatalarını ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahip millet ve devlettir' demiş fakat sonrasında sarf ettiği bu sözleri 'unutmuştu'. Erdoğan'ın bu sözleri kendisinden önceki siyasetçilerin Kürt sorunu konusundaki konuşmaları gibi 'havada' kaldı. Yüksekova'da protesto edilen Şemdinli olayları polis tarafından engellenince olaylar çıkmış, çıkan olaylar neticesinde Güvenlik güçlerinin zırhlı araçlarla ve silahlarla müdahale ettiği kitlenin içinden Ergin Mengeş, İslam Bartin ve Abdulhaluk Geylani adlı 3 kişi hayatını kaybetmişti. 17 Kasım 2005 tarihinde cenazeler yüzbinlerin katıldığı bir törenle toprağa verilirken iki adet F-16 savaş uçağının Yüksekova semalarında 2-3 kez kitlenin üzerinden alçak uçuş yapması halkın ve kamuoyunun büyük tepkisine sebep olmuştu. Erdoğan F 16 uçaklarının halkın üzerinden alçak uçuş yapmasını 'olması gereken tavır' gibi görürken şöyle demişti: 'Siz PKK bayrağını tabutlara sararsanız uçaklar da uçar.' Kürtlerden ve demokratik kitle örgütlerinden büyük tepki toplayan Erdoğan, daha sonra F-16'ların uçmasıyla ilgili böyle bir şey söylemediğini, F-16'ların uçuşunu tasvip ettiğini söylemediğini belirtmişti.image
1 yıl sonra inkar etti
Kürt sorunu ile ilgili her fırsatta 'Böyle bir sorun yok' diyen Erdoğan, 2006 Aralık ayında Medeniyetler İttifakı projesi için gittiği New York'ta Rum gazetecinin sorduğu Türkiye'de Kürtlerin haklarıyla ilgili bir soruya 'Ben Rizeliyim, eşim Siirtli. Ben Türk'üm eşim Arap. 29 yıldır evliyiz. Sorunumuz yok. Türkiye'de hiç böyle bir sorun olmaz' demiş, Kürtlerden büyük tepki almıştı. Erdoğan'ın bu söylemine Kürt siyasetçiler şu yanıtı vererek tepki göstermişti: 'Sayın Başbakan, sizin eşinizi sevmenizle Kürt sorununun ne ilgisi var. Eşini sevmeyenlere göre Kürt sorunu mu var bu ülkede.' Diyarbakır'da 28 Mart olaylarında, Kürtlerin eylemlerini Erdoğan, 'terörizmle' suçlamıştı ve dudak uçurtan şu açıklamayı yapmıştı: 'Terörün maşası haline gelen her kim olursa olsun, kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır.' 1 Kasım 2006 tarihinde Batman'da yaşanan sel felaketi nedeniyle 8'i çocuk olmak üzere toplam 11 kişi yaşamını yitirmiş, 20 kişi yaralanmış, 100 bin insan selden etkilenmiş ve 3 bine yakın ev oturulamaz duruma gelmişken Erdoğan, sel konusunda konuşurken, 'Abartmamalı, basın çok abartıyor' diyerek sivil toplum örgütlerinden büyük tepki almıştı.
DTP'yi hedefe koydu
Erdoğan, 2008 Ocak ayında Kürtlerin oylarıyla Meclis'e girmiş bir parti olan DTP'yi ima ederek, 'Terör örgütü için 'siyasi bir örgütlenme' diyen anlayış acaba bu çatı altında ne iş görüyor? Madem siyasi bir örgüt size ne gerek var?' demiş, Kürtlerden büyük tepki toplamıştı. Daha sonrasında yapılan bütün gösteri ve mitinglerde Kürtler, 'PKK halktır halk burada' sloganlarıyla Erdoğan'a cevap vermişti.
Masaya gelin demişti
Bu açıklamasının ardından ABD'nin 'terör örgütleri listesi'nde yer alan Hamas örgütünün temsilcilerinin Ankara'da kabul edilmesi hatırlatılınca, 'Silahı bırakın masaya gelin görüşelim' dedi. Bu açıklamasına Kürtlerden olumlu tepki alan ancak Türk milliyetçilerinden tepki gören Erdoğan, 'Bizim sözlerimiz sağa sola çekilmesin, Türk hükümeti hiçbir zaman terörist ile pazarlık yapmaz' açıklamasını yaptı. Bu açıklamasını sadece DTP'ye ilişkin yaptığını söyleyince, bu kez hem Kürtlerden hem de Türklerden tepki topladı.
Yan gelip yatma yeri
Operasyonların aralıksız sürdürüldüğü ve cenazelerin kaldırıldığı 2006 Eylül'ünde Erdoğan'ın Balıkesir'de yaptığı konuşma esnasında dinleyici kitlenin içinde yer alan bir grubun 'Şehit cenazesi görmek istemiyoruz' tepkisi üzerine 'Askerlik yan gelip yatma yeri değildir' sözleri büyük tepki toplamıştı.
Cumhurbaşkanlığı krizi
Türkiye'de siyasi atmosferin küçük tartışmalar etrafında döndüğü 2007 yılının ilk aylarında, Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları, dozu yüksek yeni bir gerginliğin yaşanmasına neden oldu. Tarihler 24 Nisan 2007'yi gösterdiğinde Başbakan Erdoğan AKP'nin adayını açıklamıştı. Erdoğan, 'Bugüne kadar beraber bu yolda olduğumuz, bu hareketi beraber kurduğumuz Abdullah Gül kardeşimizdir'' sözleriyle, dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün adaylığını resmen açıklamış oldu.
e-muhtıra
Olanlar bu açıklamadan sonra oldu. CHP '367' tartışmasını başlattı. Tarihe 'e-muhtıra' diye geçen Genelkurmay 27 Nisan gecesi şok etkisi yaratan şu açıklamayı yapmıştı: 'Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.' Abdullah Gül'ün 367 şartı nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçilememesi üzerine AKP erken seçim kararı alarak, mağduriyet galibiyetinin de sürecini başlatmış oldu.
AKP'nin son 1 yılı...
22 Temmuz seçimlerinde yüzde 47 oy alan AKP'nin yeniden iktidar koltuğuna oturdu. AKP'nin ikinci defa tek başına iktidara gelmesi Türkiye'de siyasi gerilimlerin ardı ardına da yaşanmasına neden oldu. Türkiye geride bıraktığı bir yılda, neredeyse gerilimsiz bir gün bile geçirmedi. AKP'nin ikinci iktidarı döneminde ilk gerginliğin nedeni, bir önceki dönemden devir aldığı Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. TBMM'de hükümetin kurulmasının ardından ilk olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve MHP'nin TBMM Genel Kurulu'na katılmasıyla '367' şartı aşılarak Gül, cumhurbaşkanı seçildi. 28 Ağustos'ta Gül Çankaya Köşkü'ne çıktı.
Anayasa taslağı
AKP'nin 2007 yılında gerginliğe neden olan uygulaması Anayasa değişikliği girişimi oldu. Akademisyenlere hazırlatılan, Anayasa taslağı uzun süre gerginliğe neden olsa da, bir süre sonra AKP tarafından dahi unutuldu. Taslakta, üniversitelerde türban yasağının kaldırılması, laiklik ilkesinin yeniden tanımlanması gibi tartışma yaratan düzenlemeler yer alıyordu.
'Velev ki siyasi simge'
Tarih, 15 Ocak 2008 gösterdiğinde İspanya'yı ziyaret eden Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin geleceğini ve hatta sistemin tartışılmasına neden olan tartışmaların temelini attı. Erdoğan, ziyaret sırasında türbanı siyasi simge olarak kabul ettiğini açıkladı. Erdoğan, 'Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Sembollere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var? Buradaki dert başka aslında. Biz bunu çok iyi biliyoruz. Bunu maalesef takdirde zorlanıyoruz' diyerek tartışmaların fitilini ateşledi. Hiç zaman kaybetmeyin, MHP'de üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliği önerisi hazırladı. AKP, MHP'nin türban yasağının kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliğine olumlu yanıt verdi ve yapılan görüşmelerin ardından, metin üzerinde uzlaşıldı.
MHP ve AKP kan kardeşiimage
Anayasa değişikliğinin hemen ardından da AKP ve MHP YÖK Yasası'nın Ek 17. Maddesi'nin 'Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir. Hiç kimse, başının örtülü olması sebebiyle yükseköğrenim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz' değiştirilmesinde uzlaştı. Bütün bunlar olurken AKP'lilerden gerginlik açıklamaları da gelmeye devam etti. AKP Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin, 'Adım adım ilerleyeceğiz' derken, Konya Milletvekili Hüsnü Tuna'nın da, 'Hedefimiz kamuda da türban yasağını kaldırmak' dedi. CHP, anayasa değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. CHP'nin başvurusunu inceleyen Anayasa Mahkemesi, türban düzenlemesini iptal etti.
 Kapatma davası
Bütün yaşanan bu gerginliklerden iyice yorulan Türkiye bir türlü nefes alamadı. AKP'nin toplumda gerginliklere neden olduğu uygulamalar tam bitte derken, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 14 Mart günü AKP'nin 'laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu' gerekçesiyle kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne dava açtı. Böylelikle, Türkiye 4,5 aylık yeni bir gerginlik süresinin içine çekilmiş oldu. Nitekim Anayasa Mahkemesi, rekor inceleme süresi gerçekleştirdi ve AKP hakkında açılan kapatma davasını ret etti. ANKARA - DİHA
bombebaran Erdoğan'ın hafızalardan silinmeyen gafları
Erdoğan iktidarı döneminde unutulmaz gaflar da yaptı. Bunlardan en dikkat çekenleri ise şöyle:
Erdoğan, Erzurum'da 2004 Kasım ayında 'Çiftçinin durumu ne olacak' diye soran bir yurttaşı, 'Yahu bu millet yatıp kalkıp size mi çalışacak' diye azarlamıştı.
2006 Şubat ayında Mersin'deki bir toplantıda Kemal Öncel adlı bir çiftçinin 'maruzatını' bildirmesi üzerine Erdoğan'dan aldığı azar günlerce konuşulmuştu. Erdoğan çiftçiye, 'Artistlik yapma lan, terbiyesizlik yapma lan. Hadi ananı da al git' ifadelerini kullanarak, kamuoyundan büyük tepki almıştı.
Tarihi eser kaçakçılığı ve ihalede usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle tutuklanan ve daha sonra beraat eden Van Yüzüncü Yıl Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'a destek olmak için Van'a giden rektörlere çıkışan Erdoğan, şu tepkiyi göstermişti: 'Ben dünyayı dolaşıyorum, onlar Van'a gidiyor yahu...' Ekim 2005'te Erdoğan'ın rektörlere ilişkin yaptığı bu açıklama aydınlar, rektörler ve dekanların tepkisine neden olmuştu.
1 Kasım 2006 tarihinde Batman'da yaşanan sel felaketi nedeniyle 8'i çocuk olmak üzere toplam 112 kişi yaşamını yitirmiş, 20 kişi yaralanmış, 100 bin insan selden etkilenmiş ve 3 bine yakın ev oturulamaz duruma gelmişken Erdoğan, sel konusunda konuşurken, 'Abartmamalı, basın çok abartıyor' diyerek demokratik kitle örgütlerinden büyük tepki almıştı.
CEM EMİR / ABDURRAHMAN GÖK

'Kerkük Kürtlerin yüreğidir'

image
Kerkük'te 28 Temmuz'da sivil halka dönük intihar saldırısı sonrası yaşanan vahşetten sorumlu oldukları gerekçesiyle çok sayıda kişinin sorguda olduğu kaydedilirken, 1 milyon kadar kişinin gösteri yaptığı Hewler'den sonra halkın sokaklardaki eylemleri yayılıyor. Vahşete imza atanları kınayan Kürdistan Ulusal Kongresi 'Kerkük'te yaşayan halklar zenginliği ile Kerkük demokrasi ve halkların kardeşliğinin örneği olabilir. Kerkük sorununun çözümü demokratik referandumla Kerkük halkının geleceğine karar verebileceği 140. maddenin uygulanmasına bağlıdır' dedi. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Kerkük'ün özerk bir statü ile Kürdistan'ın parçası olmasının en doğru çözüm olduğunu kaydederek, 'Bize göre tüm Kürtler demokratik ulusal birlik içinde siyasi güçlerini ortaya koyarlarsa, Kerkük üzerinde oynan oyunları boşa çıkarılabilirî derken, Federal Kürdistan Başkanı Barzani, 140. maddeden kaçan bütün tarafların anayasayı ihlal ettiğini ve bu ihlalin Irak'ın tek parça kalmasını tehlikeye sokacağını söyledi.
image Kerkük'te gerçekleşen intihar saldırısına ve Irak Praamentosu'ndan gizli oyla çıkarılan yerel seçim yasasına karşı Kürt kentlerinde prtotesto gösterileri devam ediyor. PNA'ya göre Hewler ve Kerkük'teki eylemlerden sonra Süleymaniye ve Şaklava'da binlerce kişi sabah erken saatlerden itibaren alanlara çıktı. Süleymaniye'deki protesto gösterisine, '24. maddeye HAYIR, 140. madde ve birlikte yaşamaya EVET' gibi seçim yasasını kınayan yazılı pankartlar açıldı. Göstericiler buradan Süleymaniye Valiliği önüne yürüdü. Kürdistan bayraklarının dalgalandığı gösteride yoğun güvenlik önlemleri alındı.
'Kerkük Kürtlerin yüreğidir' sloganının atıldığı yürüyüş sırasında düzenlenen intihar saldırısı da protesto edilerek, sorumluların bir an önce bulunması istendi
Yerel seçim yasasının 24. maddesine karşı tepkiler Şaklava ilçesinde de sokağa taşındı. Hewler'e bağlı Şaklava ilçesinde binlerce kişi toplandı. Gösteriye ilçede bulunan bütün etnik ve dini oluşumlar katıldı ve yasayı protesto eden sloganlar atıldı.
'O zaman Bağdat'ı da bölelim'
Irak Parlamentosu Başkanı Mahmud El Meşhedani, resmi tatile girilmesine rağmen, yeni seçim yasası yüzünden Kerkük'te yapılan gösteriler ve şiddet olaylarını görüşmek üzere parlamentoda özel oturum yapılması çağrısında bulundu. PNA'ya demeç veren Süleymaniye Valisi Dana Ahmet Mecid, El Meşhedani'ye tepki göstererek 'Eğer Meşhedani Kekük'ü etnik gruba ayırmak istiyorsa, Bağdat, Diyala ve Musul da Kerkük gibi bölmelidir. Neden onları da bölmüyor?' dedi.
Maxmur'dan tepki
Kerkük'teki saldırıya ilişkin yazılı açıklama yapan Maxmur Demokratik Halk Meclisi de, Kerkük'te meydana gelen ve onlarca insanın yaşamına mal olan vahşi saldırının üzüntüsü içerisinde olduğunu bildirdi. Bu çağdışı ve vahşi yöntemlerle sorunların çözülemeyeceğine vurgu yapılan açıklamada, 'Bizler halkların birlik ve kardeşliğinden yanayız. Geçmişten kalan ve günümüzde ortaya çıkan sorunlar şiddetle değil, çağdaş ölçüler çerçevesinde diyalog ve demokratik yöntemlerle çözülebilir. Dış güçlerin tahrik ve yönlendirmeleri ise daima çelişki ve çatışma zeminini yaratmakta ve halkları birbirine kışkırtmaktadır. Halkımız, özellikle de bu konuda duyarlı ve tedbirli olmalıdır' denildi.
KNK: Amaçlarına ulaşamazlar
Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Kerkük'te katlim yapanları kınayarak, halkları bir birine düşürmek isteyenlerin amaçlarına ulaşamayacaklarını söyledi. KNK Yürütme Konseyi, 'barışçıl ve demokratik temelde haklarını savunmak isteyen Kerkük halkının terörist bir saldırıya maruz kaldığını belirterek saldırıyı kınadı. Açıklamada 'Kerkük'te yaşayan tüm halklar bu oyunların bilincindedir ve teröristlerin amaçlarına ulaşmalarına yol vermeyecektir' denildi. Kerkük'ün Kürdistan'ın bir parçası olduğunu bir çok kez dile getirdikleri belirtilen açıklamada 'Kerkük'te yaşayan halklar zenginliği ile Kerkük demokrasi ve halkların kardeşliğinin örneği olabilir. Kerkük sorununun çözümü demokratik referandumla Kerkük halkının geleceğine karar verebileceği 140. maddenin uygulanmasına bağlıdır. Kürtlerin iradesi dışında Irak Parlamentosundan çıkacak kararlar çözüm olmaz. Irak Hükümeti, Birleşmiş Milletler ve tüm ilgili kesimleri çağrımız Kerkük halkının iradesine saygılı olmalarıdır' ifadeleri kullanıldı.
Barzani: Tehlikeli bir zil
Bu arada KDP ve YNK siyasi büroları arasında Bağdat'ta yapılan görüşmelerin üçüncüsü dün Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani ile Irak Devlet Başkanı Celal Talabani yönetiminde yapıldı. Irak Devlet Başkanlığı Sarayı'nda gerçekleşen görüşmede, Kürdistan Bölgesi'ndeki durum, 140. madde, Kerkük yerel seçimler ele alındı. Barzani, önceki akşam da Kürdistan İttifak Listesi üyeleri ile bir toplantı gerçekleştirdi. Barzani, toplantıda, yerel seçimler yasasını 'tehlikeli bir zil' olarak nitelendirerek, Kürdistan halkının Federal Irak Anayasası'nın 140. maddenin uygulanması konusundaki duyarlılığını yineledi. Barzani, 140. maddeden kaçan bütün tarafların anayasayı ihlal ettiğini ve bu ihlalin Irak'ın tek parça kalmasını tehlikeye sokacağını söyledi.
ITC uluslararası güç istedi
Irak Türkmen Cephesi (ITC) Ankara Temsilcisi Ahmet Muratlı, Kerkük'teki bombalı saldırıya işaret ederek, 'Bu Kerkük'ü kana bulamak isteyenlerin bir oyunu olabilir. Uluslararası güç şart' dedi. Muratlı, Kerkük'teki yürüyüş sırasında düzenlenen intihar saldırısının ardından göstericilerin ITC bürosuna ve Türkmeneli televizyonuna saldırdığını belirterek, 'ITC bürosunu ateşe vermişler ve 5 kişi de kaçırılmış' dedi. Konya'da bulunan Kerküklüler Derneği Genel Başkanı Şahabeddin Kırdar da, güvenliğin sağlanması için Kerkük'te uluslararası bir güç bulunması gerektiğini ileri sürdü. SÜLEYMANİYE / BRÜKSEL
image 'Kerkü k'te hedef Kürt iradesi'
image Röportajın 1. bölümü / Ergenekon yeni saldırı konseptinin parçası

YNK : Türkmen Cephesi 4 Kürdü öldürdü

image ANKARA /  YNK Ankara Temsilcisi Behroz Gelali, 28 Temmuz günü Kerkük’te Kürt gösterisi sırasında düzenlenen intihar saldırısında sonra Kürtlerin Türkmenler saldırdığı yönündeki iddiaları yalanlayarak, Türkmen Cephesi’ni yanlış bilgiler yaydığını belirtti. Gelali yaptığı açıklamada, “Kadın bir terörist Kerkük’teki Türkmen Cephesi’ne 30 metre uzakta intihar saldırısı düzenlemesi ardından, insanlar canlarını korumak için yakındaki kurum ve evlere yöneldiler. Bu kurumlardan biri de Türkmen Cephesi’ydi. Ama Türkmen Cephesi kurumundan ateş açıldı ve 4 vatandaş yaşamını yitirdi. Bunun üzerine halk da kuruma girerek zarar verdiler” dedi. Türkmen Cephesi’nin bunun bilinçli bir şekilde Peşmerge ve Kürtler tarafından yapıldığı iddiasında bulunduğunu belirterek, “biz bu yaklaşımı kınıyoruz” tepkisinde bulundu. “Kerkük sadece Kürtlerin kontrolündeki bir bölge değil” diyen Gelali, “Kerkük’ün güvenlik güçleri Asuri, Keldani, Arap ve Türkmenlerden oluşuyor. Biz de Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Kürtler olarak Türkmenleri hem kardeş olarak biliyoruz. Ama Türkmen Cephesi’ndeki bazı kişiler Türkmenlerle olan ilişkilerimize zarar vermek için çok çabalıyorlar” şeklinde konuştu. Kerkük’teki olaylardan sonra soruşturma başlatıldığını belirten Gelali, Türkiye’den de bir heyetin olay yerinde araştırma yapması ve sonucu ne olursa olsun bunu kabul edeceklerini ifade etti. Kerkük’te 28 Temmuz günü Irak parlamentosunun tartışmalı seçim yasasını kabulünü prtesto gösterisi sırasında düzenlenen intihar saldırısında en az 25 kişi hayatını kaybetti, 180 kişi de yaralanmıştı. Patlamada paniğe kapılan kitle kendilerini korumak için en yakın ev parti binalarına sığınmak istemiş ancak Türkmen Cephesi’nde Kürtlere ateş açılmıştı.

Annem

imageHasan Bildirici - Geçen günlerde google arama motorunda ismim üzerine kayıtlı olan yazılara göz atarken, bir değil bir çok yerde ölü annemin ve ailemin tartışıldığını gördüm. Üzüldüm. Ama olsun, bu tür yazılar bana dağların Kürt asiliğini ve boyun eğmezliğini verip 28 yaşında bu dünyadan göçüp giden annemi anmanın bir vesilesi olsun....

Ben bir Kürdistan yetimiyim. Yetimlik bende ağır bir duygudur. Çünkü beni doğuran kadın, basit bir rahatsızlıktan dolayı ben üç yaşındayken bu dünyadan göçüp gitmiş.

Siyah-beyaz bir resmini dahi bulamadığım annemden bana, Süphan eteklerinin Van Gölü ile buluştuğu yamaçlarda mezar yeri olarak işaretlenmiş bir toprak yığını kalmıştı. Kışları soğuk olurdu, birkaç metreye ulaşan kar altındaki mezara çocuk ellerimle ulaşmazdım.

Fakat yaz oldu mu, toprak ısındı mı, akşamları, annemin mezarının gündüzden kalan ılıklığına sığınırdım. Anne kokusu bende, toprak kokusu olarak kaldı. Bu Kürt kadınına olan özlemim bende Kürdistan sevdasına dönüştü.

Bazılarının PKK ile olan kan davalarını benim ölü annem üzeri sürdürmeleri ne çirkin!

Kan davasının bile bir mertliği vardır.

Bunu bir değil, bir çok kez yaptılar. Sorumluluğum altında olan Kurdistan-Post sitesinde kendileriyle ilgili en ufak bir eleştiri ve tartışmayı kabul etmeyenler, kıyameti koparanlar, benim ölü anneme sırf aşağılamak için “Tirk” denen metin ve yorumları yıllarca sitelerinde tuttular...

Milliyetçilik veya ulusalcılık kaliteli bir kültürle yapıldığı zaman bir ulusa fayda sağlıyor.

Kalitesiz ve düşük bir kültürle yapıldığı zaman, vatan dolandırmışlığın, çeteciliğin, kin ve düşmanlığın sığındığı liman vazifesi görüyor.

Türkiye’yi 85 yıldır dolandıranların, en büyük hazine yağmacılarının, çek-senet mafyasının, cinayet örgütlerinin Türk milliyetçisi örgütlerden çıkması bundandır.

Kaldı ki benim annem Kürt değil, Türk asıllı da olabilirdi.

Dedim ya, yetimlik bende ağır bir duygudur. Annem, Süphan yaylalarını tutan Kürt bir aşiretin kızı idi. Konserve kutusu gibi sıkıştırılmış şehirlerin yoksulluğu içinde doğmadı. Talih ona Süphan yaylarının doruklarında doğup büyümeyi bağışladı. O zamanın Kürt kızları Kürdistan doruklarında rüzgar hızında atlara binerlerdi. Bana annemi böyle anlattılar ve ben annemin soyunu rüzgarlara olan özgür at koşuşlarıyla sevdim...

Baba tarafımı da anne tarafım kadar benimsemiş biriyim. Ahlat’ın beşte birine denk düşen baba tarafımda Kürt soyu ile Türk soyu iç içedir.

Ama baba tarafım beni, çocukluktan beri “Kürt damarlı” olarak damgaladı. İnadım, ısrarım ve ölçüsüz cesaretim yüzünden bu ismi bana verdiler. Bunu gizliden benimsedim. Ailemin, “Kürt damarlı çocuğu” olarak hep merakla izlendim.

Kürtlükle harmanlanmış Türk ağırlıklı ailem, yani baba tarafım, benden dolayı devletin kendilerine yönelik baskılarını her defasında savmayı bildiler. Koruculuğu ve ihbarcılığı bana ve soylarındaki Kürt kanına olan saygılarından kabul etmediler. Yaşamın en güzelini, kendi halinde yaşamayı bir yol olarak seçtiler.

Beni doğuran Kürt kadının akrabaları, yani dayılarım hala Süphan eteklerinde oturur. Ne yazık ki, Ahlat ve Bitlis civarının en tanınmış kan davalı kabilelerinden biridir. Cezaevinden çıktığımda dayılarımdan birinin oğlu öldürülmüştü. Taziye ziyaretine gittim. Anne tarafından bir çok akraba ismimi duymuş oldukları halde beni ilk kez görüyorlardı. Kederli yüzlerinde bir sonraki ölümün derin ıstırabı vardı. Oğlu öldürülen dayım bana şunu dedi:

“Sana bakınca, kendimizi görüyorum. Fakat sen öfkeni yönelteceğin hedefi iyi buldun. Bizse hala birbirimizi kırıp geçirmekle meşgulüz.”

İşte bu adamın ölü kızları, yani annem Kürt sitelerinde tartışılıyor. Bana annem ve Kürtlük adına üzülmekten başka bir şey kalmıyor.

Sakın, bunlar için “birkaç kendini bilmez” diyip geçmeyin. Karşıtlık atmosferinde bunamışların tartışma platformunda annemi aşağılayan ifadeleri çok sık görmeseydim bu yazıyı yazma ihtiyacı hissetmezdim. Hani bir gazete veya televizyonda bir grup veya mezhep için küçültücü bir ifade kullanılır da, herkes protesto etmek için oraya koşar ya, ben şimdi protesto etmek için nereye koşayım?

Benim protestom da bu.

Ben Kürdistanlıyım. Kürdistanlılık bir kimliktir. Kürt kimliği yaralıdır, derbederdir. Kürt özgürlükçülerin yanı sıra, Musa Anter’i öldüren Kürtler de vardır. Kürt katili Yeşil de Kürt bir anne babanın çocuğudur. Köy korucuları, AKP, MHP ve CHP’li Kürtler de Kürt kökenlidir. Fakat Kürdistanlılık özgür bir tercihtir. Zincir ve tutsaklık tanımaz. Kürdistan’ın özgürlük kokusunu genç yaşında ölen annemin yaz akşamları sığındığım mezarının toprak ılıklığından aldım ben. Kürdistan toprağı annem oldu. Ona sığındım.

Bir gün yetimlik üzerine bir yazı yazmıştım. Hamile bir Kürt kadını demek ki bundan çok etkilenmiş. Bana internet aracılığıyla birkaç cümlelik şöyle bir mesaj göndermişti:

“25 yaşında bir Kürt kadınıyım. Şu anda hamileyim. Seni yeniden anneli doğurmak isterdim.”

Kim olduğunu, nereden yazdığını bilmediğim ve bilmek istemeyeceğim hamile bir Kürt kadınının bu mesajını, iki de bir ölü annemin cesedini çiğnemeye çalışanlara ve bu yazılara sitesinde yer verenlere armağan ediyorum. image

Hasan Bildirici
bildiricihasan@hotmail.com

Hizbullah-Ergenekon ilişkisi, devlet ilişkisidir

Ergenekon iddianamesinde, devlet tarafından kurulan ve yıllarca Bölge'de terör estirenimage Hizbullah'ın Ergenekon'la ilişkili olduğu ve yıllarca Ergenekon tarafından yönlendirildiği belirtilirken, öte yandan Hizbullah ve Ergenekon'un 'devlet dışı birer terör örgütü' olduğu imajı yaratılıyor. Ancak Ümraniye bombalarının aynısının Şırnak'ta Hizbullah tarafından kullanıldığı ortaya çıktı. Yine Ergenekon-Hizbullah ilişkisi denilen ilişkiler, devlet-Hizbullah ilişkileri olarak defalarca itiraf edilmişti.

Hizbullah-Ergenekon ilişkisi Hizbullah-devlet ilişkisidir
Devlet tarafından kurulan ve yıllarca Bölge'de terör estiren Hizbullah Ergenekon iddianamesiyle birlikte bir kez daha gündeme oturdu. İddianamede Hizbullah'ın Ergenekon'la ilişkili olduğu ve yıllarca Ergenekon tarafından yönlendirildiği belirtilirken, öte yandan Hizbullah ve Ergenekon'un devlet dışı birer terör örgütü olduğu imajı yaratılıyor. Böylece iddianamede ileri sürülen Ergenekon'un 'devletin hiçbir kurumuyla ilişkisi olmayan bir terör örgütü' olduğu yönündeki manipülatif görüş, Hizbullah için de ileri sürülmüş oluyor. Ancak devlet yetkilileri defalarca Hizbullah'ın devlet tarafından kurulduğunu, PKK'ye karşı kullanıldığını ve faili meçhul cinayetler gerçekleştirildiği itiraf edilmişti. Öte yandan Hizbullah'ın 'devletle ilişkisi olmayan bir terör örgütü' gibi yansıtmaya çalışan iddianame, çelişkili gibi görünse de Hizbullah'ın orduyla ilişkilerini ve kuruluş biçimini ortaya koyan verileri de barındırıyor.
Ergenekon iddianamesinde gizli tanık 'Deniz' tarafından anlatılanlara göre, Diyarbakır Jandarma Komutanlığı'nda Hizbullah İlim ve Menzil gruplarına bağlı milatlanlara eğitim verildi. Doğu Perinçek'in çıkarttığı '2000'e Doğru' dergisinde çalışan Halit Güngen tarafından bu olay görüntülenmiş, ancak fotoğraflar yayınlanmadan Güngen öldürülmüş. Ayrıca Gizli tanık 'Ahmet', Hizbullah'ın lideri Hüseyin Velioğlu'nun 2 MİT görevlisi ile zaman zaman görüştüğünü belirtiyor. Bu arada en çarpıcı olan ise, iddianamede de Hizbullah'ın dönemin MİT Müsteşarı olan ve daha sonra Orgeneral rütbesine yükselen Teoman Koman tarafından ve Veli Küçük tarafından kurulduğunun kabul edilmesi. Ancak iddianamede yer verilen bu bilgilere rağmen, Savcılık, Hizbullah'ın bu ilişkilerinin 'devlet dışı olan' Ergenekon'la olan ilişkileri gibi gösteriyor. Bu da 'Ergenekon Diyarbakır Jandarma Komutanlığı'na hakimse o zaman devletin ta kendisidir, devlet dışı bir örgüt olamaz' yorumuna neden oluyor.
Bombalar aynı ve orduya ait

image

Diyarbakır DGM'de uzun süre görülen Hizbullah Ana Davası'nda, Hizbullahçılar devletle bağlantılarını kabul etmişti.

Öte yandan Ergenekon operasyonunun başlangıç noktasını oluşturan ve iddianamede en önemli deliller olarak kabul edilen Ümraniye'deki el bombalarıyla ilgili çarpıcı bilgiler ortaya çıktı. Radikal Gazetesi'nin haberine göre, Ümraniye'de ele geçirilen 27 el bombasıdan birinin 1999'da Şırnak'ta Hizbullah / İlim grubuna yönelik operasyonda bulunan altı el bombasıyla aynı kafileden olduğu ortaya çıktı. Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Labaratuvarı Dairesi'ne bağlı Bomba Bilgi Merkezi'nin (BBM) Savcılığa verdiği bilgiye göre, Ümraniye'deki 27 el bombasından biri de, 'MKE MOD 45 KF 1-23 10 92' seri numaralıydı. Yani bombanın fünye numarası 'MKE MOD 45'ti ve Ekim 1992'de 23. kafilede üretilmişti. BBM'ye göre, Ümraniye'de bulunan bu bomba ile aynı kafile ve seri numaradan altı el bombası, Şırnak'ta 18 Mart 1999'da 'Hizbullah/İlim' grubuna yönelik operasyonda İhsan Tekin, İsmail Tekin ve Hacı Demir'in evlerindeki aramada ele geçirilmişti. Savcı Zekeriya Öz, bunun üzerine özel yetkili Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nden bilgi istedi. Gelen bilgiye göre, davaya bakan dönemin Diyarbakır 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) 2002'de üç şüpheli hakkında beraat kararı vermiş ve 30 Nisan 2002'de, 'ruhsatsız el bombası bulundurma' suçundan şüpheliler hakkında Şırnak Cumhuriyet Savcılığı'nda suç duyurusunda bulunmuştu. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi, 2 Nisan 2008 tarihinde dosyayı karara bağlamış, şüphelilere 1670 YTL para cezası verilmişti. Bu cezalar da ertelenmişti. Üstelik Hizbullahçıların mahkemeye 'Bombaları terörden korunmak için edindik. Kimden aldığımızı söyleyemeyiz' ifadesi verdiği ortaya çıktı.


Şırnak bağlantısı Şırnak'taki bombalar ile Ergenekon bombaları arasındaki bağlantı, ayrıca Genelkurmay Başkanlığı tarafından da doğrulandı. Savcılık, Genelkurmay Başkanlığı'na 'Ergenekon sanıklarından herhangi bir eski askerin söz konusu tarihte Şırnak'ta görev yapıp yapmadığını sordu. Yanıtta, emekli Binbaşı Mehmet Zekeriya Öztürk'ün 17 Ağustos 1997-11 Ağustos 1999'da Şırnak'ta görev yaptığı kaydedildi. Böylece Genelkurmay Başkanlığı, hem Hizbullah'ın orduyla bağlantısını, hem de Hizbullah ve Ergenekon'un silahlarının bizzat ordu tarafından karşılandığını da kabul etmiş oluyor.


Koman ve Küçük kurdu Savcılık bu kadar net olan bu bağlantılara rağmen Ergenekon ve Hizbullah ilişkisinin devlet dışı bir ilişki olduğunu ileri süre dursun, Hizbullah'ın devletle olan ilişkisi daha önce de kanıtlanmıştı. Ergenekon iddianamesinde Emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile birlikte Hizbullah'ı kurmakla suçlanan emekli Orgeneral Teoman Koman, örgüt üyeleri için 'PKK'ya karşı kendini koruyan dinî inançları kuvvetli vatandaşlar' ifadesini kullanmıştı. Hizbullah'ı bu sözlerle kollayan Koman, Küçük'ün Susurluk kazasıyla ilgili olarak ifade vermesini engelleyen kişidir.

 
Vali Vekili'nden itiraf Hizbullah'ın, dönemin en yetkili ve etkili paşalarınca kurulduğu, güvenlik güçlerince korunduğu ve ellerine silah verilerek suç işlemeye itildiği bilgisi yeni değil. Hizb-i Kontra'nın devlet eliyle beslenip bir canavar haline getirildiğinin itirafı, örgütün işlediği cinayetlerle adını 'Faili meçhul cinayetler kenti'ne çıkardığı Batman'dan gelmişti. 1994'te Batman'a giden TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu, Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek'ten brifing aldı. Toplantıya, Şimşek, Komisyon Başkanı ve dönemin DYP Kırıkkale Milletvekili Sadık Avundukoğlu, SHP Malatya Milletvekili Mustafa Yılmaz, RP Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata, CHP Kars Milletvekili Atilla Hun, raportörler Akman Akyürek ve Ömer Köse'nin yanı sıra Vali Vekili Mustafa Ali Örnek katıldı. Toplantıda Emniyet Müdürü Şimşek, Hizbullah'ın nerede örgütlendiğini, nerede taban bulduğunu, ideolojilerini ve cinayet işleme yöntemlerini uzun uzun anlattı. Bu sırada araya giren Komisyon üyeleri, herkesin neredeyse birbirini tanıdığı bir kentte işlenen yüzlerce cinayete rağmen faillerin yakalanmamasının düşündürücü olduğunu soruyor. Bunun üzerine Şimşek, şu itiraflarda bulunuyor: 'Ne yazık ki Hizbullahçılar, bir dönem askerden yardım gördüler. Buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar, lojistik destek gördüler.' Şimşek'i, Vali Vekili Mustafa Ali Örnek, 'Evet. Maalesef öyle oldu' sözleriyle onaylıyor. Ardından Şimşek, yarım kalan anlatımını tamamlıyor: 'Bir ihbar aldık bu konuda. Araştırdık. Maalesef doğru çıktı. Hizbullahçılar, belli bir dönem ordudan yardım görmüşler.'

 
Güreş korudu Bu görüşmenin ardından TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk'a çıkan komisyon üyeleri, bir şikayette bulunuyor. Araştırmalar sırasında sık sık gündeme gelen Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın uygulamalarıyla ilgili Genelkurmay Başkanlığı'na yapılan iki başvurudan sonuç alamadıklarını belirtiyor. Cindoruk'un Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'le kurduğu irtibat sonrası Komisyon Başkanı Sadık Avundukoğlu, Batman'daki iddiaları sorma şansı buluyor. Güreş'le görüşen Avundukoğlu'nun anlatımları karşısında hiddetlenip 'Böyle bir şey olmaz. Kesinlikle doğru değildir' sözü üzerine Avundukoğlu, daha fazla ısrar etmeyip oradan ayrılıyor.


Çiller'den silah desteği
Güreş'le birlikte aynı konsepti hayata geçirmek için JİTEM'i büyüten, Bölge'de terör estiren, faili meçhul cinayetlere imza atan ve bunu çeşitli defalar dile getirmekten geri durmayan, uygulamalarıyla Susurluk olayında sürekli gündeme gelen dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in de Hizbullah'a desteği açığa çıkmıştı. Batman Vali Vekili ve Emniyet Müdürü'nün itiraflarının ardından göreve gelen Batman Valisi Salih Şarman, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'e gönderdiği mektupla Hizbullah'ın nasıl örgütlendiğini gözler önüne serdi. Mektubunda içinde korucu ve özel harekatçıların yer aldığı Karma Özel Harekat Birliği'nin kurulduğunu belirten Şarman, bunların ihtiyaçlarının giderilmesi için yüklü miktarda para istiyor. Gizli ödenekten Çiller'in onayıyla gönderilen paralarla alınan silahlar kayıplara karışınca olay yargıya intikal ediyor. Şarman yıllarca süren yargılama sonucu 2005 yılında mahkumiyet alırken, kayıp silahların çoğunluğunu takarof marka Rus yapımı silahlar oluşturuyordu. Batman'da Hizb-i Kontra'nın işlediği cinayetlerin yüzde 99'unun bu tip silahlarla işlenmesi, silahların buraya aktarıldığının da açık kanıtı oluyordu.


Kozakçıoğlu'ya göre 'normal'
Çiller-Güreş döneminde OHAL Bölge Valisi olan Hayri Kozakçıoğlu da, Mart 2007'de Zaman Gazetesi'ne Hizbullah-devlet ilişkisini açıklamıştı: 'JİTEM, MİT ve Emniyet'in Hizbullah'la o dönem istihbarat alışverişi yapması gayet doğal bir durum. Eğer Hizbullah, PKK'nin yerlerini tespit konusunda bir adım öndeyse, onlardan istihbarat alınmasında bir sorun yok.'


Taner doğrulamıştı
Aralık 2006'da Hizbullah'ın devletle olan ilişkileri MİT Müsteşarı Emre Taner tarafından da doğrulanmıştı. Taner, 'Hizbullah'ın bir dönem devlet tarafından kullanıldığını' söylemişti.

 
'Ersever Hizbullah'ı severdi'
JİTEM'in kurucusu Cem Ersever'in avukatı Emin Emir ise şunları söylemişti: 'Ersever bana, Velioğlu'ndan PKK'yla ilgili bilgiler aldığını anlattı. Hizbullah'ı seviyordu, sempatisi vardı. 'Bu arkadaşlar vasıtasıyla soruşturma yapsam, Güneydoğu'daki bazı cinayetlerin faillerini öğrenebilirim. Ama ölenler zaten PKK'lı. Özel bir gayret göstermeye gerek yok. Hizbullah, yapılması gerekeni yapıyor.'


Aygan'ın itirafları
JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan'ın ifadeleri de Hizbullah'ın devlet tarafından korunduğunu açık bir şekilde gözler önüne serdi. Aygan'ın itirafları şöyle: 'Binbaşı Cahit Aydın bizi Diyarbakır-Silvan'a bir Hizbullah faaliyetini araştırmaya gönderdi. Ben ve Kemal Ümlük gittik. Burası, Diyarbakır-Silvan yolu üzerinde bulunan Yolaç (Susê) köyü. Hatta şehitlikleri de var onların. Bir sorumluları da varmış. Onun hakkında bilgi almak için karakola gittik. Karakol bilgi vermeye çekindi. 'JİTEM Komutanı bizi gönderdi' dedik, yine 'yok' dendi. 'Silvan'a, filan adamların yanına gidin, filan tüpçü şudur, budur. Ya da 'Emniyet'e gidin bu konuda daha bilgili' dendi. Emniyet amiri mi, yoksa müdürü mü onun yanına gittik. 'Komutanımız bir rapor hazırlayacak yukarıya. Hizbullah konusunda bilgi istiyor, siz daha bilgilisiniz' dedik. O bize, 'Vallahi çocuklar, düşmanımın düşmanı benim dostumdur. Bunlar PKK ile mücadele ediyorlar. Onların üzerine gidilmesine karşıyım' dedi. Yani eli boş döndük. Görüştüğümüz kişi Silvan'da 1992-1994 yılları arasında görev yapıyordu. Bizi göreve gönderen komutan da o dönem görev yapıyordu.'


Kanıtlar imha edildi
Devletle sıkı fıkı olan Hizbullah'a yönelik 17 Ocak 2000'de operasyon düzenlendi. İstanbul Beykoz'daki bir villaya yapılan operasyonda Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu öldürüldü. Ancak bundan daha önemli olan, bu sırada Hizbullah'a ait birçok bilgisayarın Hard Disk'nin, CD ve kaset çözümlerinin yakılmasıydı. Daha sonra ABD'de kısmen çözümü yapılan bu cihazlardaki kayıtlarda Hizbullah-MİT-JİTEM bağlantıları ortaya çıkmıştı. Ancak asıl bağlantıları ele veren çözümleri ise yapılamadı. Operasyonda bu cihazların tahrip edilmesinin nedeninin de, Hizbullah'ın ordu ve JİTEM'le ilişkilerinin ortaya çıkmamasını sağlamak olduğu kaydediliyor.

AKP kapatılmadı

buyukanit_erdogan1 AKP kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi'nde görülen dava karara bağlandı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, tarafından yapılan açıklamada, AKP'nin kapatılmamasına karar verildi.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nin istemiyle 14 Mart 2008 Cuma günü açtığı davayla ilgili 11 üyenin kararını düzenlediği basın toplantısıyla açıkladı. Kılıç, AKP'nin kapatılmadığını duyurdu. 6 üyenin kapatılması, 4 üyenin hazine yardımının kesilmesi ve Haşim kılıç'ın kapatılmaması yönünde oy kullandığı karara göre, AKP'ye Hazine yardımının 1/2 oranında mahrum edilmesine karar verildi. ANKARA (DİHA)

'Ergenekon'un avukatı' Baykal'ın açıklamaları ve ITC saldırısı failleri gösteriyor

ergenekon_karikatur_hincesu Suçüstü yakalandılar

İstanbul Güngören'de ve Kerkük'te eşzamanlı gerçekleştirilen katliamların ardından Kürtler hedef gösterilmeye devam edilirken, 'Ergenekon'un avukatı' Deniz Baykal'ın açıklamaları ve ITC saldırısı gerçek failleri gösteriyor
'Saldırganları gizliyorlar'
Güngören katliamını engellemediği için sorumlu tutulan AKP hükümeti, gerçekleri açığa çıkarmak yerine Kürtleri hedef göstermeye devam ediyor. Erdoğan, olay günü yaptığı açıklamalarını dün de sürdürdü ve 'Köklerini kazıyacağız' dedi. Öte yandan Ergenekon'un avukatlığına soyunan CHP Lideri Deniz Baykal'ın olayla ilgili hiçbir netlik yokken PKK'yi hedef göstermesi, 'saldırganları gizleme' taktiği olarak yorumlandı.
KCK: Aynı odaklar
KCK tarafından yapılan açıklamada, PKK'nin sorumlu tutulmasına sert tepki gösterilerek, Baykal'ın bazı çevreleri korumak amacıyla PKK'yi işaret ettiğine dikkat çekildi. Saldırıyla Türk-Kürt çatışmasının geliştirilmek istendiği belirtilirken, Güngören ve Kerkük'teki saldırıların aynı odaklarca gerçekleştirildiği vurgulandı. KCK, demokrasiden yana olan tüm kesimleri duyarlı olmaya çağırdı.
:Erdoğan'a 'ihanet' uyarısı
Saldırıyı 'Çok derin bir provokasyona işaret ediyor' şeklinde yorumlayan DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, halkların karşı karşıya getirilmek istendiğini söyledi. Erdoğan'ı eleştiren Türk, 'Dünyanın hiçbir yerinde terörün toplumsal tabanı yoktur, olamaz. Eğer geniş destekli bir toplumsal muhalefetten söz ediyorsanız, onun adı da terör olamaz. Böyle tanımlamak, halklara ihanettir. Türkiye halklarına ihanettir' dedi.
Erdoğan ve Baykal uzlaştı: Kürt-Türk çatışması
İstanbul Güngören'de gerçekleşen bombalı saldırılar, Ergenekon iddinamesi, AKP'ye açılan kapatma davası ve Bölge'de artan operasyonlar gündemini perdeledi. Saldırının kimler tarafından gerçekleştiği en çok tartışılan konuların başında geliyor. Başta Bölge kentleri olmak üzere Türkiye'de yaşanan birçok katliam ve cinayetin mahkemece kabul edilen iddianamede Ergenekon'u işaret etmesine rağmen, yine saldırının PKK'ye yüklenmeye çalışılması dikkat çekti. PKK yetkilileri, olayla ilgilerinin olmadığını açıkça belirtmelerine rağmen Vali Muammer Güler hedef göstermeye devam etti, Ergenekoncuların avukatı olan Deniz Baykal 'eylem' tetikçiliğine soyundu, 'Kürt-Türk çatışmasına çekilmesi tehlikeli olur' uyarılarını dinlemeyen Başbakan Erdoğan çağrılara ortak oldu. KCK, sivilleri hedef alan bombalı saldırıyı şiddetle kınadı, yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı diledi. KCK açıklamasında, Baykal'ın 'saldırıyı PKK yapmıştır' açıklamasıyla gerçek saldırganları gizlemeye çalıştığı belirtildi. KCK, 25 kişinin hayatını kaybettiği Kerkük ve Güngören saldırılarının aynı odakların işi olduğunu vurguladı.
KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, 18 kişinin yaşamını yitirdiği, 100'ü aşkın kişinin de yaralandığı Göngören'de gerçekleşen bombalı saldırıları değerlendirdi. Fırat Haber Ajansı'nın (ANF) geçtiği açıklamada, saldırının karanlık odaklar tarafından gerçekleştirildiği belirtiliyor. Açıklamada, 'Kirli amaçlar uğruna masum sivilleri hedefleyen bu saldırıyı şiddetle kınıyor, bu saldırıda yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz' denildi. Saldırıyla hiçbir alakalarının olmadığı ifade edilen açıklamada, 'Hareketimiz hiçbir zaman doğrudan sıradan sivilleri hedeflememiştir. Bununla birlikte hareketimiz meşru müdafaa anlayışını aşan tüm şiddet biçimlerini reddetmekte, sonuçsuz şiddet ve terör olarak değerlendirmektedir' denildi. KCK, 'Saldırıyı PKK yapmıştır' diyenlere sert yanıt verdi. 'Hareketimizin töhmet altında bırakılması yanlış adres gösterme, hedef saptırma ve gerçekleri çarpıtma tutumundan başka bir şey değildir' denilen KCK açıklamasında, saldırıyı Kürt Özgürlük Hareketi'yle ilişkilendirmenin 'çirkince bir yaklaşım' olduğu vurgulandı.
Baykal saldırganları gizliyor
'Saldırıyı PKK yapmıştır' diyen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın sert bir dille eleştirildiği açıklamada, 'Baykal'ın gerçek saldırganları gizlemeye çalışması oldukça manidardır. Deniz Baykal'ın saldırıyı Kürdistan Özgürlük Hareketi üzerine atması, bu bombalamayla ne yapılmak istendiğini çok net bir biçimde ortaya koymuştur. Bu durum Deniz Baykal'ın bazı çevreleri korumak istediği kuşkusunu ciddi bir biçimde gündeme getirmektedir' denildi. Açıklamada, saldırıyı gerçekleştirenlerin Ergenekon ve AKP'nin kapatılma davası çerçevesinde gelişen kriz ortamında gerginlik yaratmak ve ortamı karıştırmayı amaçladığı belirtildi. 'Bu eylemin Kürt Özgürlük Hareketi'ne yüklenmesi suretiyle bir Türk-Kürt çatışmasının zeminini geliştirmek istedikleri görülmektedir' denilen açıklamada, Baykal'ın açıklamarının da bu amaca hizmet ettiği vurgulandı. KCK, devlet içinde örgütlenen karanlık çete odaklarına karşı demokrasiden yana olan tüm kesimleri duyarlı olmaya ve mücadele etmeye çağırdı.

  
Saldırılar aynı odakların işi
Güngören saldırısından sonra gerçekleşen 25 kişinin yaşamını yitirdiği, 180 kişinin de yaralandığı Kerkük'teki bombalı saldırıya da değinilen KCK açıklamasında, 'İstanbul Güngören ve Kerkük'te yapılan saldırının birbirinden kopuk olmadığı, aynı odaklar tarafından planlanıp uygulandığı açık ortadadır' denildi. 'Her iki saldırının en temel amaçlarından birisi Kürt halkına karşı kapsamlı bir katliam sürecinin zeminini hazırlamak olduğu açıktır' denilen açıklamada, şunlar vurgulandı: 'Halkımıza karşı geliştirilen bu tür terörist saldırılarla halkımızın özgürlük davasını geriletmeleri mümkün değildir. Herkes bilmeli ki, Kerkük yalnız değildir ve Kürt halkı büyük bir kahramanlıkla Kerkük davası dahil, tüm Kürdistan'da yürüttüğü özgürlük mücadelesini başarıya taşımanın güç ve kudretine sahiptir.' ALTERNATİF
image Türk: Erdoğan halklara ihanet ediyor

Kerkük'te İran, Türkiye, Suudia Arabistan'ın anti-Kürt ittifakı ve ITC parmağı

iran turkey

Kerkük'te ITC parmağı
Federal Irak'a komşu ülkelerin ilhak etmek istedikleri Kerkük'te 28 Temmuz'da Kürtlerin yerel seçim yasasını protesto mitinginde gerçekleşen katliamın ayrıntılarında ITC'nin taşeronluğunun ortaya çıktığı açıklandı. Irak Türkmen Cephesi'nin (ITC) intihar saldırı öncesi toplantı düzenlediği, talimatın 'yukarıdan' geldiği ifadesi bulunduğu kaydedildi. Emniyet ITC'nin halka ateş açması yönünde talimat verdiğini de duyururken, vahşeti yaşayan Kerküklülere destek için dün 1 milyona yakın kişi alanlara çıktı. Birlik için acil ulusal konferans toplanması çağrısı yapıldı.
Kerkük'e el koymak için İran, Türkiye, Suudia Arabistan'ın kullandığı JİTEM, Savama, Muhaberat, El Kaide gibi İslamcı partiler; çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden Şengal, Musul, Tuzhurmatu'da yüzlerce can alan dehşet verici bombalı saldırılarına 28 Temmuz'da yeni bir halka eklemişti. Kerkük'teki Kürt gerçekliğini hiçe sayan yerel seçimler yasasının 24. maddesi Kürdistan İttifakı milletvekillerinin boykotuna rağmen gizli oturumda çıkarak Federal Irak Parlamentosu'nun tutumunu protesto için Kerkük'te yürüyen onbinlere yönelik intihar saldırısı 25 can aldı. 180 kadar kişinin yaralandığı olayda Türkiye destekli Irak Türkmen Cephesi'nin parmağı olduğu kaydedildi.

itc tsk turkiye abdullah gul sadettin ergec_thumb


Kerkük İl Emniyet Müdürü Helo Necat, PNA'ya yaptığı açıklamada saldırı ardından yaptıkları araştırmada, ITC'ye bağlı silahlı kişilerin patlama sırasında halka açıkça ateş açtığını belirtti. Emniyet Müdürü Necat'ın verdiği bilgiye göre, güvenlik ekiplerinin olaylar sırasında yaralanan Ziya Sıdkı adında ITC büro koruması ile hastanede görüştüklerini ve Sıdkı'nın gösteri sırasında meydana gelebilecek herhangi bir saldırı ve patlamada, halka ateş açılması yönünde 'yukarıdan' kendilerine talimat verildiğini belirtti.
Saldırı öncesi ITC'de toplantı Irak Türkmen Cephesi büro korumasının verdiği bilgileri açıklayan Emniyet Müdürü Necat, Kerkük'te olay öncesi ITC bürosunda yapılan gösteriye ilişkin bir toplantının düzenlendiğini ve bu toplantıda 'İmad' adındaki büro sorumlusunun bütün silahlı korumalara 'yapılacak gösteri sırasında meydana gelebilecek herhangi bir saldırı ve patlamada bunu fırsat bilerek halka ateş açın' talimatı verdiğini kaydetti. Kerkük'teki katliamla ilgili şuana kadar gözaltına alınan olmadığını söyleyen Necat, ITC üyesi Ziya Sıdkı'nın itiraflarını televizyonlarda yayınlayacaklarını aktardı. Federal Kürdistan Bölge Parlemantosu saldırıyı yazılı açıklamayla kınadı. Açıklamada, Kekük hakının Irak Parlemantosu tarafından yasal olmyan bir şekilde çıkarılan yerel seçimler yasasına karşı hoşnutsuzluğunu barışçıl ve medeni bir şekilde ifade etmek için bir gösteri düzenlediği belirtildi. Açıklamda, kentte karışıklık yaratmak için sivil halka ateş açıldı ifade edildi. Federal Kürdistan Bölge (FKB) Başkanlığı açıklamasında da gösterilerin sorunların çözümünü istemeyen taraflarca sabote edildiğini ve sivil halk gösterisine karşı bombalı saldırı düzenlendiği kaydedilerek saldırıyı kınandı. Açıklamada sorunların çözümü için Irak Daimi Anayasasında bulunan 140. maddenin uygulanması istendi.image
Hewlêr 'kalbi' için ayakta Irak Parlamentosunda gizli bir şekilde kabul edilen yerel seçim yasasını protesto etmek için Hewler'de büyük bir gösteri düzenlendi. Dün sabah 09:30'da başlayan prortesto gösterisine Hewlêr'deki siyasi partiler, sendikalar, öğrenci gruplarının da olduğu oluşumlar katıldı. Kürdistan Bölge Parlamentosu'na kadar yürüyen Kürt, Keldani, Asuri, Türkmen ve diğer oluşumlar 140. maddenin uygulanması için İngilizce, Arapça gibi dillerde de pankartlar taşıdı, benzer içerikli sloganlar attı. Göstericiler, Şehit Saad Salonu yakınındaki anayoldan protesto gösterisine başlayarak Kürdistan Parlamentosu önünde toplandı. Bayrakların dalgalandırıldığı gösteride özellikle Irak Parlamento Başkanı Mahmud Meşhedani'ye tepki gösterildi. PNA'nın haberine göre 1 milyona yakın olan göstericiler sürekli 'Kerkük Kürdistan'ın kalbidir', 'Kürdüz Kerküksüz olmaz', '140. maddeye evet, 24. maddeye hayır', '140. madde olduğu gibi uygulanmalı' sloganları attı.
'Baasçılar ortaya çıktı' Göstericiler parlamento önünde Kürdistan Parlamento Başkanı Dr. Kemal Kerkuki tarafından karşılandı.
Göstericileri selamlayan ve teşekkür eden Kerkuki 'Irak Parlamentosu'nda kararı parlamentodaki Baasçıları ortaya çıkardı. 22 Temmuz'da Irak Parlamentosu tarafından alınan 24. maddeye ilişkin tepkinizi dile getirdiğiniz için, sizleri selamlıyorum. Bir çok kez Kürt halkı zulüm ve baskılara maruz kaldı. Artık Kürtler bu baskılara karşı uyandılar. Artık Kürtlerin bu ve buna benzer komplolara karşı sessiz kalmaması gerekir' dedi. Irak Kerkuki, ülkede yasa ihlaline hiçbir şekilde izin verilemeyeceğini, Irak Anayasası'na uygun olmayan hiçbir şeye bağlılıklarının olmayacağını ve de buna destek olmayacaklarını kaydetti. Kerkuki, halktan dikkatli olmalarını ve Kürdistan halkına karşı kurulmaya çalışılan planları reddettmelerini istedi. Öte yandan FKB Başkanı Mesud Barzani, Bağdat'ta Irak Başbakanı Nuri el Maliki'yi makamında kabul etti. Barzani İngiltere'nin Bağdat Büyükelçisi Cristopher Printice'la da bir görüşme yaptı.
Aydar'dan Ulusal Konferans çağrısı
Kongra-Gel Başkanı Zübeyir Aydar, Kerkük'teki saldırıyı şiddetle kınadı. Aydar, saldırının karanlık güçlerin işi olduğunu belirtirken, Kürtlere yönelik artan saldırılara dikkat çekti. Saldırının karanlık güçlerin işi olduğunu ve Kürtleri sindirmeyi amaçladığını kaydeden Aydar, Kürtlere yapılan bu saldırının Irak Parlamentosu'nun kabul ettiği tartışmalı yasanın kabulünden sonrasına denk geldiğine işaret etti. Saldırıların boşa çıkarılması için Kürtlerin ulusal birliğe çağıran Aydar, 'Acil ulusal konferans toplanmalı' dedi. Aydar bu saldırının Kerkük'te hesapları olan güçlerin işi olabileceğini kaydederken, saldırıda yaşamlarını yitirenlerin aileleri ve tüm Kürt halkına başsağlığı dileğinde bulundu. Aydar, Kürt hükümetini halkın güvenliğini sağlayacak tedbirleri almaya çağırdı. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sektereteri'nin Irak Özel Temsilcisi Stefan De-Mistura da sivil halkın hayatını kaybetmesine sebep olan bombalı saldırıyı kınadı. Yazılı açıklamada, Irak halkına şiddetten uzak durmaları yönündeki birliği korumaları çağrısında bulunuldu. Açıklamada, Kerkük'te sivil halka karşı düzenenlenen bombalı saldırını insanlık dışı bir terör saldırısı olduğu belirtildi. KERKÜK / HEWLÊR / BRÜKSEL

KERKUK ,ERBiL’DEN SONRA SÜLEYMANİYE’DE SEÇİM YASASINA KARŞI BÜYÜK PROTESTO

image

PNA-Federal Kürdistan Bölgesi'nde seçim yasasına karşı büyük prtotesto gösterileri devam ediyor. Başkent Hewler ve Kerkük’ten sonra Süleymaniye’de binlerce vatandaş Irak Parlemantosu’nun gizli bir oturumla çıkardığı yerel seçimler yasasını protesto etmek için sabah erken saatlerde toplanmaya başladı.

sulamidemonstration

Hewler ve Kerkük’ten sonra bu sabah Süleymaniye’de halk, protesto gösterisine, “24.maddeye HAYIR, 140.madde ve birlikte yaşamaya EVET yazılı pankartlar taşıyarak başladı.

Gösteri Kürdistan saati ile 08:30’da başladı. Büyük protesto göstreisine binlerce vatandaş katılıyor.

Göstericiler, Süleymaniye Valiliği’nin önünde toplanacak.

Kürdistan bayraklarının dalgalandığı ve seçim yasasını kınayan yazılı pankartların taşındığı protesto gösterisi halen devam ederken yoğun güvenlik önlemleri üstdüzeye çıkarılmış durumda.

'Arkanızda ölüm bırakmaktan vazgeçin'

İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, Lice İlçesi Güldiken (Mastak) köyünün Çotuk Mezrası'nda 2 çocuğun ölümüne, 2'sinin de yaralanmasına neden olan patlamayı kınayarak, 'Yerleşim alanlarına operasyon amacıyla giden askerler arkalarında ölümler bırakmaktan vazgeçmelidir' dedi.image
İHD Diyarbakır Şubesi, Lice'nin Güldiken (Mastak) köyünün Çotuk Mezrası'nda koyun otlatırken buldukları havan topuyla oynadıkları sırada, Suat Orak (11) ile Ferhat Sönmez'in (10) yaşamını yitirmesi, Mahsun Orak ve Esma Orak'ın ise yaralanmasıyla sonuçlanan patlamaya ilişkin açıklama yaptı. Dernek binasında yapılan açıklamaya patlamada yaşamını yitiren çocukların aileleri de katıldı. İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, Kürt sorununun çözümsüzlüğü, yoğun operasyonların varlığının masum insanların ölümüne neden olmaya devam ettiğine dikkat çekti. Bölgede uzun zamandır askeri mühimmatların rast gele birçok yerde bulunmasından dolayı başta çocuklar olmak üzere, çok sayıda kişinin öldüğüne dikkat çeken Erbey, 'Mayınları yasaklayan sözleşmelere rağmen Türkiye'de özellikle bölgede insanlar mayınlardan ve Patlamamış Askeri Mühimmattan (PAM) dolayı sakat kalıyor yaşamını yitirmeye devam ediyor' dedi. Operasyonların artmasıyla yerleşim alanlarının da bombalandığına dikkat çeken Erbey, 24 Temmuz günü Çotuk Mezrası kırsalında gerçekleşen patlama sonucunda 2 çocuğun ölümü ve ikisinin yaralanmasına yol açan olayı hatırlattı. Erbey, 'Olaydan bir gün önce operasyon amacıyla konakladıkları yere, helikopterlerle gelen askerler bir süre sonra gitmiş. Çocuklar onların geçtiği yerde buldukları ceviz büyüklüğünde olan sarı renkli ampule benzer bir şeyi oyuncak sanarak oynamaya başlamışlar. Bu maddeye dokundukları gibi patlama gerçekleşmiş' dedi.
'Kan kaybından hayatlarını kaybettiler' Olayın saat 10.30'da meydana geldiğini ve ailenin uzun süre karakolu arayarak yaralı olan çocukları hastaneye götürmeleri konusunda yardım talep ettiğini söyleyen Erbey, 'Karakola getirilen yaralı çocukları, 6 saat sonra ancak helikopter karakoldan onları alıp hastaneye götürebilmiş. 5-6 saat boyunca yaralı olan Suat ve Ferhat da bu arada kan kaybından yaşamını yitirmiştirler. Esma Orak'ın vücudunda parçalar alınmış olup soruşturmanın selameti açısından bu parçaların tahlil edilmesini talep etmekteyiz. Yaşam hakları devletin güvencesinde olan bu yurttaşların bahar aylarında bahçelerine, tarlalarına dönüp geçinmek için çalışmak dışında hiçbir çareleri yoktur' diye konuştu. Erbey ayrıca şu taleplerde bulundu: 'Yerleşim alanlarına operasyon amacıyla giden askerlerin arkalarında ölümler bırakmasından vazgeçmesini, söz konusu Lice'deki patlamaya neden olan patlayıcının ne olduğunun belirlenerek ihmali bulunanların soruşturmaya tabi tutulmasını, sorumlu olanların yargılanmasını talep ediyoruz.' Olay gününü anlatan Suat Orak'ın annesi Saliha Orak da, saatlerce karakoldan yardım beklediklerini belirterek, 'Eğer çocuklarımızı kendi imkanlarımızla getirseydik, belki ölmezdiler. Çocuklarımız kan kaybından dolayı öldüler' dedi. Baba Aziz Orak ise, 'Biz bu devletin vatandaşı değil miyiz? Zaten bizi yakıp, yıkıp, viran ettiler. Eğer bizi kendilerinden saymıyorlarsa açıkça söylesinler, biz de bilelim. Neden artık bizi rahat bırakmıyorlar?' şeklinde konuştu. DİYARBAKIR / DİHA

Doğu Perinçek hakkında korkunç iddia!

image Bugün /Ergenekon iddianamesinde PKK'nın kurucuları arasında olduğu ifade edilen İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, Bingöl'de 33 askerin şehit edildiği eylemin azmettiricisi olduğu ileri sürüldü. Korkunç iddia, Ulusal Kanal Yönetim Kurulu Üyesi Adnan Akfırat'ın evinde bulunan 4 sayfalık dokümanda yer alıyor.

Türkiye'nin terör ile mücadelesinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilen 33 erin şehit edilmesi olayı, 24 Mayıs 1993 tarihinde yaşandı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki problemleri fark eden 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, PKK mensuplarının dağdan inmesi için projeler üretti. O dönemde Kürtçe konuşma yasağını kaldıracağını açıkladı. Özal'ın açıklamaları örgütte olumlu yankı buldu. Abdullah Öcalan, Lübnan'da bulunan Bekaa Kampı'nda basın açıklaması yaparak tek taraflı ateşkes ilan etti. Herkes bir çözüme doğru gidileceği ümidini taşımaya başladı. Ancak 17 Nisan 1993 tarihinde Turgut Özal hayata gözlerini yumdu. Görüşmeler askıda kaldı. Barış ve huzur ortamından rahatsız olan ve bir 'Kürt-Türk' çatışması çıkarmak isteyen güçler 24 Mayıs'ta Bingöl'de sahne aldı ve 33 askerimiz hain saldırıda şehit düştü. PKK'nın bu eylemiyle birlikte yeşeren umutlar tamamen kayboldu. O dönemde söz konusu eylemi PKK'nın içinde bir grubun işlediği ifade edildi. Olayın olduğu tarihte örgüt içerisinde yer alan tanıklardan 'Galip', iddianamede, 'askerlerin korumasız ve silahsız olarak tehlikeli bir bölge üzerinden gönderilmesine kişisel olarak hiçbir zaman anlam veremediğini' anlatıyor. Ergenekon soruşturması sırasında Adnan Akfırat'ın evinde çıkan bir belgede de olaylara ilişkin yeni bilgiler ortaya çıktı.

SÖZDE VATANSEVER'İN ŞOK FOTOĞRAFLARI

Aksiyon'un bu haftaki sayısında, bu belgedeki bilgiler aktarılıyor. Doğu Perinçek'in 33 erin şehit edilmesinde azmettirici bir rol üstlendiği, 1991'de ziyaret ettiği PKK kampında Öcalan ile anlaştığı ve örgütün ikinci lideri konumunda bulunduğu bilgisine yer veriliyor. Bunun yanı sıra PKK'lı 'Kendal' kod adlı bir örgüt mensubunun, PKK'nın siyasi kanadı olarak bilinen ERNK'nın yönetimine vermiş olduğu raporda da Doğu Perinçek ve Akın Birdal'ın örgütün silahlı milisleri olduğu belirtiliyor. Örgütün hazırladığı el yazısı ile yazılmış bir başka dokümanda ise "Doğu Perinçek isimli şahsın PKK örgütünün bir neferi olduğu ve liderin (Abdullah Öcalan) ona duyduğu güvenin tam olduğu, Türkçülük hareketinin yok olması çalışmalarında kendisinin örgütten daha fazla çaba sarf ettiği..." ifadeleri dikkat çekiyor.

Abdullah Öcalan'ı imha etmemize engel oldular

Ergenekon soruşturması kapsamında kendi talebi üzerine ifadesine başvurulan eski MİT Müsteşarı Mehmet Eymür de Perinçek'in yabancı servislerle ilişkisi olduğuna dikkat çekiyor. Bir dönem bu grubu takip altına aldığını ve birtakım bağlantılara ulaştığını ifade eden Eymür, "Türkiye'de iki tane İngiliz ve Amerikalılara çalışan casus yakalandı. Bunlardan biri Doğu Perinçek grubu ile doğrudan ilgiliydi. Bu şahıslardan biri emekli Albay Turan Çağlar, diğeri ise MİT'te görevli emekli Kurmay Albay Sebahattin Savaşman idi. Doğu Perinçek her ikisine de sahip çıktı." diyor. Eymür, Abdullah Öcalan'ın öldürülmesi planının da yabancı istihbarat servisleri ile ilişkisi olan bazı kişiler tarafından bozulduğunu söylüyor. Devletin bir dönem Öcalan'ın yok edilmesi operasyonunu dış güçlere bıraktığının ve bunlar için büyük paralar ödendiğinin altını çizen Eymür, bu girişimlerden bir sonuç alınamadığını anlatıyor.

Türk-Kürt çatışması kışkırtılmaya çalışılıyor

image Murat Yetkin/Radikal -Önceki gece İstanbul’da Güngören’de patlayan bombalar dün akşam itibariyle 17 kişinin ölümüne, yüz elliden fazla kişinin yaralanmasına yol açtı. Eylemin halkta dehşet, terör duygusu yaratmayı amaçladığı açıktı. Önce nispeten küçük bir bomba orta halli vatandaşın yaz akşamında dolaşmaya çıktığı trafiğe kapalı sokakta patlatılıyor. İnsanlar yaralanan komşularına yardım için toplanınca asıl bomba patlatılıyor ve böylece vereceği zararın olabildiğince yüksek olması sağlanmaya çalışılıyor.


Duyanların çoğunluğunda ilk anda oluşan yoğun nefret duygusunun ardından akla gelen fail, PKK oldu. PKK’nın bu kanlı şiddet eyleminin gerçek sorumlusu olup olmadığından
henüz emin değiliz. PKK sözcüleri hem Kandil, hem Brüksel kaynaklı olarak sorumlulukları olmadığını söylediler, DTP de sert şeklide kınadı. Geçmişte PKK’nın sorumlu olduğu halde sorumluluğunu inkâr ettiği eylemler oldu. Ancak hükümet kaynakları da bu eylemi PKK’nın
yaptığını kesinkes söylemediler henüz. Yine de oluşan ilk algılama, bu eylemi PKK’nın
yaptığı doğrultusunda oldu. Önemli olan bu algılamadır. Nitekim dün hem CHP lideri Deniz Baykal’ın hem de sonra Başbakan Tayyip Erdoğan’ın olay yerini ziyaretlerinde, hem de cenaze törenlerinde atılan sloganlarda bu durum görüldü.
Asıl vahimi, bu algılamanın PKK’yı aşması ve aramızdan Kürt kökenli olanların Türk kökenli olanlarca sorumlu tutulmaya başlaması olur.
Türkiye’de 1970’lerin sonlarında kurulan PKK’nın 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ciddi kan dökmeye başladığı eylemler yaşandı.
Birkaç noktada bu eylemler neredeyse toplu kalkışmaya dönüşme tehlikesi ortaya çıkardı. Ama, kayda geçmek lazım ki ne PKK eylemleri, ne de sözümona PKK’yı durdurmak adına devlet içinde kendilerine yer edinen odakların eylemleri, vatandaşların Türk kökenli olanlarını, Kürt kökenli olanların üzerine yönlendirmeye yetmedi. Halkın sağduyusu buna engel oldu.
Ama anlaşılan henüz tam olarak açığa çıkmayan birileri bu tertipten vazgeçmiyor.
AK Parti aleyhine kapatma davası açıldığından bu yana, davanın sonuçlarından birisinin de Kürt meselesindeki olumsuzluklar olabileceği yorumları yapıldı. Bu yorumları çatışma ve
bölünme senaryolarına dek ilerletenler oldu.
Keza Ergenekon davası, soruşturmanın başlangıcından bu yana hem Susurluk, hem de 1990’lar boyunca Güneydoğu’da yaşananlarla irtibatlandırıldı. Bugün Radikal’de okuyabileceğiniz gibi, Ergenekon davasına temel teşkil eden 2007’de Ümraniye’de bulunan bombaların, 1999’da Şırnak’ta Hizbullah operasyonunda ele geçirilen bombalarla, askeri lisanla, aynı ‘kafile’den olduğu resmi rapora dökülmüş.
Türkiye bu iki dava arasında, Başbakan Cemil Çiçek’in deyimiyle bir sarkaç gibi gidip gelirken, siyasetin ve hukukun suları bulanıyor. Suların bulanması bir Türk-Kürt çatışması çıkarmak isteyenleri yeniden harekete geçirmiş görünüyor.
İstanbul’daki bombaların tam Anayasa Mahkemesi AK Parti kapatma davasında karar oturumlarına başlamak üzereyken patlatılması, eğer tesadüfse, algılaması hiç de öyle olmayan bir tesadüf olmuştur.
Üstelik bu çatışmadan çıkar umanlar için bölgesel ölçekte de imkânlar var. Dün Kerkük’te önce Kürtlerin bir gösterisinin bombalanarak en az 22 kişinin öldürülmesi, ardından kışkırtılmış Kürt grupların Türklerin oturduğu ve çalıştığı bölgelere giderek can ve mal kaybına yol açması, kuşkusuz Türkiye içinde yankı bulacak gelişmelerdi. Nitekim buldu da...
Neyse ki, hem millet, hem de vekilleri bu kışkırtmanın farkında görünüyorlar.
Dün Erdoğan ve Baykal’ın bu konuda hemen hemen aynı tepkiyi vermeleri bu durumu gösteriyor.Bu kışkırtmaya düşmemek gerekiyor. Bu kışkırtmayı boşa çıkarmanın bir yolunun da Kürtçülüğe de Türkçülüğe de aynı mesafede karşı durmaktan geçtiğini bilmek gerekiyor.
Yaşananların hepimize verdiği dersi artık almak gerekiyor.
KURDISTAN-POST