UNUTAMAM KI DIYARBAKIR ZINDANLARINI! İrfan Babaoğlu (47, yazar, cezaevinde 20 yıl kaldı) "1980'in kasım ayında Siverek'te gözaltına alındım. 40 güne yakın gözaltında kaldım. Yapılan yargılamalardan sonra idam cezası aldım. 1991'de çıkarılan bir yasayla cezam 20 yıla düştü ve 2000 yılında tahliye oldum. . Tutuklandığımda 21 yaşındaydım, çıktığımda 42 yaşıma ulaşmıştım. Cezaevine gittiğimiz dönem işkencelerin henüz sistematik hale geldiği bir dönemdi. O günlerin hiçbirini unutmadım. Dışkı yediriyorlardı, gururumuzu incitecek, insanı hiçleştirecek her şeyi yapıyorlardı. O dönemde birçok arkadaşımız aklını yitirdi. Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, koğuşa geldiğinde, 'Bildiğinizi, gördüğünüzü, yaptığınızı burada kusacaksınız,' diyordu. Sadece onu suçlamak yeterli değil, bir bütün olarak o dönemin yargılanması gerekir." 'Diyarbakır'ın 12 Eylül'ü bambaşkaydı'Av. Mustafa Özer "Avukatlığa 1980'de başladım. Mesaisinin tümünü sıkıyönetim mahkemelerinde geçiren üç-beş avukattan biriydim. Hem yargı kurumu hem bizler, hukukçuluk oynuyorduk. Diyarbakır Cezaevi'nde meydana gelen vahşete birebir tanıklık yaptım. Yargılamaları canlı olarak izledim. İçeride yaşayanlar insandı ve o vahşette onları yalnız bırakmamak gerekiyordu. Müvekkillerimden DDKD sanığı Necmettin Büyükkaya'nın 'Önümüzdeki mahkeme gelmeyebilirim, beni işkencede öldürecekler,' sözleri hâlâ kulağımda. Necmettin sonraki mahkemeye gerçekten gelemedi, haklı çıktı, öldürüldü. Diyarbakır başlı başına bir 12 Eylül yaşadı, bunun analiz edilmesi gerekiyor." Fare Yadirdiler - Sakine Arat Bir anne ne yaşar? Bir kuş yuvada yavrusuna dokunduğun zaman ne yapar? Çırpınır, ben de çırpındım. Gece gündüz kolordu kapılarında süründük, dilekçeler verdik. Çocuklarımın her ikisi de işkencedeydi. Tacettin 1979'da yakalandı, 1982'de çıktı ve gitti. Cemal zaten çıkamadı. En küçükleri askerde bile işkence gördü, o da dağa gitti. Sabahtan akşama kadar bekliyorduk, toplam iki cümle kurmadan, görüşü bitiriyorlardı. Günler sonra oğlumu ilk gördüğümde sanki yarıya bölünmüştü. Mahkemeye iki kişiyi ellerinden ve ayaklarından zincirle bağlayarak götürüyorlardı. O halde arabaya binmelerini istiyorlardı. Biri biraz daha az zıpladığında devrilip düşüyorlardı ve bu yüzden bile dayak yiyorlardı. Bir gün 80 yaşındaki bir kadın torununu görmeye gelmişti, Türkçe bilmiyordu. Bir saat uğraştım ve ona Türkçe 'Mehmet oğlum nasılsın' demeyi öğrettim. Ama kadın locaya gittiğinde unuttu ve Kürtçe konuştu. Mehmet'i orada dövmeye başladılar, yaşlı kadını da karga tulumba kapıya fırlattılar. Çocuklarımıza tuzlu, deterjanlı, fareli yemekler yediriyorlardı. Orada kalan bütün tutuklulara fare yedirildi. Ama yeminliyim, ağlamıyorum, oğluma söz verdim. İçim ağlıyor ama gözlerim ağlamıyor. Barış istiyorum, diye Ankara savcısı bana bir ay ceza verdi. Ben teröriste benziyor muyum? Size soruyorum, ben yaşıyor muyum? Bu halk yaşamıyor, her gün ölüyor, dışından görünmese de her gün içinden ölüyor. Tek suçumuz Kürtçe konuşmak mı? Bizi Akdeniz'de yıkasalar bile dilimizi unutamayız. Bunu değiştirmek isteyen varsa o gelsin bir gün Kürt olsun, ben 10 gün Türk olmaya razıyım. Bunu bana neden yaptılar, bu acıyı yüreğime neden koydular?" http://www.diyarbakirzindani.com/

0 Yorum: