ROPÔRTAJ/Bu kaosun asıl sebebi Türkiye'nin demokratikleşememesidir

Nurettin Demirtaş / Tarihi bir misyonla ortaya çıkmanın tam zamanı DTP, son gelişmeleri nasıl yorumluyor? 'Çılgın Türkler', 'özde vatandaşlar' ne yapmak istiyor? Yeni Sivaslar, Gaziler, Maraşlar, 6-7 Eylüller mi tezgahlanıyor? İç savaş tehdidi var mı? Bölgesel savaş olasılığı nedir? Çözüm ne? İlericiler, devrimciler, yurtseverler ne yapmalı? DTP'nin Barış Cephesi önerisinin arkasında duracak mı? Bundan sonraki adım ne olacak? Barış Cephesi'nin tarafları kim olmalı? DTP'nin, seçimde yaptığı hatayı tekrarlayıp, ittifak politikasını sadece sol liberaller ve ilerici partilerle sınırlandırması, politikasının merkezine sokağı değil, sandığı koyması gibi bir lüksü var mı? Demokratik Toplum Kongresi amacına ulaştı mı? Bu soruları DTP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Demirtaş'a sorduk. Demirtaş, öncelikle, “Türkiye, bir irade ortaya koyup kendi politikalarını belirse, 'sorunu ülke içinde nasıl çözerim, kendi halkımla nasıl çözerim' arayışı içinde olsa başka bir şey olur. Bu kaosun asıl sebebi Türkiye'nin demokratikleşememesidir” dedi ve şöyle devam etti: “Demokrasi güçlerinin bir araya gelmesi ve tarihi bir misyonla ortaya çıkmasının tam zamanıdır. Bu direniş, kesinlikle demokrasi direnişidir. Bu direniş, küresel sermaye güçlerinin, bölgenin diktatöryal yapılarının çözüm üretmeyen stratejilerine ve politikalarına karşı halkların direnişidir.” Şimdi her kafadan bir ses çıkıyor. Son gelişmeleri DTP nasıl yorumluyor? Irak işgaliyle birlikte küresel sermayenin Ortadoğu'da geliştirdiği bir hamle söz konusu. Şimdi taşlar yerli yerinde oturtulmaya çalışılıyor. Bunun sancıları yaşanıyor. ABD öncülüğündeki küresel sermaye güçleri, bölgedeki tüm güçlere “Bizim çizgimize geleceksiniz” dayatmasında bulunuyor. Türkiye'ye, bölgede yine dinamik güçlerinin başında gelen Kürt halkına aynı dayatmalar söz konusu. Türkiye, 1 Mart tezkeresini reddetmenin hata olduğunu düşünerek, pastadan pay kapma histerisiyle bu sürece nasıl dahil olacağı arayışı içerisinde. Topluma dayatılan faşizan dalga, aslında bu zemini oluşturmak için kullanılıyor. Gelişmeleri değerlendirirken bu durumu gözardı edemeyiz, gelişmeleri doğru okumak zorundayız. Türkiye, kendi iradesiyle siyaseti oluşturan bir pozisyonda değil. Küresel sermayenin politikalarına nasıl dahil oluruz arayışlarında ve kendini bunlara uyarlamaya çalışan bir yaklaşım içinde. Oysa burada bir irade ortaya koyup kendi politikalarını belirlese, “Sorunu ülke içinde nasıl çözerim, kendi halkımla nasıl çözerim, Kürt halkıyla nasıl çözerim” arayışı içine olsa başka bir şey olur. Bu ister istemez, Türkiye'yi dışardan yönlendirilen bir pozisyona sokuyor. Bu kaosun asıl sebebi Türkiye'nin demokratikleşememesidir. 'Çılgın Türkler', 'özde vatandaşlar', 'iyi çocuklar' ne yapmak istiyor? PKK'yi ezmek mi, Kürt devletleşmesinin önüne geçmek mi? Ya da başka bir şey mi? Aslında Türkiye bir yol ayrımında. Histerik saldırılar, -ki ben bu kavaramın altını çizerek ifade etmek istiyorum- futbol maçından sonra dağılan fanatiklerin etrafa saldırması gibi bir şey. Bu dalga, tamamen şuursuzca hareket eden kitlenin bilinçli bir kesim tarafından yönlendirilmesidir. Dolayısıyla ‘iyi çocukların’ yönlendirmesiyle olabilir. Dolayısıyla buradaki amaç, sadece PKK'yi ve Kürtleri ezmek değildir. Kesinlikle Türkiye'nin yol ayrımını, demokratikleşme ile 1930'lu yılların diktatöryal yönetim anlayışını sürdürme arasında bir tercih durumu var. Bastıran kesim eski yapıyı korumak istiyor. “İyi çocuklar”, yine sokakları zapt etti, linç girişimlerine başladı. İlerici yurtsever kurumlar yakıldı, kurşunlandı. Kürtlere ait işyerleri yağmalandı. Yeni Sivaslar, Gaziler, Maraşlar, 6-7 Eylüller mi tezgahlanıyor? Evet ama, geçmişin acı deneyimleri söz konusuyken, aynısını Türkiye'ye yaşatmaları çok mümkün görünmüyor. Türkiye toplumunun önemli bir kısmı direnişçi, emekçilerimiz eskisi kadar örgütsüz ve dağınık değil. Eskisi kadar bilinçsiz de değil. Örgütlerde parçalılık söz konusu olsa bile, bir bilinç yoğunlaşması ve örgütlenmesi var. Hatta hamle yapmak için bir zemin de söz konusu. Yine Kürtler örgütlü. Dolayısıyla tamamen eskiyi yaşatabilme durumunun söz konusu olması biraz zor gibi gözüküyor. Yani böyle bir hedef var, amaç var. Ama bu uygulanabilir mi? Sanmıyoruz. Fanatizm bir saman alevi gibi hızla parlayan, ama doğru yönlendirilirse devrimci direnişçi güçler karşısında kesinlikle güçlü ve etkili olamaz. Şayet direniş cephesi, demokrasi cephesi doğru karşılık verirse, bu saman alevi sönmeye mahkumdur. Dolayısıyla burada bize büyük görevler düşmektedir. Bunların doğru tespiti ve bunların üzerinden ortak bir cephe yaratılması, daha büyük bir önem kazanmaktadır. Gündem Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yüksel Genç, geçen hafta gazetemize verdiği röportajda, “'90'ları çok aşan bir durum var” dedi. Sizce de öyle mi? Sizce iç savaş tehdidi nedir? Bu değerlendirmeye katılıyorum. Tehlikeli bir süreç geliştiriliyor. '90'lı yıllardan farklı olarak, çok büyük bir kesimi demeyeceğim, sadece fanatik olan bilinçsiz kesimleri sokaklara döken ve istediği gibi yönlendiren bir durum söz konusu. Kürt halkının aynı yöntemlerle cevap vermesi, kesinlikle sadece Türkiye'deki karanlık güçlerin değil, -aslında artık karanlık yönleri kalmadı, iyice açığa çıktılar- askeri bürokratik çevrelerin amaçlarını değil, küresel sermayenin de halkları birbirine boğazlatarak kendisine muhtaç etme politikalarına gelinmiş olacaktır. Dolayısıyla aynı yöntemle yanıt verilmediği sürece, doğru politikalarla hareket edildiği sürece bunlar boşa çıkacaktır. Bölge halkı, son gelişmeleri nasıl yorumluyor? Barışta ısrar eden Kürt halkı bu tehlikeli gidişatın farkında galiba. Peki Türk halkı? Bölge halkı, Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne demokratikleşememenin ve inkarının acısını her düzeyde yaşıyor. Bugünleri endişe ve kaygı ile karşılıyor. Çatışmalı sürecin derinleşmesinden kaygı duyuyor, endişeleniyor. Ama bir taraftan kaybedecek bir şeyi yok, direniş onun karakteri. Bunu insanlarımızın gözlerinden okuyabilirsiniz. Çıkın bakın, Diyarbakır sokaklarında bunu tüm insanların gözlerinden okuyabilirsiniz. Bıçak kemiğe dayanmışsa, boyun eğme söz konusu olamaz. Biz koyun değiliz ki, kurbanlık koyun gibi boynumuzu uzatalım. Ama bölgede Türk halkını aşağılayan, “Türk halkı düşmanımızdır” diyen bir eğilimle asla karşılaşmazsınız. Hiç kimse böyle bir davranış sergilemez. Bir bilinç söz konusu. Barış isterken, ne istediğini çok iyi bilen bir halk gerçekliği söz konusu. Türk halkının da örgütlü kesimlerinin bunun farkında olduğunu, bilincinde olduğunu düşünüyoruz. Ancak bu süreçte gerekli dayanışmanın henüz ortaya çıkmadığını ifade edebiliriz. Irkçı şoven söylemlerle ortalığı yakıp yıkmaya çalışan hareketler Türk halkının hareketleri olarak yorumlanıyor. Hayır, bu bir halk hareketi değildir. Türk halkı, halklara karşı böyle bir saldırganlık içerisinde bulunmaz. Türk halkı, kendisini boyunduruk altına almaya çalışan dış güçlere karşı, emperyalist güçlere karşı bir direniş sergileyebilir. Savaş çığırtkanlığının bölgesel bir boyutu da var. Bölgesel savaş olasılığı sizce nedir? Açıkça ifade etmek gerekiyor, Irak Federe Yönetimi, Irak'a girmeyi bir savaş ilanı sayacağını belirtiyor. Dolayısıyla savaşın bölgesel bir hal almayacağını hiç kimse iddia edemez. Kaldı ki, Amerika'nın müdahalesiyle birlikte bölge zaten bir şekilde savaş içerisinde. Türkiye'nin de içinde olduğu bir askeri çatışma, tüm bölgenin tamamen bir savaş ateşi içerisinde kalmasına yol açabilecek tehlikeli bir süreci geliştirebilir. Barış cephesi, çatı partisi olabilir Çözüm ne? İlericiler, devrimciler, yurtseverler ne yapmalı? Savaş, halkların çıkarına değildir. Emperyalist müdahale halkların çıkarına bir müdahale değildir. Türkiye başta olmak üzere tüm bölge ülkelerinin, savaş iradesi ortaya koymaları kesinlikle halkların çıkarına değildir. Halkların çıkarına olmayan bir savaşa işçiler, emekçiler, demokratik güçler, Kürt halkı elbette taraf olmayacaktır. Bu sürecin önüne geçmek için tüm demokrasi güçlerinin bir barış cephesi oluşturması ve buna kararlı bir direniş sergilemesi gerekiyor. Sadece çatışmaların ve savaşın nasıl önleneceği üzerinden değil, aynı zamanda Türkiye'de demokrasi seçeneğinin nasıl hakim kılınabileceği üzerine bir tartışma süreci yürütmek gerekiyor. Bunun hızla ilerletilmesi ve güçlendirilmesi gerekiyor. Ancak Bursa’da, Balıkesir’de, İstanbul’da, Ankara’da ve diğer illerde Kürtlere yönelik saldırılar gelişirken, demokrasi güçlerinden yeterli tepki gelmemesi bir sorundur. Biz bunu eleştiriyoruz. Tabi çeşitli dayanışma örnekleri de var. Ancak harekete geçmekte çok ciddi yetersizlik var. Zaman zaman küçük çaplı dayanışma örnekleri sergilendi. İstanbul’da ESP’nin de içerisinde olduğu bir dayanışma örneği sergilendi. Çeşitli kuruluşlar il binamıza ziyarette bulundu. Nöbet tuttu. Buna benzer dayanışma örnekleri bizi güçlendiriyor, bize güç katıyor. DTP'nin Barış Cephesi önerisi var. DTP'li vekiller, bu kapsamda TTB, TMMOB ve DİSK temsilcileriyle görüştü. Bu çağrı nasıl karşılandı? DTP bu çağrısının arkasında duracak mı? Bundan sonraki adım ne olacak? Biliyorsunuz, bir barış meclisi divanı toplandı. Barış Meclisi, Türkiye’de tarihi bir misyonu oynamaya adaydır. Bununla birlikte diğer kurum ve kuruluşların, demokrasiden yana tüm güçlerin bir araya gelerek ortak bir strateji belirlemelerine acil bir ihtiyaç var. Şu anda bu konuda bir sıkıntı var. Bunun aşılması adına DTP üzerine düşeni yapacaktır. Ama bu sadece DTP öncülüğünde gelişebilecek bir süreç değildir. Tüm demokrasi güçlerinin bir araya gelmesi, strateji belirleyip bunun örgütlülüğünü yaratması gerekiyor. Bunun adı barış cephesi olabilir, çatı partisi olabilir. Önümüzdeki süreçte bunu tartışmaya açacağız. Gazetemiz, geçen hafta “Barış ve kardeşliğe çağrımızdır” manşetini attı. Olası Barış Cephesi'nin taleplerini sıraladı. Bu talepler sizce nasıl? Burada hemen Bertold Brecth sözünü anımsatmak istiyorum: “Barış, ağaç değil, ot değil ki yeşersin, sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir!” Tıpkı bu sözde olduğu gibi barış için kesinlikle bir örgütlülük gerekiyor. Çok büyük bir mücadele gerekiyor. Egemen güçler barış istemez. Barıştan anladıkları, tamamen kendi egemenliklerinin sürüp gitmesidir. Demokrasi güçlerinin bir araya gelmesi ve tarihi bir misyonla ortaya çıkmasının tam zamanıdır. Böyle bir müdahale, halklara büyük bir moral coşku verecek, yepyeni bir direniş cephesi oluşturacaktır. Bu direniş, kesinlikle demokrasi direnişidir. Bu direniş tamamen insanlık, sosyalizm adına bir direniştir. Bu direniş, küresel sermaye güçlerinin, bölgenin diktatöryal yapılarının çözüm üretmeyen stratejilerine ve politikalarına karşı halkların direnişlidir. Tüm güçleri kapsayan bir birliktelik Barış Cephesi'nin tarafları kim olmalı sizce? DTP'nin, sizce seçimde yaptığı hatayı tekrarlayıp, ittifak politikasını sadece sol liberaller ve ilerici partilerle sınırlandırması, politikasının merkezine sokağı değil sandığı koyması gibi bir lüksü var mı? Burada DTP’ye bir eleştiri söz konusu. Haklı tarafları var kuşkusuz. Ancak seçim öncesi koşulları da göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki; çoktandır zamanı gelen bir çatı partisi, direniş cephesinin, barış cephesinin oluşması gerekirken, bu sürekli ertelendi, biliyorsunuz. Daha önceki seçimlerde de tartışmalar yapıldı, sonuç alınamadı. Dolayısıyla seçime tam anlamıyla bir ittifak yaparak girdiğimizi söyleyemeyiz. İkincisi; erken gelen bir seçimdi, biz de buna hazırlıklı değildik. Hem politikalar açısından, hem de ittifaklar açısından... Dolayısıyla sizin ifadenizle sokağı esas alan bir ittifak yaklaşımını hakim kılmak, bununla birlikte söz konusu diğer demokratik güçleri -ister adına liberal deyin, ister ilerici deyin- demokrasiden çıkarı olan ve bundan yana tüm güçleri kapsayan bir birliktelik oluşturmak, ittifakı sadece bir seçim ittifakı olarak algılamamak bu eleştiriye de en büyük yanıt olur diye düşünüyoruz. Bunun çalışmasını 8 Kasım’daki genel kurulumuzda kararlaştırmak ve birlikte hayata geçirmekte kararlıyız. Çünkü ne bizim, ne de başkalarının böyle bir lüksü yoktur. Demokratik özerklik bir çözüm modelidir Diyarbakır'da Demokratik Toplum Kongresi topladınız. Kongre amacına ulaştı mı? Başarılı bir kongre olmuştur. Hazırlıkları açısından kimi eleştiriler söz konusuydu, ancak Kürt halkının taleplerini bir kez daha derli toplu bir şekilde ve bir proje olarak -ki buna demokratik özerklik projesi dedik- ortaya koyması açısından başarılı bir kongredir. Biliyorsunuz kavramlar söz konusu olduğunda, herkesin hızla anlaşabilmesi mümkün olmuyor. Ayları bulan, yılları bulan tartışmalarla süreçler tüketilebiliyor. Ama toplantımızda böyle olmadı. Kavramlar etrafında da bir ortaklaşma oldu, hedefler anlamında da bir ortaklaşma yaşandı. Bir de üslup birliği sağlandı. Toplantının bir diğer başarısı da, Türkiye’yle kardeşlik köprüsü kurma mesajıydı. Ankara’da yapılması önerilen Demokratik Cumhuriyet Konferansı'nı Türkiye’nin bütün ilerici çevreleri, sol-sosyalist çevreleri ile birlikte örmemiz öyle sanıyorum ki, Türkiye’de yokluğu hissedilen ittifaklaşma, birlik oluşturma sorularına yanıt olabilecektir. Kongre'de “demokratik özerklik” talebi benimsendi. Bu talebi biraz açar mısınız? Demokratik özerklik, felsefik temeli, insanlığın evrensel mirası ile 21. yy. toplumsal sistemlerine yanıt oluşturabilecek bir çözüm modelidir. Kürtlere has bir çözümden bahsetmiyoruz. Bütün insanlığın kendisini, kendi rengiyle, kimliğiyle ifade edebileceği bir sistemden bahsediyoruz. Türkiye’nin sadece idari bürokratik yapısının değişmesiyle hayat bulacak bir sistemden bahsediyoruz. Bürokratik yapıyı değiştirmek eşittir demokratikleşme değildir kesinlikle. Fakat bu bir biçimdir. Bu biçimin, temel siyasal özneyle şekillenmesi gerekiyor. Bu da Türkiye’de farklılıkları yok sayan, tek sınıfın çıkarına dayalı, tek bir ırkın üstünlüğüne dayalı olan siyasal sistemin değiştirilmesidir. Bu sistem değiştiği zaman, idari yapıdaki değişiklikler de anlam bulabilecektir. Bunun hayata geçirilmesinin koşulları iki yönlü düşünülmelidir. Biri devlet yapısının değiştirilmesidir. İkincisi de kendi örgütlülüğü üzerinden kendi demokrasisinin kurulmasıdır. Dolayısıyla iki boyutlu düşünülmezse, sadece devletten beklenirse, bu durumun kendisi hiçbir şekilde halkın çıkarına olmayacaktır, halkları oyalayan bir sisteme dönüşecektir. Demokratik özerliği, sadece Kürtlere değil bütün farklılıklara, örneğin Alevi inancına ve kültürüne, kadına, gençliğe yani tüm farklı kesimlere, bireye varıncaya kadar örgütlediğimiz zaman, bunun kesinlikle demokratik bilimsel sosyalizmle bağını kurabilirsiniz. Bu sistem modelinin halkların olduğunu çok rahat görebilirsiniz.

0 Yorum: