Kriz sadece PKK'yle ilgili değil HALID SALIH/ (Lübnan'da İngilizce yayımlanan gazete, Bölgesel Kürt Yönetimi sözcüsü, Güney Danimarka Üniversitesi Ortadoğu Politikası Bölümü'nde öğretim üyesi, 5 Kasım 2007) 'Türkiye'deki en son kriz gerçekten sadece PKK'yla mı ilgili?' diye sordu geçenlerde bir dostum ironik bir şekilde. Bu soruya mantıklı bir yanıt hem evet hem hayır olacaktır. Bunun kendi içinde özel karmaşıklıklar taşıyan bir mesele olduğu muhakkak; Türkiye'de sivillerle ordu arasında yaşanan derin bir çatışma ve bölgesel hâkimiyet arzusu da buna dahil. Son haftalarda PKK'yla Türk ordusu arasındaki askeri çatışma yeni bir düzeye ulaştı. Türkiye içinde gösteriler, talk-şovlar, kapsamlı haberler ve genel bir savaş hissiyatı Başbakan Tayyip Erdoğan'ı bazı yorumcuların 'kışkırtmaya çalışan memurlar' gibi davranmasıyla ilgili kaygılarını dile getirmeye sevk etti. Soru, bu şahısların neyi kışkırttığı? Erdoğan'ın korkusu PKK'yla bir savaşın kışkırtılmasıysa, bu savaş zaten var. Erdoğan, "Türkiye için terörizme karşı daha yoğun bir askeri süreç başlatmanın kaçınılmaz hale geldiğini ve bölgede operasyonların yürürlüğe girdiğini" de söyledi. Kıbrıs örneğine bakmak gerek Niyet PKK'yla mücadelenin sadece bir unsur veya bahane olduğu daha geniş ve kapsamlı bir savaşı kışkırtmaksa (ki Kürt yorumcuların ve siyasetçilerin kuşkusu bu yönde), Türk ordusunun güç gösterisinde çözüm aradığını (1998'de Suriye'ye karşı güç gösterisi yapıp PKK lideri Abdullah Öcalan'ın sınır dışı edilmesini sağlamıştı) söyleyemeyiz. Bunun yerine Türk ordusunun kalkıştığı daha önceki bir maceraya bakılmalı: 1974'te, Türkiye, Yunanistan ve Britanya arasındaki 1960 tarihli Garantörlük Anlaşması uyarınca Kuzey Kıbrıs'ın işgal edilmesi. Türkiye'nin o dönemdeki mantığı, anayasal düzeni yeniden tesis etmek ve Kıbrıs'ın bağımsızlığını ve egemenliğini garanti altına almak için tek yanlı askeri harekât hakkını kullandığı yönündeydi. Ancak varılan noktada Türkiye adayı böldü, toprağın yüzde 37'sini işgal etti ve 160 bin Kıbrıslı Rum'la 50 bin Kıbrıslı Türk'ü yerinden etti. Türkiye'deki yerleşik siyasi ve askeri yapılardaki bazı çevreler bölgesel hâkimiyet için daha geniş çaplı bir savaşı kışkırtarak, Irak'taki Kürdistan bölgesine uzun dönemli bir işgalle sonuçlanacak bir müdahaleyi görmek istiyor. Irak kesin olarak bölünürse, işgalin nihai aşaması ilhaka varacaktır. Birçokları Türk propagandasında, bu yöne sapacak ikinci bir senaryo hazırlandığına dair herhangi bir işaret görmediğimizi söyleyecektir. Ne var ki Türkiye Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt bir ay önce Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmada meseleyi şu sözlerle açık seçik ortaya koydu: "Irak hızla bir konfederasyona doğru gidiyor. Irak'taki bölünme çok yakın. Kuzeyde bağımsız bir devlet sadece siyasi değil askeri bir tehdit olacaktır. Türkiye, Irak'ın kuzeyine siyasi, askeri ve psikolojik bir perspektiften bakmalıdır." Bir müdahale yapılırsa, bunu takip eden istila, işgal ve ilhak aşamalarında, Kürt bölgesinin Türkiye Cumhuriyeti için siyasi, askeri ve psikolojik bir tehdit olarak nitelenmesine ilave olarak, iki sav daha duymamız son derece muhtemel. Birincisi Musul'un Türkiye'ye geri verilmesi gerektiği; zira Musul'un, Milletler Cemiyeti kararı temelinde Irak'ın bir parçası haline geldiği 1926 tarihli Britanya-Türkiye anlaşması hiçbir Türk hükümeti tarafından hiçbir zaman kabul edilmedi. İkincisiyse şu: Kerkük bölgesindeki Türkmenlerle Kürtler arasında, Türkiye'nin askeri macerasının sonucu olarak artan gerilimler, Türk ordusu ve 'kışkırtma memurları' tarafından Kerkük'ün işgalini (ve mümkün olursa ilhakını) haklı göstermek için kullanılacaktır; amaçlarının kendi soydaşlarını korumak olduğunu söyleyeceklerdir. Erdoğan'ın geniş çaplı bir savaşla ilgili korkusunu kimse Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin başkanı Mesud Barzani'den daha iyi izah etmedi. Barzani geçenlerde şunu söylüyordu: "Türkiye'nin Kürt bölgesine karşı daim, doğrudan tehditleri.. kuşku yaratıyor ve bizi hedefin Kürdistan bölgesi olduğu kanaatine yaklaştırıyor." AKP-ordu çatışması da isteniyor Erdoğan aynı ölçüde güçlü şekilde 'kışkırtma memurlarının' ılımlı İslamcı hükümeti zor duruma düşürüp orduyla bir üçüncü çatışmayla (ilk iki çatışma cumhurbaşkanı seçimi yüzünden yaşanmıştı) yüz yüze bırakmak istediğini de ima ediyor. Erdoğan, Kürt bölgesine yönelik büyük bir harekâtı (3-4 bin PKK savaşçısına karşı 100 bine yakın Türk askerinin yapacağı bir harekât) engelleyemezse, Türkiye'yi Irak'taki Kürtler, ABD, NATO, AB ve BM'yle son derece müşkül bir konuma sokmakla kalmayacak, sivil hükümetin askerleri kontrol etme mücadelesi dahilinde patlak veren üçüncü çatışmayı ordunun kazanması riskine de girecektir. Bu noktada AB'nin demokrasiyi ve barışçı çözümü teşvik ve Avrupa dış politikasını Türkiye'yle koordine etme çabaları da ciddi bir zorlukla karşı karşıya kalacaktır.

0 Yorum: