Cengiz Çandar-Referans-Başbakan Tayyip Erdoğan’ın New York Times gazetesine verdiği özel demeçte söyledikleri, hükümetin o çok beklenen “Kürt sorunu”na “kapsamlı çözüm projesi” gibi algılanmak istendi. Algılanmak istendi, çünkü bu ülkenin çok önemli bir bölümü, PKK’ya yönelik askeri operasyonlar ile bu “dosya”nın kapanacağını artık düşünmüyor. Askeri önlemlerin yanı sıra uygulamaya sokulacak bir “çözüm projesi”ni merak ediyor. Tayyip Erdoğan’ın NYT açıklaması “Acaba, bu o mu?” sorularına haliyle yol açtı. Aynı gün beni arayan ve görüşlerimi soran bazı yayın organlarına, “Başbakan’ın açıkladıklarında yeni bir şey görmedim. Yapılacağını söyledikleri olumlu şeyler. Ama, yapsınlar görelim. Sözlerin gerçekleştiğini görmeden de bir şey söylemek anlamsız. Çünkü, bu konuda çok şey söylendi, söylenenlerin pek azı gerçekleştirildi” gibisinden bir yanıt verdim. “Sözler ile icraat” arasındaki geniş makas farkı, hep sorunludur ama “Kürt sorunu”na çözüm söz konusu olduğundaki kadar, Türkiye’de hiçbir meselede “makas farkı” öylesine geniş ve açık değildir. O nedenle, bu konuda verilen her sözü “ihtiyatla” karşılamak, yoğurdu üfleyerek yemek gerekir. Financial Times’ın tanınmış uluslararası ilişkiler alanındaki köşe yazarı Gideon Rachman, son köşe yazısını Samantha Power ile yaptığı görüşmeye ayırmış. Samantha Power birkaç gün önce, İngiliz New Scotsman dergisine verdiği mülakatta “off-the-record” olarak Hillary Clinton için söylediği “O, bir canavardır” cümlesinin yayınlanması üzerine, Barack Obama’nın dış politika danışmanlığından istifaya mecbur bırakılan, İrlanda kökenli Amerikalı ünlü insan hakları savunucusu. Samantha Power, “A Problem from Hell: America and the Age of Genocide” (Cehennemin bir Sorunu: Amerika ve Soykırım Çağı” adlı eşsiz kitabıyla 2003 yılında Pulitzer ödülünü kazanmıştı. Harvard Üniversitesi’nde İnsan Hakları Politikası Merkezi’nin başında ve aynı zamanda itibarlı John. F.Kennedy School of Government’ta Küresel Liderlik ve Kamu Politikası profesörü. Obama’nın danışmanlığından istifaya mecbur bırakılmış olmasına rağmen, Obama’nın Başkan seçilmesi halinde, çok üst düzeyde bir göreve getirileceği kesin gibi. Nitekim, Gideon Rachman, ona “Dışişleri Bakanı olarak atanmanız pek hoş olur” demiş ve köşe yazısının sonunda, Power’ın kendisine imzaladığı kitabına düştüğü notu kaydediyor: “Vaad ile uygulama arasındaki açığın pek büyük olmaması umuduyla...” Samantha Power belki de kendisinin önemli sorumluluk yükleneceği bir Obama yönetiminin, insan haklarıyla bağlantılı konulardaki politikası için böyle bir gönderme yapıyor; “vaad ile uygulama arasındaki açığın çok büyük olmaması umuduyla...” Aynı şey, Türkiye ölçeğinde, Kürt sorununun şiddet dışı çözüm perspektifi için de, kuşkusuz, haydi haydi geçerli. *** *** *** Tayyip Erdoğan’ın NYT’a “vaad” düzeyindeki sözlerinde yeni bir unsur görmediğimi belirtmiştim. Nitekim, dün, Başbakan’ın kendisi de NYT’da yer alan açıklamalarını daha önce çeşitli vesilelerle dile getirmiş olduğunu söyledi. Tayyip Erdoğan’ın New York Times mülakatında, “yeni olmayan vaadleri”nde Amerika’nın etkili gazetesinin özellikle vurguladığı ve öne çıkarttığı unsur, Güneydoğu’ya istihdam sahaları açmak ve böylece Kürt gençlerini “dağların cazibesi”nden –yani PKK’ya katılmaktan- caydırması beklenen 12 milyar dolar tutarındaki yatırımlar. Bunun gerçekleşmesi halinde, yani Güneydoğu’nun ekonomik canlılığının sağlanması, bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesinin ve bunun olumlu ekonomik ve toplumsal izdüşümü, elbette ki, çok olumludur ve Kürt gençlerinin ufuklarını dağlardan alıkoymakta bir yarar sağlar. Ancak, bu gerçekleşse bile, Kürt sorununa ilişkin temel bir bakış açısı çarpıklığını yansıttığı anlamda, derde deva olmayabilir. Unutulmamalıdır ki, Bask bölgesi, İspanya’nın sanayiin en gelişmiş olduğu, en zengin bölgelerinin başındadır ve “terör ve şiddet” orada yaygındır. “Etnik özellikli”, bir başka deyimle “kimlik” sorunlarının tedavisinde, “ekonomik ve sosyal kalkınma panzehiri” yeterli olmayabiliyor. Zaten, Başbakan’ın kastettiği, beş yıl içinde bölgede iki baraj kurmak ve su kanalları şebekesini geliştirmek ve yol yapımı ile Suriye sınırından mayınları temizlemek amaçlı 11 ilâ 12 milyar dolarlık bir yatırım. Bu plânlara ilişkin projenin iki ay içinde bitirileceği müjdesini veriyor. Bunlar, “Kürt sorununa kapsamlı çözüm” yönünde heyecan verici, radikal atılımlar sayılabilir mi? Burada üzerinde asıl durulması gereken, Erdoğan hükümetinin, bir başka deyimle Ak Parti iktidarının, Türkiye’de bu soruna “geleneksel yaklaşım”dan ne kadar ayrılabileceği ve somut olarak ne adımlar atacağıdır. Malûm, bu sorun tartışıldığında, “geleneksel resmi pozisyon”un iki vektörü bulunur: Güvenlik boyutu. Bu, PKK ile mücadeleyi ve onunla ve onun uzantılarını hiçbir şekilde muhatap almamayı öngörür. Çözüm yöntemi, PKK’yı “yasal şiddet” ile bertaraf etmektir; Sosyo-ekonomik boyut. Bu da, meselenin hallini, Güneydoğu’nun “ekonomik geri kalmışlığı”nı gidermekte görmek demektir. Bu yaklaşımın, en belirgin temsilcisi ve savunucusu Bülent Ecevit idi. Ak Parti iktidarı, “geleneksel yaklaşım” ile “kimlik sorununu idrak” arasında gidip geliyor. İkincisine eğildiği noktalarda, “olumlu sinyaller” veriyor. Örneği, devlet televizyonunun bir kanalını Kürtçe yayın için tahsis etmek, doğru yönde olumlu bir adım olacaktır. Ne var ki, bunu yaparken, aynı şekilde Arapça ve Farsça yayına da aynı imkânı tanımak, Kürtçe’ye Arapça ve Farsça ile aynı düzlemde muamele etmek demektir ki, Türkiye’de Kürt sorunu ile aynı parametrelere sahip bir “Arap” ya da “Fars sorunu” yoktur. Dolayısıyla, bu olumlu adım dahi –ki, henüz vaad safhasında- Kürt sorununun “özgünlüğü”nü kabullenerek, o yönde “kararlı çözüm rotası”na girmekte tereddüt edildiği izlenimini veriyor. *** *** *** Tayyip Erdoğan, NYT’a konuşurken, Kürt sorununun ayrılmaz bir uzvu haline gelen “Kuzey Irak’la ilişkiler” konusunda da, “olumlu” ve doğru bir dil kullanıyor Irak’ın kuzeyi ile Türkiye’nin güneydoğusu arasında, bilinen nedenlerden ötürü var olan “etle tırnak ilişkisi”ni ima ederek, “Türkiye, konuk değildir. Irak’a bugüne dek kim girmişse orada bir süre kalabilir ve sonra gider, ama biz kalacağız” diyor ve ekliyor “Biz, kuzey Irak’ın dünyaya açılacağı en önemli kapıyız. En sağlıklı kapıyız.” Çok doğru. Hele şu sözleri, “Kuzey Irak’ta akrabalarımız var ve orada yaşayan halkın bizim Güneydoğu bölgemizde akrabaları var. Kendimizle olandan daha iyi ilişkilere kiminle sahip olabiliriz ki?” Irak Kürt halkını, “kendimiz” olarak görmeyi ifade eden, bu sözleri, işin can alıcı noktası ve çok önemli. Ama, nasıl Türkiye’nin güneydoğusunda odaklanan “sorun”u “ekonomik ve sosyal kalkınma”yı esas alarak çözebilmek yetmeyecek ise, Irak’ın kuzeyini Türkiye açısından öncelikle bir “ekonomik arter” olarak ele almak da, son yılların gelişmeleri karşısında özellikle yetersiz kalır. Türkiye’nin, yaklaşık 100 yıl öncesine dek kendi haritalarında bir coğrafi bölge adı olarak geçen ve bugünkü Irak Anayasası’na girerek Irak’ta yasallaşan “Kürdistan” sözcüğüne duyduğu alerjiyi aşamadan, Irak’ın kuzeyi ile sadece “ekonomik havuç” uzatarak, işin üstesinden gelebilmesi kuşkuludur. Yüzyıllardır geçerli coğrafya isimleri bile Türkiye’de bir tedavisi zor bir hazımsızlık konusuysa, böyle bir psikolojiyle sınırın iki yanındaki Kürtleri –bir bölümü vatandaşlarımız, diğer bölümü vatandaşlarımızın soydaşları- tatmin etmek ve kazanmak nasıl mümkün olabilir? Tayyip Erdoğan’ı ağzından dile getirilen, aslında kendisinin de “yeni olmadığını” açıkladığı ve uygulanması halinde “olumlu gelişmeler”e imkân verecek ama “sorun”un çözümü bakımından ne ölçüde geçerli olacağı bilinmeyen “vaadleri” tartışıyoruz. “Vaadler ile uygulama arasındaki açığın çok büyük olmaması” umudu bir yana, “vaadler”in tutulması bile soru işareti. 301 konusunda verilmiş vaadleri hatırlayalım. 301, nasıl konjonktür ve güçler dengesine kurban gidebiliyor. Aynı durum, bu “sorun”a ilişkin “çözüm projeleri” için olmamalı. Kaldı ki, “ifade özgürlüğü” üzerindeki tüm bulutlar dağıtılmadan, bu “sorun”un çözümü doğrultusunda anlamlı ilerleme de olmaz. Sorun, “proje” sorunu değil...
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 Yorum:
Post a Comment