Arkeologlar Kürdistan da 11 000 yıl önce yaşanmış taş devrinin “ Altın çağına ait” izler ortaya çıkardılar. Ceylan avcıları orada ihtişamlı tapınaklar inşa ettiler ve cennet bahçelerinde ki gibi yaşadılar. Bu ididaya göre Adem gerçekten yaşadı, mecazi anlamdaki bu günah halinde bir gerçek gizli idi. İngiliz araştırmacı David Rohl “ Efsane” adlı kitabında Adem`in İran`ın kuzeyinde Urmiye gölünün yakınlarında yaşadığını iddia etti. Rohl Londra da Sumer çivi yazısıarşivinde araştırmalar yaptı. O İncil deki coğrafik bilgileri kontrol ettikten sonra Jipini Kurdistan`a doğru sürdü. Rohl`un bulgularına göre Cennette 4 tane akarsu vardı ve bunlardan ikisi Fırat ve Dicle idi. Rohl`u en çok heyecanlandıran şey onun Adem`in ilk defa Fırat ve Dicle`nin yukarı hafzasında tahıl öğüttüğü, bilgisine ulaşması oldu. Burası ilk defa tarım yapılan yer idi. Son zamanlarda araştırmacılar bu “ Neolitik Devrim” hakında bazı bilgilere ulaştılar. Bu bölge Turkiye, Iran ve Irak sınırlarindaki Toroslar ve Zagros dağları arasındaki bölge idi. Burada 11 000 yıl once bir medeniyet son buldu ve başka bir medeniyet başladı. O zamana kadar göçebe ve avcı olan Homo Sapiens av silahlarını attı. Bir milyon yıldan fazla insanlar herşeyden önce ormanfilleri ve denizatlarını öldürdüler ve onların etleri ile beslendiler. O bir goçebe olarak vahşi hayvanlar gibi ağaç kovuklarında yaşıyordu. Şimdi aniden insan, keçileri ve koyunları ağıllarda zaptetmeye ve domuzları evcilleştirmeye başladi (MÖ 8400). O kulube ve yatağı, seramikten yemek kabını keşf etti ( MÖ 7000) ve ilk defa kendisinin ektiği tahılların suyundan beslenmeye başladı. İlk köylerden olan Nevala Çori köylüleri bu yeni yaşam biçiminin(MÖ 8500) zahmetlerinin tanıkları oldular. Onların dişlerinin mineleri bozuldu, onlar hazımsızlıktan mide ağrıları çektiler. Onlar henuz tahıl yetiştirmeyi tam olarak bilemediklerinden, daha çok bezelye ve mercimek yiyiyordular. Daha önceki avcılık yaşamı idi, özgür, serbest ve macera dolu. Yeşil Mezopotamya`nın koridorlarında yabani eşekler ve ceylanlar dolaşiyordular. Munih`li Paleozoolog Joris Peters`e göre sürüler 100 000 hayvandan oluşuyordular. Rohl`un araştırmalarının merkezi olan, tahılın beşiği dağlık Yukarı Mezopotamya da başka bulgular ortaya çıktı. Bu bölge de dunyanın en eski tapınakları bulundu. Bunlar büyük taşlar ile yapılmış harika yapılardır ve şimdiye kadar hiç bilinmeyen taş devrinin “ altın çağının” tanıklarıdırlar. En enteresan şey Urfa`nın yakınındaki çıplak tepedir. Onun ucunda birbirilerine bitişik olan tapınaklar duruyordular. Bunlardan 4 tanesi kazıda ortaya çıkrıldılar, diğer 16 tanesi magnetometre ile yakalandılar. Taşdirekler yukarı doğru yükseliyorlar, örümcekler, aslanlar ve yüzayaklılar ile süslenmişler. Yıkıntıları arasında bir vahşidomuz ve büyük bir insan kafası heykeli duruyor. Göbekli Tepe'deki kazının şefi Berlinli Klaus Schmidt bu tesisi mimari bir harika olarak isimlendiriyor. 50 tonluk en ağir sütün şimdide bir taş ocağının yanında duruyor. Schmidt inaniyor ki bu şehirler yakında dünya çapında bir üne kavuşacaklardır. En hayret edici şey bunların yaşıdır. Bu tören yeri aşağı yukarı 11 000 yıl önce avcılar ve toplayıcılar tarafından inşa edilmiştir. Burasi cenet gibi bir ilk yerleşim yeri(*). İnsanlar burada tembeller ülkesinde olduğu gibi yaşiyordular. Bunlar Adem ve Hava`nın vaftiz anne ve babaları olabilirler. MÖ 9000 yılı civarında kutsal nesne ortaya çıktığında Avrasya da buzulçağından 100 000 yıl sonra sonunda tekrar yumuşak hava doğuyordu. Yukarı Mezopotamya da geçbuzul çağından çıkılıyordu, herşey zuhur ediyordu, büyük ekilebilir bölgeler açılmaya başlıyordu. Göbekli halkı herşeyden önce Ceylanları avlıyordu. Yüzlerce organize olmuş kişi Fırat havzasında yada kilometrelerce uzun olan V formundaki fırat yatağında çevik çifte tırnaklı sürüleri otlatiyordular. Et ambarları ve hayvan postları boylece bir vuruşda ganimet olarak elegeçiriliyordu. Yerleşikliğin bu ilk formunda insanlara uzun zaman yetecek kadar gıda medesi büyük eteverinde istif ediliyor ve korunuyordu. Aynı zamanda becerikli vahşi avcılar ilk kuvetmacununu icad ediyordular. Buzulçağından sonraki yumuşak iklimden yararlanilarak bu bölgede büyük tarlalarda tahıl yetiştiriliyordu. Böylece tabiat üzerinde kontrol sağlanıyordu. Cenet bahçelerinın yerinin araştırılmasında Mezopotamya`yı işaret eden bir çok ize rastlandı. İncildeki Cenet de birçok su kaynağı var. Toroslarda da bir düzine akarsu var. Hesekiele`ye göre Cenet bahçeleri Göbekli Tepe gibi kutsal bir tepenin üzerindeler. İbrahimin Mağarası tarihi törendağının 2 kilometre uzağında Urfa şehrinde bulunuyor. Schmidte göre Urfa`ve çevresi büyük mitolojik kütleleri ile dini bir çekimalanı idi. Bu bölge insanlığın ilerleme medeniyetinin merkezi idi. Daha erkentaşdevrinin önseramik devrinde Ibrahimin Mağarası kutsal bir kaynak olarak şereflendiriliyordu. Orada dunyanın en büyük heykeli ortaya çıkiyordu. Bu yapı aşağı yukarı 2 metre yüksek ve MÖ 10. yüzyıla aittir. Bugün artık araştırmacılar biliyorlar ki 4000 yıl MÖ Fıratın aşağı hafzasında şehirler inşa edilmişti. Burada kıvırcık saçlı krallar, Papazlar ve yüksek kulelerin basamaklarından yıldızları izleyen Astronomların yaşadığı 20 den fazla yerleşim yeri vardı. Burada bira, yazı, teker ve ilk binekaracı icad edildi. Burada, sevgili ülkeye göçmeden önce,bir İbrahim yaşıyordu. İsrailli Benjamin aşireti uzun süre Fıratın yukarı hafzasında kaldı. O zaman Mezopotomya`nın kilden inşa edilmiş şehirlerinin dar sokaklarında melodramlar ve destanlar işitiliyordu. Destan okuyucuları ağaçflütler ile destanlarını söylüyorlardı. Bunlardan bazıları gerçek hikayeleri anlatiyordular. Gilgamiş gerçekten yaşadı, Enmerkar ve bir başka kahraman aynı şekilde. Bu dağlık dünyada ticari ilişkiler de hüküm sürüyordu. MÖ 3000 yılında Yerkürenin en eski şehirlerinden biri olan Uruk tan eşek kervanları ile Zagroslara gıda madeleri gönderildiği biliniyor. Onlar karşı tarafdan metal ve elmas getiriyordular. Çivi yazılarında yazıldıği gibi yedi dağın ardına giden, burada sivri uçlu tepeler ile kaplı yeşil ovalar ile karşılaşiyordu. Kar ile kaplı Ararat taş devrinde tanrıların tahtı olarak kabul ediliyordu. Belki tufan efsanesi de Fıratın dar kaya koyaklarından dolandığı kuzeyin yüksek alanlarında meydana gelmiş bir felakete karşılık geliyor. Arkeolog Andreas Schachner`ın iddiasına göre nehir yatağı aşağı yukarı 7000 yıl önce depremler dolayısı ile çok defa moloz ile doldu. Su engelleri yıkana kadar toplaniyordu. 30 metreye kadar kabaran dalgalar yığıliyordu. Bu tür felaketler halkın ağzından süslenerek, güzelce işlenerek doğunun edebiyatının başlangıcı oldular. Ama daha sonra Sümerler ve onlar ile birlikte Yahudiler Göbekli Tepe`nin batmış tahıl Cenetini hatırladılar mı? Kendi sezgilerinden Hiristiyanlıktan 10 000 yıl öncesine ait olan Hava ve Adem`in vaftiz anne ve babaları olanlar hakında birşey biliyormuydular? Rohl`un kompası şimdi daha güçlü olarak Ortakuzeyi, Kürdistan`ın altın başaklar ile kaplı yüksek yaylalarını işaret ediyordu. Yine bu sert, tozlu Tanrılar Tepesi, Göbekli Tepe ve oradaki şimdiye kadar şifreleri çözülmemiş din gündeme geliyordu. Bu kutsal şeylerin henuz ancak % 5i ortaya çıkarılmış. Arekeolog Schmidt diğer geri kalanları ortaya çıkarmak için çalışiyor. Bugün Yukarı Mezopotomya` nın çıplak dağyamaçlarını dolaşan birisi buralarda bir zamanlar yeşil vadilerin olduğuna ve şamfıstığı ağaçlarının yetiştiğine inanamaz. Tabi ki Göbekli Tepe`nin avcıları 11000 yıl önce yumuşak, yeşillikler ülkesinden meydana gelen bir doğa parkında yaşiyordular. Önce ormanların yokedilmesi ve arazinin tarla olarak kulanıma açılması nedeni ile bu alan çıplak bir çole dönuştu. Göbekli Tepe aynen Cenet gibi bir süre sonra terkedildi. MÖ 7500 yıllarında avcılar tepeyi dağıttilar ve tapınakları toprak ile doldudular. Schmidt binanın organizeli bir şekilde gömülmesinden bahsediyor. Sanki insanlar bu ibadet yerini ebediyen akıllarında tutmak istiyordular. Bu ebedi bir ayrılık idi. O zaman bütün bir insanlıkçağı mezara gömüldü. Avcılar biyotopu boşalttılar. Şimdi çiftçilerin ortaya çıkışı başladı. Bu dramatik dönüşümün izlerine Suriye` deki Abu Hureyra yerleşim biriminde de rastlaniyor. Burada MÖ 7500 yıllarında avlanan ceylanların sayısı dramatik bir şekilde azaliyor. Bunların yerini erkek keçi ve koyunlar aliyorlar. Keçi ve koyunlarda cinselliğinin önemli hale gelmesi hayvancılığın başladığına dair bir ipucudur. Çünkü nesillerin sürdürülmesi için dişi hayvanların korunması gerekiyordu. Şimdi insanlar domuzağıları ve külübelerden vadilere inmeye mecbur kaldılar. Batı Iran daki Ali Koş da MÖ 7200 yıllarında yüzlerce çiftçi kırık dökük kulübeköylerde yaşiyordular. Tarlalar için gerekli tohumu uzak yerlerden temin ediyordular. 120 generasiyon boyunca MÖ 9000 ile 6000 yıları arasında bu kanlı değişim devam etti. Böylece köylüler öne geçtiler. Başarıları sınır tanımıyordu. Çünkü tahıl kalori açısından çok zengin idi. Yerleşik bir yaşam sürdürenler, yaşamlarını daha geniş bir temel üzerinde kurabilirlerdi. Daha MÖ 7.yüzyılda köylüler Fars Körfezine yerleşiyordular. Onlar orada suni sulamayı ve Firatın havzasından su kanallari ile tarlalarını sulamayı öğreniyordular. Şimdi kısa bir sürede nufus artıyordu. Sumer halkı bir yerde toplanıyordu ve nufus patlaması yawaniyordu. Şehirler ortaya çıkıyordu ve onun ile birlikte hukuk sistemi, sahip olma ve mulk sahipi olma hırsı gelişiyordu. Şimdiye kadar tasasız ve doğal olan insan masumiyetini yitiriyordu. Însan ahlaki olarak bozuluyordu, ticaret de sahtekarlik yapiyordu ve komşuları ile kavga etmeye başliyordu. Şimdi öldürmeyi ve tecavüz suçlarını önlemek için kanunlar gerekiyordu. Sümer yazarlar yazıya geçirene kadar, Adem ve Hava`nın Göbekli Tepe`deki Ateştaşı -Cenneti 5000 yıllık yazısızlık şartlarında unutulmaya karşılı direnmeliydi. Heidelbergli Teolog ve Mısırolog Jan Assmann insanlığın kültürel hafızasının binlerce yıl bilgileri kaydedip muhafaza edebileceğine inanıyor. Sıradışı insanlar, kahramanlar, büyük acılar, savaşlar ve çevre felaketleri insanlığin kolektif hafızasının derinliklerinde korunuyorlar. İnsanlığın bu yol ile koruduğu ve 10 000 yıl MÖ ait olan bir efsane var. Bu koyun ve tahıl memleketi ait olan kutsal dağ Du-ku masalıdır. Bu söylencede tarım, hayvancılık ve dokumasanatının uzak tepelerde icad edildiğini anlatiyor. Bu çok eski bir tarih olduğu için, uzmanlar orada yaşayan anonim tanrıların henuz kişisel isimlere sahip olnadıklarını idia ediyorlar. 5000 yıllık Sumer tanrılarının heykelleri sanki çok eski bir çağa ait tanrılardır gibi orada bir yabancı cisim gibi duruyorlar. Berlin deki Almanya Arkeoloji Enstitusu çalışanı, kazıcı Schmidt yeni kitabında Du-ku efsanesini Kurdistan daki Tapınakdağı ile ilişkilendiriyor. Schmidt “ Eski doğunun kültürel hafızasına dokunuyor ve bu mekanın neolitik geçmişine geri gidiyor mu?” diye soruyor teredütlü bir şekilde. O bu soruya henuz bir cevap vermiyor. Fakat çok açık ki “Göbekdağ” insanları gerçek devler idiler. Bu anlamda tarımın bulunuşu sadece ateşin kulanılması ile kıyaslanabilinir. Bu medeniyet depremleri ki kahramanlarının tahıl yetiştirmelerine neden olüyordu, yankı olarak Tevrat zamanının Kudusune kadar götürülebilinirdi. İnsanlar bilinçli olarak 11000 yıl önce Kürdistan`dan cennet kapılarına çarpiyorlar. Onlar çiçek yetiştiriyorlar ve bunun ile hayvanları evcilleştiriyorlar ve onlardan daha çok et ve süt elde ediyorlar. Bunun ile tabiat üzerinde denetim kurmaya ve tabiattan daha çok yararlanmaya yol açan bir teknik gelişme başliyor. İnsanın buzul çağının sonunda tahıl saplarından meyvesini yemesini öğrendıği ve beslenmesinin yolunu açan ve bügüne kadar henuz sonlanmamış başarı koşusu için “ Bilgi ağacı” sadece bir sembol mu idi? Böyle bakılınca Adem ve Havayı rahatsız eden suçluluk duygusu anlaşılır. Göbekli Tepe insanları gibi onlar erkeği kötü iş kabul edilen elsanatları alanına sevkediyordular ve onu bir adım uzaklaştiriyordular. Bu kötü duygunun sebebi bu idi. “Siz tanrı gibi olacaksınız” diye bağırdılar cenet de oturanlar toplu olarak. Gerçekte bu 10 000 yıl önce insanın tarım teknığini kulanmaya ve çiçek yetiştirmeye başlama surecidir. Aletleri yapan ve icad eden olarak insan kendi geleceğini kendi ellerine aliyordu. Adem puzzlesinde yukarı Mezopotomya`dan bazı taşların birirbirlerine uyduklarına şuphe yok. Irak Türkiye ve bügün arkeologlar için girilmesi zor olan Kuzey Iran stepleri arasında cidi bir gelişmenin ipuclarına rastlanıliyor. Arkeolog Schmidt orada “ tanınmayan dünyadan heykeller” in ortaya çıktığını anlatiyor. Şimdi bu unutulan medeniyetin üzerinde tozdan ve molozdan bir örtü duruyor. Hava ile temasından dolayı bozulmuş bir çok tepeyıkıntısı Anadoludan Hazar Denizine kadar uzaniyor. Birçoğuna henuz dokunulmamiş. Hiçolmazsa arkeloglar şimdi örtünün bir köşesini havalandırdılar. Örtünün hepsinin kaldırılması bir fantastik yolculuğun yolunu açabilir: Cenet bahçelerine giden yol. Seyîdxan Kurij (*)Klaus Schmidt: "Onlar ilk tapınağı yaptılar. Taşdevri avcılarının muamalı tapınakları“ Kaynak: Der Spiegel sayı 26- 2006 -Hamburg
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 Yorum:
Post a Comment