Bedenimiz kimindir?">Toplumcu Buduncu Düşünce Derneği Başkanı Rıfat Cenk Tozkoparan, Kürt nüfusunun gerilemesi için Kürtlere zorunlu doğum kontrolü uygulanmasını ve tersine zorunlu göç politikasının oluşturulmasını istiyor. Türkiye'de son yıllarda kadın bedeni üzerinden 'soy sürme veya soy kırma' politikalarına açıktan prim veren konuşmaların varlığı, toplumsal barış ve kadın özgürlük kazanımlarına dönük kaygıları da gündeme taşıyor. Refah-Yol hükümeti zamanında hükümete sunulan, 'artışın bu biçimde sürmesi halinde Kürt nüfusunun 2025'te Türklere eşit olacağı, 2050'de ise Türk nüfusunu geçeceği' yönüdeki MGK raporundan sonra artan bu tür demeç ve bildiriler, Türkiye'nin tehlikeli bir toplumsal eşikte olduğu yorumlarınıda güçlendirdi. Son günlerde kamuoyunda tartışmalara yol açan Başbakan Erdoğan'ın 'en az üç çocuk doğurun' çağrısının da dinsel faktörler dışında benzer bir iç kaygıdan beslenme ihtimaline vurgu yapılırken, geçen ay İzmir'de görülen bir dava soy-doğum-kadın arasındaki ataerkil tasarrufu yeniden gündeme getirdi. Kadın bedenini çocuk doğurma mekanizmasına indirgeyen ataerkil zihniyetin bu çıplak yansımaları kadın özgürlük kazanımlarının da ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğunu gösterdi. Buduncular davası İlki İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi'nde 19 Mart'ta görülen, ikinci duruşması 2 Haziran 2008 tarihine ertelenen davanın konusunu 'Toplumcu, Buduncu Düşünce Derneği'nin 2006 Mayısı'nda 'Kürt Nüfus Artışı Durdurulsun!'çağrısıyla imzaya açtığı ve dağıttığı metin oluşturuyor. 'Ey Türk kadını ve erkeği uyuma! Sen azalıyorsun Kürtler çoğalıyor. Türkçülük için bir çocuk daha yap. Çünkü sen azalıyorsun, hainler, kapkaççılar, uyuşturucu satıcıları çoğalıyor, biz Arap ve Batı kültürü arasında sıkışan Türk insanına kendisini yeniden sevmeyi öğrenecek tek yolun ta kendisiyiz. Biz Kürt ve Çingene çetelerine ve yobazlara hak ettiği cevabı verecek Türkçü, toplumcu buduncularıyız' biçiminde ifadelerin yer aldığı metinle Kürt ve Roman nüfusunun kontrol altına alınmasını isteyen Buduncular Derneği, soykırım tartışmalarını yeniden gündeme taşırken, kadın bedeninin kontrol altına alınması talebiyle ırkçılık ilişkisini de apaçık ortaya koydu. İlgili bildiriden kaygı duyan barış, insan hakları ve demokrasi savunucusu farklı etnik kökenlerden bir grup İzmirli kadın ve erkeğin başvurusu sonucu açılan davanın ilk duruşması ise, ırkçılığın meşrulaşmasını sağlayan düşünüş biçimindeki absürdlüğü gözler önüne serdi. 'Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama' suçundan ve Dernekler Kanunu'na muhalefetten dernek ve yöneticileri hakkında açılan dava, 'teklik' anlayışının kabul gördüğü Türkiye'de özel bir yere sahip olduğunu daha ilk günden gösterdi. Nazi iktidarının ilk yıllarında Yahudi nüfusunun azaltılması ve Alman nüfusunun arttırılmasına dönük politika ve hedeflerinden feyz alan Türkçü Buduncu Derneği'nin soykırım ya da soy kontrol düşüncesi için esas nesne olarak kadını ele aldığı da ilgili bildiride ilk dikkat çeken husus oldu. Öteden beri 'Bedenimiz bizimdir' sloganıyla önemli mücadeleler yürüten ve kimi başarılar elde eden feminist kazanımların tersyüz edilme girişimi olarak değerlendirilen bildiriyle ilgili davaya Nezahat Paşa Bayraktar, Semra Uzunok, Abdulhadi Çetin, Şenay Tavuz, Canan Uçar, Zeki Gül, Nursel Aslan, Orhan Ayhan, Ayşe Şen, Günseli Kaya, Hacay Yılmaz, Mizgin Irgat, Nursel Aslan, Gülçiçek Güner, Naif Bektaş, Avrupa Çingene Hakları Merkezi Vakfı ve Helsinki Yurttaşlar Derneği müdahil olurken, henüz hiçbir feminist örgüt müdahil olma talebinde bulunmadı. Soykırımın ön adımları Toplumcu Buduncu Düşünce Derneği Başkanı Rıfat Cenk Tozkoparan'ın, bildiride geçen görüşleri tekrarladığı ilk duruşma milliyetçilik ve cinsiyetçilik değerlerinin eleştirildiği bir platform görevi gördü. Duruşmada evli ve iki çocuk babası Cenk Tozkoparan söylemlerinin dernek tüzüğüne uyumlu olduğunu belirtirken, derneklerini 7 Temmuz 2007'de feshettiklerini de belirtti. Duruşmada Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan herkesi Türk olarak tanımlayan, Türkiye'nin üniter ve laik yapısının saldırı altında olduğunu savunan Tozkoparan, ifadeleriyle mahkemede de ırkçılık yapmayı sürdürdü. Kürtlerin amacının Türkiye'yi Kürtleştirmek olduğunu iddia eden Tozkoparan, 'Tabii Kürtlerin sayısı artınca mafyalaşma da başlıyor. Göç ettikleri yerlerde mafyalaşmış haldeler. Bütün işler nerdeyse onların tekelinde. Bana kalırsa tek amaçları Kürt sayısını arttırıp Türklerden intikam almak olan bir Kürt'ten devlet bu vergiyi alamaz' dedi. Cinsiyetçi-ırkçı söylem ve taleplerini düşünce özgürlüğü sınırlarında değerlendiren Tozkoparan, 'Geçtiğimiz yıllarda belki hatırlarsınız devletin doğum kontrol uygulamasında olanları. Doğum kontrol hapları çiçeklere gübre, prezervatifler çocuklara oyuncak olmuştu. Bana kalırsa sonuç alınamayacak nafile bir uygulama olur. Devlet başka çözüm yolları aramalı' sözleriyle de devleti Kürt nüfusunun azaltılmasında daha etkin formüller aramaya davet etti. Atatürk döneminde Bölge'deki isyanların sert bir biçimde bastırılmasının ardından üniter yapıyı rahatsız etmeyecek şekilde Kürtlerin Anadolu'ya ve Batı'ya doğru serpiştirilip, göç ettirildiğini de sözlerine ekleyen Tozkoparan, 'Bu çoğunluğun (Türkleri kastederek) azınlık durumuna düşmemesi için... Kürt nüfusun artışının durdurulmasını devlete bir öneri olarak sunduk. Bunu Anayasa'daki ifade özgürlüğümüzü kullanarak sivil toplum örgütü olarak sunduk' dedi. Tozkoparan'ın ifadesinde en çok absürd olan diğer söylem ise Türkler dışındaki etnik yapıların nüfus artışının durdurulması talebini selfdeterminasyon (Kendi kaderini tayin hakkı) prensibine bağlaması oldu. Tozkoparan'ın mahkemede verdiği ilginç ifadeler, Türk Nazi grubunun düşünceleriyle paralellik arzediyor. Türk nasyonal sosyalistlerinin 'Bugün Türk ulusunu bekleyen en büyük tehlike hızla artan Kürt nüfusudur. Kürtler 5-6 olan çocuk ortalamalarıyla refah seviyemizi düşürdükleri gibi ulusal varlığımızı da tehlikeye atıyorlar. Batı illerine gelen 5-6 hatta 7 çocuk ortalamasına sahip Kürtler hızla kolonileşiyor. Kapkaç, hırsızlık, kadınlara sarkıntılık, cinsel taciz, tecavüz suçları yaygınlaşıyor. Kavga çıkartıp kavgalara gruplar halinde giriyorlar. En ufak bir tartışmada Türklere karşı birbirlerini tutuyorlar. İşlerimizi elimizden alıyorlar. Adana' dan Antalya' ya kadar olan şehirlerimiz şimdiden elden çıktı ve Güneydoğu şehirlerini andırıyor. Bu duruma son vermek için bir şeyler yapmak şart' sözleri ise geçen hafta Akdeniz Üniversitesi'ndeki provokasyonda açığa çıkan yaklaşımların nereden beslendiğini de gösteriyor. Türkçü Buduncu dernek başkanı ve Türk Nazileri, Kürtlerle ilgili çözüm için devlete şimdilik iki yol öneriyorlar. 'Devlet Kürtlere zorunlu doğum kontrolü uygulasın ve tersine zorunlu göç politikası oluştursun.' Müdahiller şok oldu İzmir'de görülen ilginç davada ırkçılık ve cinsiyetçilik yaklaşımlarının mahkemede açıkça savunulmasına en çok şaşıran ise başvurucular oldu. Davaya ırkçılığa duydukları ortak tepkiyle müdahil olan davacılar, özellikle Tozkoparan'ın büyük rahatlıkla yaptıkları işi savunmasına tepki gösterdiler. Mahkemede, durumun Nazi'lerin iktidarı ele alışıyla birlikte Almanya'da bir arada yaşayan Yahudilerin, Romanların ve Almanların birbirlerine kırdırılması sürecini çağrıştırdığını kaydeden davacı Günseli Kaya, 'Kadının doğuracağı çocuk sayısı kadının kendi bedeni üzerindeki denetiminden başka bir güce bağlı olamaz. Bu etnik kökeni ve ulusal aidiyeti ne olursa olsun bütün kadınlar için böyledir. Buduncularsa yaptığı eylemlerde 'Kürt nüfusu durdurulsun' talebiyle devletten Kürt kökenli kadınların doğurganlığı üzerinde denetim istemektedirler. Bu Türk milletinin başka ulusal aidiyetler üzerindeki kadın haklarının feda edilmesi ve hiçe sayılmasıdır ve ayrımcılığın ta kendisidir' dedi. Türkiye'nin yüzleşilememiş tarihinin de gündeme geldiği mahkemede Semra Uzunok'un ifadesi, ırkçılık kurbanı acı hik‰yeleri gün yüzüne çıkardı. Sosyalist bir Boşnak olduğunu ve bildiriyi okuyunca dehşete düştüğünü anlatan Uzunok, 'Ben Boşnak olarak soykırıma uğramış bir ulusun ferdiyim. Tarihsel olarak da Sivas olayında sağ kurtulanlardan birisiyim. Bu bildiriler Sivas olayında dağıtılan bildirilerle benzerlik gösteriyor' dedi. Müdahillerden Şenay Tavuz ise söz konusu bildirinin ve çağrılarda yer alan ifadelerin Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ne de aykırı olduğunu bildirirken, 'Ne yazık ki her dönemde Başbakanlık düzeyinde dahi kadınların doğurganlığı tartışmaya açılıp erkek egemen sistemin denetimi altına sokulmaya çalışılmıştır' dedi. Canan Uçar, 'Kürtlerden kitle veya kütle gibi bahsederken, benim aklıma bu serpiştirme sırasında kaybettiğimiz büyükanne, büyük babalarımız geldi. Bu zihniyetin yaptığı Ermeni tehcirinde yitirdiğim anneannem aklıma geldi' diyen Avukat Canan Uçar ise, 'Kendini ait hissetmekte zorlanan bir Kürt nüfusun olduğu açıktır, ayrıca bundan önce 28 kere de itiraz etmiştir. Son itirazında kendi halkıyla 25 yıldır devam eden mücadelede devlet 5 milyon Kürt halkını 'Terörle mücadele' adı altında yerinden söküp atıp metropollere sunarken hiçbir sosyal projede üretmemiştir. Bunların açtığı yaraları da bu ırkçı-kafataşçı zihniyetle çözümleyemeyiz. Benim Kürt, kadın, Alevi kimliklerim incinmiştir' dedi. Davada müdahillerin avukatı Murat Dinçer ise, ırkçı bir anlayışla karşı karşıya olunduğunu belirterek, 'Derneği kurma sebepleri Türk olmayan unsurların ve grupların Türkiye'de çoğalmalarını engellemek ve belki de uzun vadede onları yok etmektir, bu nedenle yaptıkları iş soykırım değilse de soykırım kışkırtıcılığıdır' dedi.

0 Yorum: