BBC: Türk uçakları Kürt asi hedeflerini bombabaldı Türk F-16'larının bu sabaha karşı Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyon dünyada da yankı buldu. İngiliz Televizyonu BBC, Türk savaş uçaklarının Kuzey Irak’taki “Kürt asi hedeflerini” bombaladıklarını bildirdi. İngiliz yayın kurumu BBC, “Türk uçakları Kuzey Irak’ı bombaladılar” başlıklı haberinde “Türk uçakları, sınır ötesinde Kürt asileri olduğu sanılan hedefleri bombaladı” dedi. Buna karşın, Kuzey Irak’taki “yetkililer”in, uçakların bazı köyleri vurduğunu söylediklerini de belirten BBC, söz konusu köylerde “asilerin” olup olmadığı konusunun ise, teyid edilmediğini de kaydetti. BBC, haberinde Türk Parlamentosu’nun, Ekim ayında Türkiye’deki saldırıları hızlandıran PKK’ya karşı Kuzey Irak’a operasyon yapma izni veren tezkereyi onayladığını anımsatarak Ankara’nın sınıra yakın bölgelerde tank, top ve savaş uçakları ile desteklenen 100 bin asker yığdığını da söyledi. Irak ve ABD’nin Türkiye’den sınır ötesi operasyonu yapmamasını istediğini belirten İngiliz yayın kurumu, “3 bin kadar PKK’lının Kuzey Irak’da olduğu inanılıyor. Türkiye, yerel yetkileri onları desteklemekle suçladı” dedi. '1 KİŞİ ÖLDÜ 2 KİŞİ YARALANDI' Reuters haber ajansı, sınır ötesi operasyonda 10 köyün vurulduğunu bildirirken, Kuzey Irak'taki yerel kaynakların 1 kadının öldüğünü 2 kişinin de yaralandığını bildirdi. Ajansın haberine göre, Süleymaniye'nin kuzeyindeki Jarawa ve Sankasar köylerinin yetkilileri operasyonun gece saat 02.00 civarında başladığını ve saatlerce sürdüğünü söyledi. Operasyonda 1 kişinin öldüğünü 2 kişinin de yaralandığını, bir çok ev ve okulun da zarar gördüğünü öne sürdüler. Bu haberler Kuzey Irak'taki bölgesel yönetim tarafından doğrulanmadı. Genelkurmay Başkanlığı da köylerin vurulduğu şeklindeki haberleri kesin bir dille yalanladı. LE MONDE: BİR OPERASYON DAHA Fransız Le Monde gazetesi de haberi okurlarına Türk ordusunun “PKK’ya karşı yeni bir operasyon yaptığı”nı belirtirken 10 Kürt köyünün bombalandığı iddiasına da yer verdi. Türk savaş uçaklarının gece sırasında Kuzey Irak’taki “Kürt hedefleri”ni bombaladıklarını kaydeden gazete, ilk başta Kürt kaynaklarının gelen operasyon bilgisinin, daha sonra Genelkurmay Başkanlığınca doğrulandığını yazdı. Fransız gazetesi, Irak’taki bir yetkilinin, Türk uçaklarının 10 Kürt köyünü bombaladığını, bir kadın öldürüldüğünü, iki kişinin yaralandığını ifade ederken diğer bir kaynağın ise sadece iki yaralı olduğunu söylediğine dikkat çekti. Peşmerge Sözcüsü Cabbar Yava’nın, "ailerin köylerinden kaçtıkları” yolundaki açıklamasını da aktaran gazete, sınır bölgesinde binlerce asker konuşlandıran TSK’nın 1 Aralık’ta Kuzey Irak’ta bir operasyon yaptığını anımsattı.

KADDAFİ: ‘’BAĞIMSIZ BİR KÜRT DEVLETİ KÜRTLERİN MEŞRU HAKKIDIR’’ 16-Dec-07 [11:10]PNA-Kürdistan Siyasi Partiler Temsilciliğinden bir heyet Fransa’yı ziyaret eden Libya Lideri Muammer Kaddafi’yi Paris’teki çadırında ziyaret etti. Xebat gazetesinin geçtiği haberde Kürdistan Siyasi Partiler Temsilciliği heyeti ile görüşmesinde Libya Lideri Kaddafi’nin ‘’Bağımsız bir Kürt Devletinin kurulmasının Kürtlerin meşru hakkı olduğunu ve bu hakkın gerçekleşmesi için tam bir destek verdiğini söylediği’’ belirtildi. Kürdistan Siyasi Partiler Temsilciliğinin de, Kürt meselesi karşısında herzaman olumlu ve değişmeyen bir tutum sergilediği için Kaddafi’ye teşekkür ettiği belirtildi.

"Özü Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da köle olmaktır." (s.126).

Kürt sorununu yeniden düşünmek Yalçın DOĞAN-Hürriyet 17 Eylül 1930 Ödemiş. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt: "Özü Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da köle olmaktır." (s.126). Bu sözü üzerine Mahmut Esat Bozkurt, Adalet Bakanlığı görevinden alınıyor. Çünkü, 1 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal’in Meclis’te bir konuşması var: "Meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk, yalnız Kürt, yalnız Çerkez, yalnız Laz değildir, fakat hepsinden mürekkep (oluşan) samimi bir mecmuadır." (s.67). Buna rağmen, 21 Ağustos 1935’te İsmet Paşa’nın Kürt Raporu soruna dar güvenlik açısından bakıyor, devlet gücü ve baskıyla Kürtleri sindireceğine inanıyor. Bunun uzantısı olarak, Kürtlerin bir bölümü Batı bölgelerine gönderiliyor. (s.109). Tıpkı, 1990’lardaki köy boşaltmaları gibi. Oysa, daha 1922’de Kazım Karabekir, sorunu en iyi anlayan Milli Mücadele liderlerinden biri olarak, yönetimi uyarıyor, eğitim ve ekonomik önlemlerin yanı sıra, Kürtlere karşı anlayışlı davranılmasını öneriyor. (s.108). Ne var ki, 1930’larda başlayan ırkçılık politikası ile birlikte, işler çığrından çıkıyor. Günümüze kadar uzanıyor bu politika. Hem de, şiddetini koruyarak. BAŞBAKAN HAKLI Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, son zamanlarda Kürtler üzerine yazılmış en iyi kitapların başında geliyor. Mustafa Akyol’un kitabını, ders çalışır gibi titizlikte ve bir solukta okuyorum. Yukarıdaki alıntılar o kitaptan. Kitabın beşinci baskısı, Başbakan Erdoğan’ın Eve Dönüş Yasası ile ilgili sözleri ve onun yarattığı tartışmaya rastlıyor. Türkiye’nin hiç tartışmasız, bir numaralı sorunu terör ve teröristle mücadele. Buna bağlı olarak, Kürt Sorunu. Mustafa Akyol’un kitabından çıkan çok önemli bir ders var ki, son yıllarda benim savunduğum tez: Kürt Sorununun çözmek için ezber bozmak şart. Bu tez aslında, Başbakan Erdoğan’ın yaklaşımına da denk düşüyor. Her ne kadar, Erdoğan söylediği sözlerden, gelen tepkiler karşısında, geri adım atıyorsa da, özünde doğru ve haklı. Dağa çıkanı indirmek, dağa çıkmayı önlemek için artık farklı kararlar almak gerek. Akyol’un kitabı bu anlamda önemli. Kürt Sorununa devletin bakışını değiştirmek gerekiyor. Yani, ezber bozmayı. Kitap bas bas bunu bağırıyor. Çünkü, Cumhuriyet dönemi boyunca ezber hep aynı. Baskı politikaları, ekonomik paketler, köy boşaltmalar hep aynı. Baksanıza, daha 1922’de ekonomik paket var. DÖNE DÖNE AYNI YER Demek artık farklı bir politika gerek. Kaldı ki, günümüzde olayın vahameti, milliyetçi ilk Kürt Cemiyeti’nin kurulduğu 1918’den PKK terörünün başladığı 1984’e kadar geçen sürede yaşananların çok ötesinde. Teröristle mücadele silahla. Tamam. Ya teröriste ortam hazırlayan terörle? Bu yönde biri farklı bir adım atmaya kalktı mı, milliyetçi çığırtkanlar ayaklanıyor. Üstelik günümüzde yanlarına so-so-so- sosyal demokrat geçinen, bu konuda MHP’ye bile taş çıkartan CHP’ye bayrak taşıtarak. Dağdan indirmek için ne gerekiyor? Dağa çıkmalarını önlemek için ne gerekiyor? İspanya, İngiltere, Fransa BASK, İRA, Korsika sorunlarını nasıl çözüyor? Bizde hayal bile edilemeyecek, muhteşem demokratik açılımla. Çünkü, onlarda demokrasi var. İŞTE DEMOKRASİ Öyle bir demokrasi ki, örneğin İspanya’da derin devlet ETA terör örgütü ile mücadele amacıyla devlet içinde gizli bir örgüt kuruyor. Devletin bir aracı. Başka ülkelerde benzeri bolca var. Ancak demokratik devlet, derin devlet içindeki bu gizli örgütü fark ettiğinde, terörist örgütle mücadele için kurulmuş bile olsa, kuranları hapse atıyor, buna iki bakan dahil ve onlar halen hapiste. Bir yanda böylesine bir demokrasi, öte yanda, bizde biri ezber bozmaya kalktığında, hep birlikte linç politikası. O zaman çözemiyorsun, seksen yıldır çözemediğin gibi, çözemiyorsun. Üstelik sorun kangrene dönüşüyor. Kürt sorununu yeniden düşünenler baştan sona haklı. Yanlışlar dizisi Rauf TAMER-Hürriyet Kürt sorunu’nu çözmek için Türklerin ne yapması lâzım geldiğini bilen varsa beri gelsin. Herkes ağzında bir şeyler geveliyor. Kimin ne dediği anlaşılmıyor. *** Önce şu aldatmaca bitsin isterim. İş ve aş bulamadıkları için silahlanıp dağa çıktıklarına inanıyor musunuz? Bu masaldan kusmak geldi. Hiçbir terörist “fakir fukara olduğum için dağa çıktım” demediği halde bu kılıfı biz uydurduk. Tıpkı onun gibi pişmanlık yasası diyoruz. Ne pişmanlığı? Dağdakilerin veya ovadakilerin ağzından böyle bir kelime duydunuz mu? *** Bütün kavramları yanlış kullanıyoruz. Tek tük pişmanlık duyanlar varsa bile onları da itirafçı diyerek damgaladık. Ne demek itirafçı? Bize samimi geliyor ama dağdaki arkadaşlarına sorarsanız, her itirafçı bir muhbir demek, yâni bir hain. Öyleyse her itirafçıyı hedef haline getiriyoruz. *** Özetlersek... Türkiye 25 yıldır sınıfta kaldı. Çünkü... - Terörü bastıramadı. - Sebebini kavrayamadı. - Sonucunu kestiremedi. - Öfke’yle şefkatin dozunu ayarlayamadı. - Kelimeleri bile iyi seçemedi. En mühimi de: - Bu kör dövüşünü Türkiye, kendi yarı sahasında kabul etti. Halbuki DTP’ye bakar mısınız? En iyi savunma hücumdur taktiğiyle oynuyor.

BRÜKSEL- - Konga Gel Başkanlığı yayınladığı bir mesajla Kürtlerin takvimine göre Aralık ayının 13’ünden sonrasına rastlayan ilk cuma gününe denk gelen Cejna Êzî, (Ezidi bayramı) kutladı. Ezidi Bayramı’nın bin yıllardır Kürdistan’da yaşamın başlangıcı olarak bilindiği ve kutlandığı ifade edilen açıklamada, “Böylesi günler Barış, Özgürlük ve sevinç günleridir. Biz bu bayramın ülkemizde barış, kardeşlik ve toplumsal hoşgörüye vesile olmasını temeni ediyoruz’’ denildi. Kongra Gel Başkanlığı, başta Laleş’teki Ezidi din adamları ve toplum liderleri olmak üzere, Ezidi Kürtler ile tüm Kürdistan halkının Ezidi bayramını kutlayarak, barış, özgürlük ve mutluluk dileğinde bulundu.

Arkadaşlarımız soru sormak isteyince, 'Burada biz konuşuruz' diyerek, sözlerini kesti.

'Sağlık eğitimi' diye 'terör' konferansı Diyarbakır'da bir süre önce lise öğrencilerine yönelik düzenlenen 'terör' konulu konferanslar serisi devam ediyor. Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekiplerinin 13 Aralık'ta Diyarbakır Anadolu Lisesi'nde konferans düzenlediği öğrencilere, 'Sağlık eğitim verilecek' dediği iddia edildi. 'Görev başındayız Türk polisi' klibinin de izlettirildiği öğrencilerden bazılarının salondan çıkma talepleri ile soru sormalarının 'Burada biz konuşuruz' denilerek, reddedildiği ileri sürüldü. Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı'nın önergeleri doğrultusunda Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi tarafından okullarda yapılan 'terör' konulu konferanslar sürüyor. Eğitimciler tarafından tepkiyle karşılanan, buna rağmen devam eden konferanslar da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Öğrenci velilerine ve öğrencilere danışılmadan yapılan bu konferanslardan sonuncusu 13 Aralık'ta Diyarbakır Anadolu Lisesi'nde yapıldı. Anadolu Lisesi Konferans Salonu'nda yapılan konferans dolayısıyla ders ve sınavların iptal edildiği bildirildi. Konferansa katılan öğrencilere, 'Ailenizin teröre karşı sizi bilinçlendirmede etkili ve yeterli olduğuna inanıyor musunuz?', 'Öğretmenlerinizin teröre karşı sizi bilinçlendirmede etkili ve yeterli olduğuna inanıyor musunuz?' şeklinde istihbari bilgi vermeye dönük 27 sorunun yer aldığı anketler dağıtılırken, öğrencilerin anketlere tepki olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ı övücü sloganlar yazıldığı öğrenildi. 'Sağlık eğitimi' diyerek götürdüler Konferansa öğrencilerin 'Sağlık eğitimi verilecek' denilerek götürüldüğü ve bu duruma tepki göstererek, dışarı çıkmak isteyen öğrencilere ise izin verilmediği belirtildi. 'Görev başındayız Türk polisi' klibi izlettirilen öğrencilerin, zaman zaman anlatılan konulara karşı çıkışlarına ise polisin 'Burada biz konuşuruz' dedikleri iddia edildi. Konferansa katılan ve adının gizli tutulmasını isteyen lise 2. sınıf öğrencisi B., konferansa 'sağlık eğitimi verilecek' denilerek götürüldüklerini söyleyerek, 'Bize bir anket verdiler. Doldurmamızı istediler. Bir çok kişi tepki olarak en arka kısma 'Biji serok Apo' şeklinde slogan yazdılar. Konferansı veren bir bayan polis ile bir başkomiser idi. Dışarı çıkmak istedik. Ancak izin verilmedi. Biz bir arkadaşımla birlikte kapıdan çıktık. Ancak okul idaresi bizi görünce tekrar içeri aldılar' dedi. 'Ahmet Kaya'yı niye yasakladınız?' Konferans sırasında soru sormalarına izin verilmediğini de anlatan öğrenci, 'Bize Türkiye'de demokrasi ve özgürlüğü olduğunu söylediler. Bir arkadaşımız da, 'Özgürlük var diyorsunuz ama biz Ahmet Kaya'nın parçalarını okul da dinlediğimiz için, polis idarecileri uyarıyor. İzin vermiyorsunuz' dedi. Polis ise 'Hayır yok öyle bir şey. Kaya, terör örgütü bayrağı altına konserler verdi' şeklinde cevap verdi. Arkadaşlarımız soru sormak isteyince, 'Burada biz konuşuruz' diyerek, sözlerini kesti. Polis konuşuyordu kendisi bazen kendi sorduğu soruya yanıt veriyordu' dedi. B. adlı öğrenci, konferanstan dolayı öğrencilerin çok rahatsız olduğunu getirerek, 'Bize bir sürü şey söylüyorlar. Ama biz gerçeği de biliyoruz. Hayata Dönüş Operasyonu'nda yanan insanları üzerine bir şeyler söylediler. Gerçek nedir biz biliyoruz' dedi. 'Çıkmamıza izin vermediler' Lise son sınıf öğrencisi olan B. adlı bir başka öğrenci ise, okul idaresinin kendilerine konferansın konusunu söylemediğini anlatarak, şunları söyledi: 'Bize dediler ki, konferans var. Eğer 'terör' konulu olduğunu bilseydik, gitmezdik. Çıkmak isteyince de izin vermiyorlardı. Bize anket dağıttılar sonra bir kart verdiler. Kartta, 'Bir fincan çayımızı içmek için misafirimiz olursanız sizleri ağırlamaktan sevinç duyarız' yazılı kartlar verdiler. Öğrencilerin soru sormasına izin vermiyorlardı. 'Görev başındayız. Türk polisi' ile 'Çanakkale şehitleri' adlı iki film izlettiler. Sonra bir itirafçının konuşmalarını dinlettiler. Bize yapılan konuşmalarda, PKK'nin Avrupa'daki üst düzey yöneticilerden birinin eşinin yabancı olduğu ve çocuklarının isimlerinin de yabancı olduğunu anlattılar. Bir arkadaşımızda, 'İsmini verin' dedi. Bunun üzerine polis tepki gösterdi ve ismini veremedi.' Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü'nün daha önce de okullarda yaptığı bu tür konferansa eğitimciler tepki göstermişti. Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi, yaşananların 'öğrencileri ve aileleri fişleme' olduğunu belirterek, sorunun muhatabının öğrenciler değil, siyasi partiler olduğunu ifade etmişti. Eğitim Sen, olayın öğrencileri ajanlaştırmanın yanı sıra öğrencilerin şiddete yöneltildiğini de vurgulamıştı. DİYARBAKIR (DİHA)-HİKMET ERDEN

Başka çaremiz yok Büyükanıt Paşa! Hasan Cemal-Milliyet-Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt demiş ki: "İnsanlığın değer verdiği değerlerden biri insan hakları, ikincisi demokrasi, üçüncüsü özgürlük, dördüncüsü barış... Biz bu değerleri terörle mücadelede elimizden kaçırdık." Sormak lazım: Neden kaçırdınız bu değerleri? 1980'lerin Diyarbakır Askeri Cezaevi örneğinde olduğu gibi, Felat Beyler'e dışkı yedirilirse, insan hakları elbette kaçar elinizden... Bir Kürt sözcüğü, Kürdistan sözcüğü yüzünden insanlar terörist diye birkaç yıl hapse atılırsa, özgürlük elbette kaçar elinizden... Kürtçe'yi yasaklar, kamuya açık yerlerde Kürtçe dilinin konuşulmasını cezalandırırsan, demokrasi elbette kaçar elinizden... Kürt ana babadan doğan bebeklere Kürtçe isim konulmasını yasaklarsan, insan hakları elbette kaçar elinizden... Mezraların, köylerin yüzyılların ötesinden gelen Kürtçe isimlerini Türkçe'yle değiştirirsen, insan hakları elbette kaçar elinizden... "Kürt yok, Türk var!" ırkçılığını ve saçmalığını yıllar boyu devletin resmi politikası olarak izlersen, ders kitaplarına bile yazarsan, barış elbette kaçar elinizden... Yüzbinlerce insanı zorla evinden barkından edersen, onlara kendi yurdunda sürgün acısını yaşatırsan, insan hakları elbette kaçar elinizden... Yüzbinlerce insanın mezrasını, köyünü zorla boşaltıp yıkarsan, yakarsan, barış elbette kaçar elinizden... Kürtçe şarkı söylenmesini, Kürtçe radyo televizyonu, Kürtçe yayını yıllar boyu yasaklarsan, özgürlük ve demokrasi elbette kaçar elinizden... Sarı-kırmızı-yeşil renkleri bile Kürt renkleri diye tehlikeli sayarsan, bu renklerle giyinip kuşanıp mendil sallayarak eğlenen düğün salonlarını basarsan, hatta böyle düğünlerin sahiplerini karakola çekersen, barış elbette kaçar elinizden... "Devlet bazen rutin dışına çıkar!" zihniyetiyle terörle mücadelede hukuk dışılığa bulaşıp faili meçhulleri ya da Susurluk'ları hoş görürsen, insan hakları ve demokrasi elbette kaçar elinizden... 12 Eylül döneminin Diyarbakır örneğinde olduğu gibi hapishaneleri işkencehanelere dönüştürürsen, insan hakları ve barış elbette kaçar elinizden... Terörle mücadele adına hukuk dışılığa prim tanırken gazetecileri, insan hakları aktivistlerini 'andıç'larsan, insan hakları elbette kaçar elinizden... Ne yazık ki öyle. Bütün bunlar yaşandı. Frene basmak ve yaşananları soğukkanlı biçimde eleştiri süzgecinden geçirmek lazım. Bu bir görev! Geçmişin acıları bazen olgunlaştırır insanları. Geçmişten alınabilecek derslerle geleceğin barışını kurmak kolaylaşır. Daha fazla kan akmasın. Daha çok gözyaşı dökülmesin. Yeter bu kadar şehit cenazesi ve taziye çadırı. Artık silahı değil, siyaseti düşünmenin zamanıdır. Eğer barış ve demokrasiyi, insan hakları ve özgürlükler düzenini amaçlıyorsak, bir daha elimizden kaçırmak istemiyorsak başka çaremiz yok Büyükanıt Paşa...

'Dışkı davası' baş mağduru Kamil Müştak yaşamını yitirdi Şırnak'ın Cizre İlçesi'nin Yeşilyurt Köyü'nde 1989 yılında köyü basan jandarma ve özel harekat timi tarafından dışkı yedirilen Kamil Müştak, yakalandığı pankreas kanseri nedeniyle yaşamını yitirdi. Yaşamı ve mücadelesiyle bölgede örnek insanlardan biri olan ve son yaşanan 'dışkı yedirme' olayında AİHM'de görülen davalar ve bölge halkının yaşadığı baskıların sembolü haline gelen Müştak'ın kaybının kendileri için büyük bir acı olduğunu belirten Müştak ailesi, Kamil Müştak'ın gördüğü işkenceler nedeniyle yaşamını yitirdiğini söyledi. Şırnak'ın Cizre İlçesi'ne bağlı Yeşilyurt Köyü'nde 1989 yılının 14 Ocak'ı 15 Ocak'a bağlayan gece saat 02.00 sıralarında köydeki iki sıpa ve bir eşeğin karartıları nedeniyle Cizre Jandarma Tabur Komutanı Binbaşı Cafer Tayyar Çağlayan yönetiminde düzenlenen operasyonda Kamil Müştak ve köylülere dışkı yedirilmişti. Köy muhtarının da aralarında bulunduğu köylüler, işkenceye maruz kalmıştı. Olay sonrası Kamil Müştak, Köy Muhtarı Abdurrahman Müştak, Bahattin Müştak ve Abdullah Gündoğan yaşadıkları olay için uzun uğraşlar sonunda dava açmıştı. Davada dışkı yedirme olayını reddeden Jandarma Komutanı Çağlayan, 'kötü muamele' nedeniyle 3 ay hapis cezasına çarptırılmış, bu ceza da paraya çevrilerek ertelenmişti. Dışkı yedirme olaylarını mahkemelerin reddetmesinin ardından köylüler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurmuş ve Türkiye'nin 300'er Fransız Frangı para cezasına mahkum edilmesine vesile olmuştu. Türkiye'nin AİHM'de ilk mahkumiyeti olarak bilinen ve büyük yankı uyandıran olayın gündemleşmesinin ardından ANAP hükümeti döneminde İçişleri Bakanlığı yapan Abdulkadir Aksu, yaşananları 'Olacak o kadar' sözleriyle değerlendirmişti. Olayı yaşayanlardan Kamil Müştak'ın pankreas kanseri hastalığına yakalanıp yaşamını yitirmesinin ardından, olay bir kez daha gündeme geldi. Yaşamını yitirmeden önce yakınları ile konuşan Müştak'ın 'Bu işkenceler öldürecek beni' demesi dikkat çekerken, yakınları Müştak'ın işkencelerden dolayı yakalandığı hastalıktan kurtulamadığını söyledi. 'Bizi zaten öldürmüşlerdi hiç korkumuz kalmamıştı' Olayın mağduru ve Kamil Müştak'ın yeğeni eski köy muhtarı Abdurrahman Müştak, çok değerli bir insanı kaybettiğini ve halen bunun şokunu yaşadığını söyledi. 1989 yılında büyük bir olay yaşadıklarını hatırlatan Müştak, bu olaydan önce amcası Kamil Müştak'ın defalarca gözaltına alındığını, işkence gördüğünü söyledi. 1989 yılında amcası ve kendilerinin askerler tarafından köyün okuluna götürüldüğünü ve işkencenin ardından dışkı yedirildiğini hatırlatan Müştak, 'Saatlerce işkence yaptılar. Olayın ardından dava açtık. Büyük bir irade ile birlikte olayın takipçisi olduk. AİHM'de davayı kazandık. Dava sonuçlandı. Ancak bu süreç içerisinde büyük tehditler aldık. Tehdit mektupları alıyorduk. Bu mektupları mahkemeye de sunduk. Yaptıkları ile birlikte zaten bizi öldürmüşlerdi. Hiçbir korkumuz kalmamıştı' diye konuştu. 'Yaşam güvencemiz olduğuna inanmıyoruz' Davanın ardından bugüne kadar halen yaşam güvencelerinin olduğuna inanmadıklarını söyleyen Müştak, hangi nokta olursa olsun, hangi kimlik kontrolünden geçerken mutlaka tehdit edildiklerine dikkat çekti. Şu anda olayın kapandığı sanılsa bile halen tehditlerin devam ettiğine vurgu yapan Müştak, şunları söyledi: 'Amcam 2001 yılında yatağa düştü ve bir daha kalkamadı. Amcamın tüm hastalığı işkencelerden kaynaklanıyordu. Dışkı yedirme olayında kaburgaları kırılmış, iç organları zarar görmüştü. 3 kez ameliyat oldu. Son olarak Diyarbakır Devlet Hastanesi'nde ameliyat oldu. Ancak doktorlar artık yaşayamayacağını söyledi. Yaşamını alt üst ettiler. Son ameliyattan sonra 2 ay yataktaydı ve daha fazla dayanamayarak yaşamını yitirdi.' 'Olayın etkisinden kurtulamadık' 12 Eylül Askeri Darbesi'nden bu yana baskılara maruz kaldıklarını anlatan Müştak, şunları dile getirdi: 'Haziran'ın 1996 yılında koruculuk sistemi getirdiler. 3 yıl boyunca köyümüzü terk etmek zorunda kaldık. Cizre'de yaşadık. Ancak daha sonra köyümüzü yeniden kurarak döndük. Ancak yaşama şeklimizde hiçbir resmi işlem yaptıramıyoruz. Devlet hiçbir resmi işlemimizi yapmıyor. Köyümüzün yolu halen bozuktur. Defalarca başvurmamıza rağmen halen bu yollar yapılmadı. Biz rahat işlerimizi yapamıyoruz. Rahat bir uykumuz bile yoktur. Amcam çok iradeli bir insandı. İşkencenin yarattıkları tahribatlar nedeniyle fiziksel hastalığın yanı sıra o endişeyi her zaman yaşadı.' 'Özel Güvenlik Bölgesi' kabul edilecek bir şey değil' Türkiye'nin geçmişe gitmesini istemediğini ifade eden Müştak, faili meçhul, gözaltılar ve işkencenin her türlüsünün yaşandığı Türkiye'de tekrar 'Özel Güvenlik Bölgesi' ilan edilmesinin kabul edilmeyeceğini söyledi. İşkence mağduru olarak yaşadıklarını asla unutmayacağını belirten Müştak, 'Yeter artık, biz amcamızı kaybettik. Başka kimsenin yaşamını yitirmesini istemiyoruz. Demokratik Türkiye özlemimizin gerçekleşmesini istiyoruz' dedi. 'Bağırsaklarında ciddi tahribat oluştu' Kamil Müştak'ın 8 çocuğundan Bahattin Müştak ise, babasının dışkı yedirme olayının ardından ciddi şoklar yaşadığını anlattı. 2001 yılında babasının bünyesinin bu psikolojiyi daha fazla kaldırmadığını ve hastalandığını söyleyen Müştak, babasının çektiği tüm röntgenlerde işkence izlerinin ortaya çıktığını belirtti. Babasının kaburgalarının kırıldığını hatırlatan Müştak, 'Babamı tedavi eden doktorlar, röntgenleri gördükten sonra 'Sorun var ama ne olduğunu çözemiyoruz' cevabını veriyorlardı. İşkence izleri olduğunu onlara söyledik. Bağırsaklarında ciddi tahribatlar oluşmuştu' dedi. 'Bu işkenceler beni öldürecek' demişti Babasının yaşama ve düşüncelerine çok bağlı olduğunu anlatan Müştak, babasının ölmeden önce sürekli 'Bu işkenceler beni öldürecek' dediğini söyledi. Babasının tüm yaşamında fedakar biri olduğunu belirten Müştak, 'Yaşamını çevresi için adadı. Hep çevresindekilerin daha rahat bir yaşam sürdürmesini istiyordu. Tüm çabası bunun içindi' dedi. 'Askeri noktada her durdurulduğumuzda mutlaka tehditlere maruz kalıyoruz' diyen Müştak, 'Bize sürekli 'terörist' diyorlar. Ya da sürekli hakaret ediyorlar. Biz AİHM'deki davayı kazandık. Ama bizim vicdanımız hiç rahat olmadı. Bu davayı kazandık ama Türkiye hiçbir şey yapmadı' diye konuştu. Olaydan sonra sadece kendilerinin değil çocuklarının da etkilendiğini söyleyen Muştak, çocuklarımıza geçmişlerini geçmişte yaşadıklarını anlattıklarını ve etkisinin çocukların üzerinde de devam ettiğini söyledi. Türkiye'de yaşanabilir bir ortamın sağlanması gerektiğine dikkat çeken Müştak, OHAL'i aratmayacak uygulamaların tekrardan yaşama geçirilmek istendiğine vurgu yaptı. ŞIRNAK (DİHA) NESRİN YAZAR