KURDLER,ALMANLAR,TURKLER VE FASIZM Almanya’da yılda ortalama olarak dört bin, Neo Nazi grupların ise örgütlü olarak 2000-2006 yılları arasında toplam 80.967 ırkçı saldırı veya taciz gerçekleştirdiği saldırı veya tacize uğrayanların yüzde 75’nin Türkler olduğunu açıklamıştı. Aynı durumu İngiltere, Fransa, Hollanda ve İsviçre’de gözlemlemek de mümkün, hatta ırkçılığa bu denli hedef olan Türkiyeliler için Almanya başta olmak üzere birçok ırkçılık karşıtı protesto gerçekleşmiş ve bu gösterilere birçok Türkiyeli katılım sağlayarak ırkçılığı lanetlemişlerdir. Aynı telkinler geçmişten günümüze kadar Almanya’yı ziyaret eden Türk Başbakanları, Dışişleri Bakanlıkları, Kültür ve Turizm Bakanlıkları gibi yetkililerce de yapılmıştır. Dışişleri Bakanları başta olmak üzere birçok etkili ve yetkili kişi Solingen olayları nedeniyle yüzyılın en tehlikeli vebasını haklı olarak ırkçılık olarak tanımlamışlardı. Solingen katliamından günümüze kadar Türkiyelilere karşı girişilen ırkçı saldırılardan dolayı haber geçen Türk medyası ise doğal olarak ortak yayınlarında ırkçılığı lanetleyerek ‘Burası Avrupa; farklı kültür, yaşam biçimi ve dile tahamül edemediler’ gibi yorum ve manşetler kullandılar. Hürriyet, Milliyet gibi ulusal gazeteler başta olmak üzere Solingen’den başlayan ve günümüze kadar devam eden ırkçı saldırıları manşet ve sürmanşetlerine taşıyarak ‘Türkler korumasız ve sahipsiz’ ya da ‘Irkçılara göz yumuluyor’ gibi haber ve yorumlarda bulunuldu. Irkçı saldırılara tabii ki tepki sadece basın ya da Türk devlet otoritesinden gelmiyor, tepkilere Türk kökenli Alman milletvekilleri de katılıyor. Irkçı saldırıları şiddetle kınayan Yeşiller milletvekili Cem Özdemir, Ozan Ceyhun, Hakkı Keskin, Vural Öger, Nebahat Güçlü, Ayhan Özoğuz, Emine Bozkurt, Özcan Mutlu, Lale Akgün, Emir Kır, Mehmet Kaplan gibi şahsiyetler de çıktıkları televizyon programlarında veya yazılı basına verdikleri demeçlerde ortak görüş olarak, ırkçılığın bir Avrupa ayıbı olduğunu vurguluyorlar. Ağırlıkta Almanya, Avrupa ve Bulgaristan’da ayrımcılığa maruz kalan Türkler için Türk sivil toplum örgütleri ve aydınlar da ırkçılığa karşı birçok kez imza kampanyaları veya çeşitli aktiviteler düzenleyerek ırkçılığa karşı tepkilerini koymuşlardır. Aynı çevreler Özellikle ırkçı NPD partisi, Nasyonal Zeitung, Festival des Hesses gibi parti, organizasyon ve gazetelerde çıkan ‘Avrupa Avrupalılarındır Türkler defolsun’ ya da ‘Türk iş yerlerinde alışverişe son, bir Alman bin Türk’e bedel’ gibi slogan ve söylemlere yine haklı olarak şiddetli tepkiler vermişlerdir. Alman basınının gizli ırkçılık yaptığını belirten Türk kökenli Alman Parlamenterler, STÖ’ler ve çeşitli siyasi partiler bu ve benzer söylemlerin Almanya’da yaşayan başta Türkiyeliler olmak üzere yabancıları rencide ettiğini ve bu gibi faaliyet veya yayınların acilen yasaklanması gerektiğini vurgulamışlardır. Almanya’da en son kabul edilen ve Türk vatandaşlarının hedef alındığı söylenen ‘yeni yabancılar yasası’na ilişkin eski Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başta olmak üzere Almanya’daki Türk dünyası söz konusu olaylara ilişkin Almanya Başbakanı Angela Merkel’le görüşerek endişelerini şöyle özetlediler: ‘Bu yasa tamamen Almanya’da yaşayan Türkleri hedef alıyor. Yasanın kabulü tam bir felaket olur. Bu yasa aynı zamanda ırkçılığı da güçlendirir.’ Sonuç olarak Avrupa’da özellikle Almanya’da yaşayan Türkiyeliler son yirmi yıldır Alman ırkçıların hedefi olmaya devam ediyorlar. Irkçı saldırılardan dolayı birçok Türkiyeli dıştalanmış, onuru kırılmış, ağır fiziksel yaralar almış veya hayatlarını kaybetmişlerdir. Alman ırkçıların Türkiyeliler üzerinde estirdiği şiddeti şimdilik burada noktalayarak dikkatlerinizi konuyla bağlantılı farklı bir alana çekmek istiyorum. 6-7 Eylül İstanbul ve Türk basını Tarihe 6-7 Eylül olayları olarak geçen ve İstanbul’daki Rumlar başta olmak üzere Türkiye’deki azınlıkları hedef alan provokasyon hala hafızalardaki yerini koruyor. ‘İstanbul expres’ adındaki bir gazetenin ‘Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldı’ manşeti altında provakatif haberle birlikte Türkler sokağa dökülür ve Rumlara karşı saldırıya geçilir. 9 saat süren talanda yirmi Rum öldürülür, yüzlercesi ağır bir şekilde yaralanır. Aynı olaylarda 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika, 73 kilise ve mezarlıkları yakılıp, yıkılır. Türk medyasının provokasyonları bununla bitmiyordu şüphesiz. Elli yıl sonra 6 - 7 Eylül olayları ile ilgili açılan sergiye ilişkin yine aynı basın, serginin açılışını şişirmiş ve bunun sonucu sergiye yüzlerce insan saldırarak ‘Burası Türkiye, Hepimiz Türküz’ demişlerdir. Türk medyasının Maraş, Sivas, Çorum, Malatya ve Kürdistan’da otuzyıldır süren savaşta geliştirdiği provokasyonları görmek için arşivleri biraz karıştırmak yeterli olacaktır. ‘Emret komutanım’ Türk basını; mesela Kürt sorunu –özellikle askerlerin bildirilerine yansıyan anti Kürtçülük– olunca adeta hep bir ağızdan ‘emret komutanım’ tekmilinde birleşiyorlar. Bunun en önemli örneğini Genelkurmay Başkanlığı’nın 8 Haziran, 9-21 Ekim 2007 tarihinde yaptığı ‘TSK’nin beklentisi bu tür terör olaylarına karşı yüce Türk milletinin refleks göstermesidir’ açıklamalarından sonra gördük. Türk basını bir bütünen halkı sokağa dökmek için ciddi bir çaba içerisine girmiş ve milliyetçi kesimler başta olmak üzere toplumun önemli bir kesimini, yurtiçi ve dışında sokaklara dökmüştür. Hatta bununla da kalmayıp, sokakların nerelere akması gerektiğini yazıp çizerek gizli olan milliyetçiliği açığa çıkartmış ve yön vermiştir. Milliyetçiliğin Türk halleri Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde yaşayan Türk azınlıkların maruz kaldığı ırkçı, ayrımcı yaklaşımlara karşı gösterilen tepkiler, Türkiye’de veya başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde yaşayan ve son günlerde Türk ırkçılarının hedefi durumuna gelen Kürtlere gösterilemiyor. Açıktan açığa Türk konsoloslukların veya birtakım yasal, resmi Türk kurum ve kuruluşların organize ettiği ve Türk basınının yol göstericiliği ile devam eden gösterilere, Almanya veya Avrupa’da yaşayan sözde demokratik bazı çevrelerin, milletvekililerinin, aydınların ve sivil toplum örgütlerinin ses çıkartmaması oldukça düşündürücüdür. Bu aynı zamanda çifte standartlı bir yaklaşımdır. Alman ırkçılığını ve gösterilerini şiddetle kınayanlar, yine Almanya’da Kürtlere karşı geliştirilen Türk ırkçılığına karşı bırakalım eleştiri yapmak tam tersi Türk ırkçılığını meşru görme eğilimi göstermektedirler. 6 - 7 Eylül olaylarını şiddetle kınayanlar, Türk medyasının son zamanlarda Almanya’daki provokatif yayınlarına demeçler vererek destek vermektedirler. Irkçılığı renklere ayıran Türkiyeli sivil toplum örgütleri, milletvekilleri, medya temsilcileri vb kurum ve kuruluşlarnın Kürtlere karşı Türk ırkçılığını tarif edememeleri Türkleri hedef alan Alman ırkçılığını güçlendirmektedir. Doğu Almanya kökenli Neo-nazist ‘Unsere land Heldengedenken,Combat 18’ gibi yayın organları ve bazı gruplar, son dönemde gelişen Türk gösterileri için ‘Osmanlı bitti Kürdistan’a defolun’ yorumlarına yer vererek, Türk ırkçılığının Kürdistan’da yapılması gerektiğini dile getiriyorlar. DTP’ye saldırılara ses yok Yine son dönemlerde devlet eliyle harekete geçirilen sivil faşist çevreler DTP binalarına saldırılar düzenledi. DTP’li temsilciler hakkında ardarda soruşturmalar açıldı, incelemeler başlatıldı. Kürt sorununun çözümü için DTP’li milletvekilleriyle ortak hareket etmek yerine, halkın oyuyla parlamentoya seçilen vekillerin ‘PKK’yi terörist’ ilan etmesi ve Kürt halkına yönelik devlet terörünü onaylaması dayatıldı. DTP ne Kürt halkının özgürlük mücadelesinin adı olan PKK’yi ‘terörist’ ilan etti ne de Güney Kürdistan’a sınırötesi işgali ve Kürt sorununa şiddeti meşru kılan tezkereyi onayladı. Milletvekilleri, kendilerine yönelik saldırılara karşı direndi ve direnmeye de halen devam ediyor. Peki, Almanya’da ya da başka yerlerde Türklere yönelik ırkçı uygulamaları eleştirenler, tepki gösterenler DTP’ye karşı bunca saldırı yapıldığında neredeydi? Neden bu saldırılar karşısında sesini çıkarmadığı gibi destek oldu? Türk ırkçılığının bilançosu Alman ırkçıların yıllardır Almanya’da yaşayan Türkiyelilere verdiği mal, can, ekonomik, sosyal ve psikolojik zararlara ne yazık ki bundan muzdarip olmamış Türk ırkçıların yine Almanya’da yaşayan Kürtlere verdiği zaiyatları eklendi. Türk ırkçıların Avrupa’nın değişik merkezlerinde yaptığı gösteri ve saldırılardaki zaiyatı sıralayacak olursak: Avusturya’nın Viyana, İnsburck, Salzburg, Brengez şehrinde 3, Fransa’nın başkenti Paris’te 13, Almanya’nın Berlin, Köln, Dortmund, Wuppertal, Hannover, Münih, Frankfurt, Heilbron ve Abstatd şehirlerinde 18, Hollanda’nın Denn Haag, Utrecht şehirlerinde 2, İsveç’in başkenti Stockholm, İngiltere’nin başkenti Londra, Belçika’nın başkenti Brüksel’de ise toplam 21 Kürt uğradıkları saldırılar sonucu yaralanmıştır. Aynı merkezlerde yine Kürtlere ait dernek, cami, lokal ve iş yerlerine saldırılarda bulunulmuştur. Söz konusu saldırılarda ve gösterilerde ‘Kahrolsun PKK, Kırolar mağaralara, Türkiye kardeştir Kürtler kalleştir, Cana can intikam, Bir asker yüz Kürt’e bedel’ gibi sloganlar atılmış veya dövizler taşınmıştır. Yine Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yayın yapan milliyetçi yayın yapan birçok internet sitesi, yayın organı veya radyo yaptıkları yayınlarda, Avrupa’daki Kürt işyerlerini boykot çağrılarının yanı sıra Kürdistanlıların düzenleyecekleri yürüyüş ve eylemlerin polise ihbar edilmesi gerektiği şeklinde yönlendirerek, provokasyonlara davet çıkarıyorlar. Tüm bunları cesaretlendirenlerin başında ise Hürriyet ve Milliyet gazetesi olmak üzere değişik dergi ve gazeteler geliyor. Almanya’daki Türk milliyetçiliğini ise yine Hürriyet gazetesi 7 Kasım 2007 tarihli sürmanşette verdiği Ahmet Külah’ın haberiyle tastikliyor. Haberin spotu ise aynen şöyle: ‘Aralarında Almanya’da doğup büyüyenlerin de bulunduğu 4 bine yakın Türk, geçen yıl sınırdışı edildi. Cezasını çekip sınırdışı edilen Türklerin ‘iki kez cezalandırılmasına’ sivil toplum örgütleri tepki gösterdi. Geçen yıl 484’ü yabancı düşmanı toplam 17.597 suç işleyen aşırı sağcılar ise sadece hapis cezası aldı.’ Cem Özdemir demokrasisi Yıllardır Alman ırkçılığına karşı mücadele veren Türk kökenli Alman milletvekilleri Türkiye ve Avrupa sokaklarına dökülerek, Kürtleri tahrik eden Türk milliyetçiliğine yine 6-7 Eylül İstanbul olaylarının provasını yapan Türk medyasına karşı tam bir sessizlik sergilediler. Sessizliğin ötesinde bu gösterilere ya katılarak ya da basına demeç vererek destekler sundular. Beklenilen tarafsız ve olayları yatıştırmaya yönelik söylemlerken, tam tersi bir durum izlenildi. Son on yıldır Avrupa’nın değişik merkezlerinde barışcıl yürüyüşler ve aktiviteler düzenleyen Kürtler hiçbir Türk’ün kılına zarar vermemiştir. Bu gerçek başta Almanya, Fransa ve İsviçre istihbarat örgütlerinin raporlarında yer almasına rağmen Alman Yeşiller Partisi Avrupa Parlamentosu üyesi sayın Cem Özdemir, 30 Ekim 2007 tarihinde Türk ırkçıların gösterilerinin tartışıldığı bir televizyon programında Sayın Özdemir, ’PKK bir terör örgütüdür ve Almanya’da yasak olmasına rağmen faliyetlerini sürdürüyor. Uygulama yetersiz. Daha etkin önlemler alınmalı’ diyerek yasakçı zihniyetini ve çifte standart yaklaşımını tescil ediyor. Almanya’da Türkiyelilere karşı uygulanan ırkçı saldırılara dur demek Türk milliyetçilerin Kürtlere saldırısına dur demekten geçiyor. Almanya’da Türkçe anadil hakkını istemek, Türkiye’de Kürtçe anadil hakkını istemekten geçiyor. Almaya’da çıkarılan ve antidemokratik uygulamalarla Türkleri mağdur eden yeni yabancılar yasasına karşı çıkmak Türkiye’de şarkısını söyleyemeyen söylese bile cezai yaptırımlar alan Kürtlerin mağduriyetini gidermekten geçiyor. ‘Almanya Almanlarındır’ diyen bir Alman milliyetçiye öfkelenmek, ‘Türkiye Türklerindir’ logosuna öfkelenmekten geçiyor. Diz boyu çifte standartlara sessiz kalmak veya görmezlikten gelmek Almanya’da yaşayan Türklerin haklarını meşru kılmayacaktır. ‘Türkiye nasyonalizmi geliştiriyor’ Tarih Profesörü Roman Rondinone Albert, Türkiye Cumhuriyeti’nde ırkçılığın, milliyetçiliğin gelişimini gazetemize değerlendirdi. Türkiye’de ırkçılığın gelişiminin ideolojik yanından ziyade sosyolojik olarak irdelenmesi gerektiğini belirten Prof. Albert, Türkiye’nin içe dönük nasyonalizmi geliştirdiğine dikkat çekiyor. Prof. Albert’in bu konudaki değerlendirmesi şöyle: “Milliyetçilik (nasyonalizm) en kaba tabiri ile bir millet ve onun menfaatlerine bağlılıktan esinlenen ve milleti siyasi organizasyonun temel birimi olarak kabül eden, dil tarih, kültür birliğine dayalı ulusun ve devletin mutlak temel bir değer olduğunu kabul eden anlayış olarak da tarif ediliyor. Bunun bir idelojik yapı teşkil edip etmediği tartışılır. Fakat önemli olan etnik milliyetciliğin kültürel milliyetçilikle önemli oranda çakışmakla beraber, ayrı olmaya ve başkalarından ayrılmaya daha fazla vurgu yapmasıdır. Abartılması etnik milliyetçilik, kültürel milliyetçiliğin unsurlarını yansıtmak bakımından zayıflar ve ırkçılığa doğru gider. Osmanlının kültürel ve siyasal gelenekleri üzerine oturan TC, Osmanlı’nın aksine kendi içindeki farklılıkları kabul etmeyerek nasyonal bir çizgiyi benimsedi. Tek devlet, tek bayrak, tek dil ideolojik yapısıyla içe dönük milliyetçiliği geliştirdi. Bunun en önemli nedeni ise cumhuriyetin gerektiği gibi (faklılıklarını kabul etmeyerek) sağlam temeller üzerinde inşa edilmemesi ve buna bağlı olarak militarist anlayışın toplum üzerinde egemen kılınması olarak gelişti/geliştirildi. Türk nasyonalizminin kendi başına bir ideolojisi olmadığı için gelişkin milliyetçi ideolojileri kendisinde örnekleyerek nasyonalizmi Anayasası’nın temel maddeleri arasına aldı ve güçlendirdi. Yani milliyetçi hukuk/milliyetçi özgürlük gelişti. Cumhuriyetin kuruluş dönemi içinde bunu anlamak mümkün lakin korkular üzerinde gelişen cumhuriyet kendisini reforme edemeyince Türk nasyonalizmi Çin seti önünden geri dönemedi. Temelleri ilköğretim döneminde başlayan ‘Bir Türk dünyaya bedeldir, Ne mutlu Türküm diyene, Türkiye Türklerindir, Her Türk asker doğar’ gibi daha çok duygu yüklü söylemler veya sloganlar biliniyor ki kendine güvenmeyen, zayıf toplumlar için geçerli olur. Yani ‘Fransa, Fransa’nın’ veya ‘Amerika Amerikalılarındır’ demek sokakla uyuşmaz ve bu söylemler fazla geçerli olmaz. Geniş bir şekilde açılım gerektiren ‘nasyonalizim’ ve buna bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişimi ve üzerine oturduğu değerlerin irdelenmesi gereğini ‘geniş konudur’ itibariyle geçiyorum. Yukarıda kısaca özetlediğimiz gerçekler doğrultusunda yola çıkarsak günümüzdeki Türk gösterilerini anlamakta zorluk çekmeyiz. Bunun ideolojik olduğunu düşünmüyorum. Sosyolojik gelişim bakımından ele alınması daha doğru olur. Bu ve benzer kalkışmaların politik duygularla beslenmesi ve buna bağlı olarak yönlendirilmesini toplumsal bir akım olarak değerlendirmek yanlış olur. Aynı toplulukları resmi otoritelerin iki aylık aksi propagandalarla yönlendirmesi durumunda bambaşka bir manzara ortaya çıkacaktır. Tüm bunların Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında ve sonrasında sosyolojik ve politik nasyonalist yapıyı dıştalamadığını belirtmekte yarar var.” ALİ ONGAN YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

0 Yorum: