Ergenekon yeni saldırı konseptinin parçası

cemilbayikcuma Ergenekon operasyonunun Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı başlatılan yeni mücadele konseptiyle ilgili olduğunu söyleyen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, 'Ergenekon operasyonu esas olarak da ABD ve AB'ye 'sizin rahatsız olduklarınızı biz etkisizleştiriyoruz, siz de bize PKK konusunda tam destek verin' anlamına gelmektedir' dedi. Bayık, çetecilerin sadece AKP'ye darbe girişimi konusunda yargılanacaklarını belirterek, 'bu nedenle generallerin tutuklanması demokratikleşme adımı olmadığı gibi, Kürt sorununun çözümü için olumlu bir gelişme de değildir. AksinePKK'den başlamak üzere Kürtlerin özgürlük özlemlerini bastırmak için saldırılar bundan sonra daha da arttırılacaktır' diye konuştu. Bayık, ABD ve Almanya'nın tutumu, Kürt Özgürlük Hareketi'nin saldırılara karşı hazırlık düzeyine yönelik soruları yanıtladı.
Türkiye'de oldukça karışık siyasal bir süreç yaşanıyor. Bu karmaşık sürecin ardından Kürt sorununda çözüm ne kadar mümkün?
Türkiye, Erdoğan-Büyükanıt Dolmabahçe uzlaşması ardından yeni bir politik doğrultu tutturmuştur. Esas olarak bizim tasfiyemiz üzerinden uzlaşmalar olmuştur. 2007 yazı ve sonbaharında tüm siyasi ve toplumsal güçler bizim tasfiyemiz için bu uzlaşmaya destek vermişlerdir. Bize karşı oluşturulan bu siyasi mevzilenmelerin dış boyutu, 5 Kasım'da Erdoğan-Bush görüşmesiyle tamamlanmıştır. Askeri operasyonların Kuzey Kürdistan'da yoğunlaştırılması, siyasi baskı ve psikolojik savaşla irademizin kırılamayacağı anlaşılınca, ABD istihbaratlı yoğun hava saldırıları yapıldı. Bunlara karşı direnme irademizi daha da keskinleştirerek karşılık verdik. Çok boyutlu bu saldırıları boşa çıkarmak için 'Êdî Bes e' hamlesini başlattık. Başta kadın ve gençlik olmak üzere, halkımızın güçlü bir biçimde ayağa kalkışı, tasfiye hareketine karşı gerillanın Zap'ta gösterdiği direniş; Büyükanıt-Erdoğan uzlaşması ve Erdoğan-Bush anlaşmasının oluşturduğu siyasi ilişki ve bunun öngördüğü hedefleri sonuçsuz bırakmıştır.
Bu durum, Kürt Özgürlük Hareketi'nin tasfiyesi ekseninde gelişen ilişkileri temelsiz bırakmıştır. Ulusalcı çevreler, gerillayı ve PKK'yi tasfiye konseptinden bir sonuç alınmayınca, AKP'nin devlet içine yerleşmesini geriletmek için, kapatma davası açmışlardır. AKP ise, devletin asker-sivil bürokrasisini ikna etmek için Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı politikalarını sertleştirmiştir. Böylece ordu ve diğer güçlerle PKK'yi tasfiye etme üzerinden yeni bir anlaşma aramaya başlamıştır. PKK karşıtı diplomatik görüşmelere hız vermiş, çeşitli iç ve dış güçlerin desteğini alma çabası yürütmüştür. Sonuçta orduyu ve bazı çevreleri, ABD'yi ve Avrupa'yı rahatsız eden, bizi de iktidardan düşürmek isteyen katı tutum yanlılarını etkisizleştirirsek, PKK konusunda dış güçlerin desteğini daha fazla alırız, biçiminde ikna etmiştir. Biz de AKP iktidar olarak daha fazla çalışarak PKK'yi tasfiye edebiliriz, demişlerdir.
Bazı generallerin tutuklanması, devlet içindeki bazı sivriliklerin törpülenmesi esas olarak da, Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı başlatılan yeni mücadele konseptiyle ilişkilidir. Dolmabahçe'deki ittifakın bir benzeri Erdoğan-İlker Başbuğ arasında olmuştur. Nitekim generallerin tutuklanması ve Ergenekon denilen operasyon bu görüşme sonucu gerçekleşmiştir.
Türkiye geçen dönemdeki başarısızlıktan sonuç çıkarıp Kürt sorununda demokratik çözüm arayışına girme yolunu tercih etmedi. Zaten devlet içinde kim hakim olacak savaşını yürütenlerin böyle bir çözümü düşünmeleri söz konusu olamazdı. Bu ortamda AKP kendini kabul ettirme çabalarına girerken, başta ordu olmak üzere inkar ve imhacı güçler ise yeni bir PKK tasfiye planı yapma çabası içine girdiler. Erdoğan ve Başbuğ görüşmesi, her iki tarafın bu tür çabalarının siyasi olarak kesişmesi sonucu ortaya çıktı.
Gelinen aşamada Kürt sorununun çözümü gibi bir politika Türkiye'nin gündeminde yoktur. Önümüzdeki dönem Türk devletinin askeri ve siyasi saldırıları ile geçecek; Kürt özgürlük hareketi de bu tasfiye konseptine karşı direnecektir. Kürdistan'da bir çözüm bu tür tasfiye politikalarının boşa çıkarılmasından sonra gündeme gelir. Kürt halkının başta Kuzey Kürdistan olmak üzere özgürleşme imkanları ve fırsatları her zamankinden daha fazla artmıştır. PKK'nin gücü bugün Kürt sorununun çözümünü dayatacak düzeydedir. Eğer halkın ve gerillanın direniş imkanları iyi değerlendirilirse, demokratik bir çözüm gerçekleştirmek mümkün olacaktır.
Peki böylesine saldırıların yoğunlaştığı bir süreçte örgütünüzün durumu, tedbirleriniz ne düzeyde?
Dünyada en zorlu savaşın inkarcılığa karşı olduğunu yaşayarak öğrendik. Türkiye 'şu anda ABD'nin bölgedeki durumu zor ve İran'a da müdahale etmek istiyor, bu nedenle ben kendimi tümden ABD'nin politikasına uyarlarsam, PKK'yi tasfiye etmede tam destek alırım' demektedir. ABD'nin politikalarını kabul edersek 'ABD, KDP ve YNK'yi PKK'nin üzerine salar, böylece biz de bu sorundan kurtuluruz' hesabı yapmaktadır. Türkiye'deki Ergenekon operasyonu esas olarak da ABD ve AB'ye 'sizin rahatsız olduklarınızı biz etkisizleştiriyoruz, siz de bize PKK konusunda tam destek verin' anlamına gelmektedir. Bazı generallerin tutuklanması, AKP ile ordunun yaptığı uzlaşma sonucu gerçekleşmiştir. AKP'ye yönelik düşünülen darbe girişimi dışında bu tutuklananlara herhangi bir soru sorulmayacak ve başka olaylar ve konular hakkında yargılanmaları yapılmayacaktır. Bu nedenle generallerin tutuklanması demokratikleşme adımı olmadığı gibi, Kürt sorununun çözümü için olumlu bir gelişme de değildir. Aksine sadece PKK'yi değil, PKK'den başlamak üzere Kürtlerin özgürlük özlemlerini bastırmak için saldırılar bundan sonra daha da arttırılacaktır. Erdoğan ve emekliye ayrılacak Yaşar Büyükanıt'ın uzlaşması, hava saldırıları ve kara operasyonunu beraberinde getirmişti. Erdoğan ve yeni Genelkurmay Başkanı olarak İlker Başbuğ arasındaki uzlaşma, hareketimize karşı saldırıların daha da boyutlanması biçiminde pratikleşecektir.
Biz Ortadoğu'da dengelerin yeniden kurulmaya çalışıldığı süreçte mücadelenin çok boyutlu ve karmaşık hale geldiğinin farkındayız. Türk devleti bu süreçte tüm siyasi diplomatik ve askeri imkanlarını kullanarak mücadelemizi tasfiye etmeye çalışacaktır. ABD ve Güney Kürdistanlı siyasi partilerle bizleri karşı karşıya getirmek için her yolu deneyecektir. Çünkü Türk devleti on yıllardır edindiği tecrübeyle gerillayı tek başına yenemeyeceğini öğrenmiştir. Biz tabii ki hazırlıklarımızı en kötü duruma göre yapıyoruz. Türk devleti Kürt sorununun çözümünde makul adımlar atmazsa, ne kadar saldırırsa saldırsın koşullar ne olursa olsun direneceğiz. Kimliği, dili, kültürü reddedilen, kendi kimliği ile örgütlenmesi ve iradesi reddedilen bir halk, koşullar ne olursa olsun direnmesini bilir. Bu açıdan PKK'nin direnme dinamiklerini hiç kimse bastıramaz. Yeterki bu halk kendisi için mücadele eden ciddi bir gücün var olduğunu bilsin. Kaldı ki PKK toplumsallaşmış ve halk içinde bir direniş kültürü haline gelmiştir. PKK, kökü kazılacak bir hareket değildir. Bugüne kadar direnerek ayakta kalmış ve gelişmeler yaratmıştır. Bundan sonra da direnecektir. Zaten bundan başka seçeneği de yoktur. Kürt halkının ve özgürlük hareketinin durumu, Tarık Bin Ziyat'ın İspanya seferine benzemektedir. Türkiye 'ya teslim olacaksın, ya teslim olacaksın' diyor. Hiç kimse kendini kandırmasın, bugün Türkiye'de bazı sınırlı hakların varlığı bile mücadelemizi tasfiyede kullanılan araçlar olarak kullanmaktadır. PKK tasfiye olursa, diğer tüm güçleri teslim alıp etkisizleştireceğini düşünmektedir. Bu nedenle tüm gücünü sadece ve sadece PKK'nin tasfiyesi üzerine kurmuştur.
Şu anda halkımızın Önderliğine ve örgütüne bağlılığı en üst düzeydedir. Hareketimiz, Önderliğin esareti ve tasfiyeciliğin yarattığı sarsıntıyı aşmıştır. Hatta bazı çürütücü ve geriye çekici öğelerden arınması, örgütümüzü yeniden daha etkili mücadele eder hale getirmiştir. Gerillamız bugün Akdeniz'den Karadeniz'e her yere uzanmıştır. Kürdistan'ın her coğrafyasında gerillamız bulunmaktadır. Katılımlar geçen yıllara göre artış göstermiştir. Eğer gerilla alanlarına gelişlerde sıkıntılar olmazsa, kısa sürede bugünkünden beş kat daha fazla büyüme sağlanabilir. Biz, her türlü saldırıya hazırız. Hiçbir zaman kendimizi kolay mücadeleye ve kolay başarıya alıştırmadık. PKK, zor koşullarda mücadele eden örgüt anlayışına ve kadro tarzına sahiptir. Bu nedenle şöyle zorluk olur, böyle zorluk olur, bunlar hiçbir zaman bizleri ürkütmez. Zaten Kürdistan'da zor koşullarda mücadele etme tarzını içselleştirmemiş hiçbir hareket başarılı olamaz.
Bugün imkanları az bir hareket de değiliz. Tüm Kürdistan parçalarındaki halkımızın maddi ve manevi desteği bize güç vermektedir. İnkarcı sömürgeci devletler artık kendi sınırları içindeki Kürt özgürlük mücadelesini ezme şansını kaybetmişlerdir. İran artık kendi Kürdünü ezemez. Bu durum, tüm Kürdistan parçaları için geçerlidir. Biz tabii ki askeri, siyasi ve örgütsel olarak her türlü saldırıya hazırız, Kürdistan halkının tüm parçalarda ulaştığı özgür ve demokratik irade olma düzeyi, bize her türlü zorluğu aşma ve saldırıları boşa çıkarma azmi ve gücünü vermektedir.
'ABD Türkiye'yi kullanıyor'
ABD bir süre önce hareketinizi uyuşturucu kaçakçılığı yapan örgütler listesine aldığını açıkladı. Son olarak da Almanya'nın Roj TV'Yi yasaklama girişimi gündemde. Uluslararası alanda hareketinize ve Kürt halkına karşı ne gibi bir plan yürütülüyor?

PKK öncülüğünde Kürt Özgürlük Hareketi'nin uyuşturucu kaçakçılığı ile uğraştığına ne ABD hükümeti ne de ABD ve Avrupa'da tek bir sorumluluk sahibi kişi inanır. PKK'nin bu işlerle uğraşmadığını en iyi ABD ve AB bilir. Aksine Kürt özgürlük hareketi bu tür iş yapanları, bu işlerden vazgeçirme tutumu içindedir. Tabii ki Kürtler içinde bu işi yapanlar vardır. Ancak PKK'nin bu tür iş yapanlara olumsuz yaklaştığı da bir gerçektir. Hatta Türk devletinin gençlerin PKK ile ilişkilenmemesi için gençleri bu yola teşvik ettiği bilinmektedir. Bingöl'de gençlerin uyuşturucu kaçakçılığına bulaştırılmasında devletin eli vardır. Bingöl gençliğinin PKK'den uzak durması için bizzat devlet politikası olarak, uyuşturucu kaçakçılığına göz yummaktadır. Bu gençlerin uyuşturucu kullanmaya teşvik edildiği de bilinmektedir. Gerçek bu iken, ABD'nin bu gerçeğin tersi olarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni bu işlerle ilgili göstermesi, tamamen çok çirkin bir iftiradır.
ABD, Türk devletini uyuşturucu kaçakçılığı ile mahkum etmesi gerekirken, Kürt özgürlük hareketini suçluyor. Böylece Kürtlerin uluslar arası alandaki imajını kötüleme çabasına ortaklık yapmış oluyor. Uyuşturucu kaçakçılığı ve kullanımı ile suçlanması gerekenler varsa, bunlar Türkiye ve İran olmalıdır. İran'ı çok bilmiyoruz, ama Türk devletinin bu kaçakçılıktan milyonlarca dolar kazandığı kesindir. Belki resmi ortak değiller, ama göz yumarak ve haraç alarak milyarlarca dolar elde ediyor. Bununla, Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşı finanse ediyorlar. 1990'lı yıllarda Tansu Çiller Başbakan iken, uyuşturucu kaçakçılığına göz yumduğu ve kirli savaşın finansını böyle sağladığını biliyoruz. Avrupa istihbarat örgütlerinin raporuna bunlar yansıdı ve Türk devleti bu konuda uyarıldı. Türk devleti bugün de kirli işlerden gelir elde ederek, Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşta, ekonomisinin çökmesinin önüne geçmeye çalışıyor.
ABD'nin, Türk devletini suçlama yerine Kürt özgürlük hareketini suçlaması, tamamen siyasi nedenlerledir. Türkiye'yi memnun etmek ve bölge politikasında kullanmak için böyle davrandığı açıktır. Öte yandan başka nedenlerden dolayı Türkiye'de Amerika'ya karşı duyulan tepkiyi de böylece azaltmaya çalışıyor. Örneğin, ABD'nin Güney Kürdistanlı güçlerle ilişkisinden Türkiye rahatsızdır. Bu temelde suni bir ABD karşıtlığı geliştiriliyor. ABD, bu rahatsızlığı gidermek, ya da azaltmak için PKK'ye karşı bu tür düşmanca kararlar alıyor. Dünyada her güç Türkiye'nin PKK karşısında çok zorlandığını biliyor. Bu nedenle Türkiye'den bir şey koparmak isteyen herkes, PKK aleyhinde bir şeyler yaparak bu hedefine ulaşmaya çalışıyor. Nitekim PKK konusunda destek almak için Türkiye'nin satılmayan hiçbir maddi ve manevi değeri kalmamıştır.
Almanya'nın Roj TV'yi kendi ülkesinde yasaklaması ve bunu diğer ülkelere de dayatması benzer nedenledir. Türkiye Roj TV'den de çok rahatsızdır. Almanya, Roj TV'yi kapatarak istediği bazı şeylerin Türkiye tarafından yapılmasını istemektedir. Roj TV'yi kapattım, sen istediklerimi yaparsan, PKK konusunda daha başka şeyler de yaparım, mesajını vermiştir. Uluslararası güçler açısından, özellikle de Ortadoğu söz konusu olduğunda dış politikada ahlaki ilkeler fazla yer etmez. Bu coğrafyada dış politika bir yönüyle de al gülüm ver gülüm biçiminde yapılıyor. Roj TV konusunda Türkiye Almanya'ya birçok şey vermiştir. Bu yasaklamanın arkasında ABD'nin de olduğu açıktır.
Yani ABD, Ortadoğu planlarını hayata geçirebilmek için baskı politikasını uyguluyor...
ABD, Türkiye'yi başta Irak ve İran olmak üzere, Ortadoğu politikasında kullanmak istiyor. Kerkük konusunda referandumu erteleyerek nasıl ki Türkiye ve diğer güçleri memnun etmek istiyorsa, PKK'nin uyuşturucu kaçakçılığı ile ilişkilendirilmesi ve Roj TV'nin yasaklanması da aynı mantıkla yapılmaktadır.
Herkes bilmelidir ki Ortadoğu'da siyaset, hak adalet ölçüleri ile yapılmıyor. Dış güçler Ortadoğu'daki tüm politikalarını siyasi ve ekonomik çıkarlara göre şekillendiriyorlar. Tabii ki siyasi aktörlerin gücü bu politikaları etkiliyor. Hatta esas olarak güç dengeleri politikalarına yön veriyor. PKK ile dış güçler arasındaki ilişkiyi de bu siyasi konjonktür belirliyor. Bugün Ortadoğu'da Kürtler siyasi bir güç oldular. Bu gücün içinde PKK de önemli bir yer tutuyor. Özellikle Kürtler arası ilişkilerin giderek düzelmesi, Kürtleri politik olarak daha etkin ve dikkate alınır hale getirmiştir. Ancak ABD ve AB'nin Türkiye açısından bir Kürt çözümünü destekleme konumları bulunmuyor. Sorunun varlığını reddetmeseler bile bir çözüm anlayışları yoktur. Mevcut durumda Türkiye ile ilişkileri önemsiyorlar. Türkiye de kendini bu güçlerin politikasının bir parçası haline getirerek Kürt özgürlük hareketini ezmek istiyor. Karşılıklı birbirini kullanma politikası var. Bu çerçevede ABD ve AB, PKK'yi tümden karşıya alma politikası içinde olmasalar da, belirli bir baskı ve kısıtlama politikası izliyorlar.
Kürt halkı artık Kürtler arası bir çatışmayı istemediği gibi, Kürt siyasi güçlerin birbirlerine destek vermesini istiyor. Bu nedenle dış güçlerin Kürtleri birbirine karşı kullanma durumu eskiye göre çok zayıflamıştır. Uluslar arası güçler, PKK'nin öncülük ettiği Kürt Özgürlük Hareketi'nin bölgede yürüttüğü politikalara ve kurduğu ilişkilere sıkıntı çıkarmasını istemiyor. Örneğin biz mücadele verdiğimizde Türkiye ilişkileri sorunlu oluyor. Ancak Kürt sorunu çözülmediği müddetçe bizim mücadeleyi bugünkü pozisyondan geriye çekmemiz düşünülemez. Politika ve politik ilişki, sadece savaş ya da olumlu ilişki değildir. Bu güçlerle bazen azalan, bazen artan bir gerilim içinde olacağımız anlaşılmaktadır. Bunu yaratan da bizim değil, onların çözümsüz politikalarıdır.
AGİT ERDAL - Yeni Özgür Politika

0 Yorum: