Der Spiegel : Cennet Kürdistan da mıydı?

Arkeologlar Kürdistan da 11 000 yıl önce yaşanmış taş devrinin “ Altın çağına ait” izler ortaya çıkardılar. Ceylan avcıları orada ihtişamlı tapınaklar inşa ettiler ve cennet bahçelerinde ki gibi yaşadılar. Bu ididaya göre Adem gerçekten yaşadı, mecazi anlamdaki bu günah halinde bir gerçek gizli idi. İngiliz araştırmacı David Rohl “ Efsane” adlı kitabında Adem`in İran`ın kuzeyinde Urmiye gölünün yakınlarında yaşadığını iddia etti. Rohl Londra da Sumer çivi yazısıarşivinde araştırmalar yaptı. O İncil deki coğrafik bilgileri kontrol ettikten sonra Jipini Kurdistan`a doğru sürdü. Rohl`un bulgularına göre Cennette 4 tane akarsu vardı ve bunlardan ikisi Fırat ve Dicle idi. Rohl`u en çok heyecanlandıran şey onun Adem`in ilk defa Fırat ve Dicle`nin yukarı hafzasında tahıl öğüttüğü, bilgisine ulaşması oldu. Burası ilk defa tarım yapılan yer idi. Son zamanlarda araştırmacılar bu “ Neolitik Devrim” hakında bazı bilgilere ulaştılar. Bu bölge Turkiye, Iran ve Irak sınırlarindaki Toroslar ve Zagros dağları arasındaki bölge idi. Burada 11 000 yıl once bir medeniyet son buldu ve başka bir medeniyet başladı. O zamana kadar göçebe ve avcı olan Homo Sapiens av silahlarını attı. Bir milyon yıldan fazla insanlar herşeyden önce ormanfilleri ve denizatlarını öldürdüler ve onların etleri ile beslendiler. O bir goçebe olarak vahşi hayvanlar gibi ağaç kovuklarında yaşıyordu. Şimdi aniden insan, keçileri ve koyunları ağıllarda zaptetmeye ve domuzları evcilleştirmeye başladi (MÖ 8400). O kulube ve yatağı, seramikten yemek kabını keşf etti ( MÖ 7000) ve ilk defa kendisinin ektiği tahılların suyundan beslenmeye başladı. İlk köylerden olan Nevala Çori köylüleri bu yeni yaşam biçiminin(MÖ 8500) zahmetlerinin tanıkları oldular. Onların dişlerinin mineleri bozuldu, onlar hazımsızlıktan mide ağrıları çektiler. Onlar henuz tahıl yetiştirmeyi tam olarak bilemediklerinden, daha çok bezelye ve mercimek yiyiyordular. Daha önceki avcılık yaşamı idi, özgür, serbest ve macera dolu. Yeşil Mezopotamya`nın koridorlarında yabani eşekler ve ceylanlar dolaşiyordular. Munih`li Paleozoolog Joris Peters`e göre sürüler 100 000 hayvandan oluşuyordular. Rohl`un araştırmalarının merkezi olan, tahılın beşiği dağlık Yukarı Mezopotamya da başka bulgular ortaya çıktı. Bu bölge de dunyanın en eski tapınakları bulundu. Bunlar büyük taşlar ile yapılmış harika yapılardır ve şimdiye kadar hiç bilinmeyen taş devrinin “ altın çağının” tanıklarıdırlar. En enteresan şey Urfa`nın yakınındaki çıplak tepedir. Onun ucunda birbirilerine bitişik olan tapınaklar duruyordular. Bunlardan 4 tanesi kazıda ortaya çıkrıldılar, diğer 16 tanesi magnetometre ile yakalandılar. Taşdirekler yukarı doğru yükseliyorlar, örümcekler, aslanlar ve yüzayaklılar ile süslenmişler. Yıkıntıları arasında bir vahşidomuz ve büyük bir insan kafası heykeli duruyor. Göbekli Tepe'deki kazının şefi Berlinli Klaus Schmidt bu tesisi mimari bir harika olarak isimlendiriyor. 50 tonluk en ağir sütün şimdide bir taş ocağının yanında duruyor. Schmidt inaniyor ki bu şehirler yakında dünya çapında bir üne kavuşacaklardır. En hayret edici şey bunların yaşıdır. Bu tören yeri aşağı yukarı 11 000 yıl önce avcılar ve toplayıcılar tarafından inşa edilmiştir. Burasi cenet gibi bir ilk yerleşim yeri(*). İnsanlar burada tembeller ülkesinde olduğu gibi yaşiyordular. Bunlar Adem ve Hava`nın vaftiz anne ve babaları olabilirler. MÖ 9000 yılı civarında kutsal nesne ortaya çıktığında Avrasya da buzulçağından 100 000 yıl sonra sonunda tekrar yumuşak hava doğuyordu. Yukarı Mezopotamya da geçbuzul çağından çıkılıyordu, herşey zuhur ediyordu, büyük ekilebilir bölgeler açılmaya başlıyordu. Göbekli halkı herşeyden önce Ceylanları avlıyordu. Yüzlerce organize olmuş kişi Fırat havzasında yada kilometrelerce uzun olan V formundaki fırat yatağında çevik çifte tırnaklı sürüleri otlatiyordular. Et ambarları ve hayvan postları boylece bir vuruşda ganimet olarak elegeçiriliyordu. Yerleşikliğin bu ilk formunda insanlara uzun zaman yetecek kadar gıda medesi büyük eteverinde istif ediliyor ve korunuyordu. Aynı zamanda becerikli vahşi avcılar ilk kuvetmacununu icad ediyordular. Buzulçağından sonraki yumuşak iklimden yararlanilarak bu bölgede büyük tarlalarda tahıl yetiştiriliyordu. Böylece tabiat üzerinde kontrol sağlanıyordu. Cenet bahçelerinın yerinin araştırılmasında Mezopotamya`yı işaret eden bir çok ize rastlandı. İncildeki Cenet de birçok su kaynağı var. Toroslarda da bir düzine akarsu var. Hesekiele`ye göre Cenet bahçeleri Göbekli Tepe gibi kutsal bir tepenin üzerindeler. İbrahimin Mağarası tarihi törendağının 2 kilometre uzağında Urfa şehrinde bulunuyor. Schmidte göre Urfa`ve çevresi büyük mitolojik kütleleri ile dini bir çekimalanı idi. Bu bölge insanlığın ilerleme medeniyetinin merkezi idi. Daha erkentaşdevrinin önseramik devrinde Ibrahimin Mağarası kutsal bir kaynak olarak şereflendiriliyordu. Orada dunyanın en büyük heykeli ortaya çıkiyordu. Bu yapı aşağı yukarı 2 metre yüksek ve MÖ 10. yüzyıla aittir. Bugün artık araştırmacılar biliyorlar ki 4000 yıl MÖ Fıratın aşağı hafzasında şehirler inşa edilmişti. Burada kıvırcık saçlı krallar, Papazlar ve yüksek kulelerin basamaklarından yıldızları izleyen Astronomların yaşadığı 20 den fazla yerleşim yeri vardı. Burada bira, yazı, teker ve ilk binekaracı icad edildi. Burada, sevgili ülkeye göçmeden önce,bir İbrahim yaşıyordu. İsrailli Benjamin aşireti uzun süre Fıratın yukarı hafzasında kaldı. O zaman Mezopotomya`nın kilden inşa edilmiş şehirlerinin dar sokaklarında melodramlar ve destanlar işitiliyordu. Destan okuyucuları ağaçflütler ile destanlarını söylüyorlardı. Bunlardan bazıları gerçek hikayeleri anlatiyordular. Gilgamiş gerçekten yaşadı, Enmerkar ve bir başka kahraman aynı şekilde. Bu dağlık dünyada ticari ilişkiler de hüküm sürüyordu. MÖ 3000 yılında Yerkürenin en eski şehirlerinden biri olan Uruk tan eşek kervanları ile Zagroslara gıda madeleri gönderildiği biliniyor. Onlar karşı tarafdan metal ve elmas getiriyordular. Çivi yazılarında yazıldıği gibi yedi dağın ardına giden, burada sivri uçlu tepeler ile kaplı yeşil ovalar ile karşılaşiyordu. Kar ile kaplı Ararat taş devrinde tanrıların tahtı olarak kabul ediliyordu. Belki tufan efsanesi de Fıratın dar kaya koyaklarından dolandığı kuzeyin yüksek alanlarında meydana gelmiş bir felakete karşılık geliyor. Arkeolog Andreas Schachner`ın iddiasına göre nehir yatağı aşağı yukarı 7000 yıl önce depremler dolayısı ile çok defa moloz ile doldu. Su engelleri yıkana kadar toplaniyordu. 30 metreye kadar kabaran dalgalar yığıliyordu. Bu tür felaketler halkın ağzından süslenerek, güzelce işlenerek doğunun edebiyatının başlangıcı oldular. Ama daha sonra Sümerler ve onlar ile birlikte Yahudiler Göbekli Tepe`nin batmış tahıl Cenetini hatırladılar mı? Kendi sezgilerinden Hiristiyanlıktan 10 000 yıl öncesine ait olan Hava ve Adem`in vaftiz anne ve babaları olanlar hakında birşey biliyormuydular? Rohl`un kompası şimdi daha güçlü olarak Ortakuzeyi, Kürdistan`ın altın başaklar ile kaplı yüksek yaylalarını işaret ediyordu. Yine bu sert, tozlu Tanrılar Tepesi, Göbekli Tepe ve oradaki şimdiye kadar şifreleri çözülmemiş din gündeme geliyordu. Bu kutsal şeylerin henuz ancak % 5i ortaya çıkarılmış. Arekeolog Schmidt diğer geri kalanları ortaya çıkarmak için çalışiyor. Bugün Yukarı Mezopotomya` nın çıplak dağyamaçlarını dolaşan birisi buralarda bir zamanlar yeşil vadilerin olduğuna ve şamfıstığı ağaçlarının yetiştiğine inanamaz. Tabi ki Göbekli Tepe`nin avcıları 11000 yıl önce yumuşak, yeşillikler ülkesinden meydana gelen bir doğa parkında yaşiyordular. Önce ormanların yokedilmesi ve arazinin tarla olarak kulanıma açılması nedeni ile bu alan çıplak bir çole dönuştu. Göbekli Tepe aynen Cenet gibi bir süre sonra terkedildi. MÖ 7500 yıllarında avcılar tepeyi dağıttilar ve tapınakları toprak ile doldudular. Schmidt binanın organizeli bir şekilde gömülmesinden bahsediyor. Sanki insanlar bu ibadet yerini ebediyen akıllarında tutmak istiyordular. Bu ebedi bir ayrılık idi. O zaman bütün bir insanlıkçağı mezara gömüldü. Avcılar biyotopu boşalttılar. Şimdi çiftçilerin ortaya çıkışı başladı. Bu dramatik dönüşümün izlerine Suriye` deki Abu Hureyra yerleşim biriminde de rastlaniyor. Burada MÖ 7500 yıllarında avlanan ceylanların sayısı dramatik bir şekilde azaliyor. Bunların yerini erkek keçi ve koyunlar aliyorlar. Keçi ve koyunlarda cinselliğinin önemli hale gelmesi hayvancılığın başladığına dair bir ipucudur. Çünkü nesillerin sürdürülmesi için dişi hayvanların korunması gerekiyordu. Şimdi insanlar domuzağıları ve külübelerden vadilere inmeye mecbur kaldılar. Batı Iran daki Ali Koş da MÖ 7200 yıllarında yüzlerce çiftçi kırık dökük kulübeköylerde yaşiyordular. Tarlalar için gerekli tohumu uzak yerlerden temin ediyordular. 120 generasiyon boyunca MÖ 9000 ile 6000 yıları arasında bu kanlı değişim devam etti. Böylece köylüler öne geçtiler. Başarıları sınır tanımıyordu. Çünkü tahıl kalori açısından çok zengin idi. Yerleşik bir yaşam sürdürenler, yaşamlarını daha geniş bir temel üzerinde kurabilirlerdi. Daha MÖ 7.yüzyılda köylüler Fars Körfezine yerleşiyordular. Onlar orada suni sulamayı ve Firatın havzasından su kanallari ile tarlalarını sulamayı öğreniyordular. Şimdi kısa bir sürede nufus artıyordu. Sumer halkı bir yerde toplanıyordu ve nufus patlaması yawaniyordu. Şehirler ortaya çıkıyordu ve onun ile birlikte hukuk sistemi, sahip olma ve mulk sahipi olma hırsı gelişiyordu. Şimdiye kadar tasasız ve doğal olan insan masumiyetini yitiriyordu. Însan ahlaki olarak bozuluyordu, ticaret de sahtekarlik yapiyordu ve komşuları ile kavga etmeye başliyordu. Şimdi öldürmeyi ve tecavüz suçlarını önlemek için kanunlar gerekiyordu. Sümer yazarlar yazıya geçirene kadar, Adem ve Hava`nın Göbekli Tepe`deki Ateştaşı -Cenneti 5000 yıllık yazısızlık şartlarında unutulmaya karşılı direnmeliydi. Heidelbergli Teolog ve Mısırolog Jan Assmann insanlığın kültürel hafızasının binlerce yıl bilgileri kaydedip muhafaza edebileceğine inanıyor. Sıradışı insanlar, kahramanlar, büyük acılar, savaşlar ve çevre felaketleri insanlığin kolektif hafızasının derinliklerinde korunuyorlar. İnsanlığın bu yol ile koruduğu ve 10 000 yıl MÖ ait olan bir efsane var. Bu koyun ve tahıl memleketi ait olan kutsal dağ Du-ku masalıdır. Bu söylencede tarım, hayvancılık ve dokumasanatının uzak tepelerde icad edildiğini anlatiyor. Bu çok eski bir tarih olduğu için, uzmanlar orada yaşayan anonim tanrıların henuz kişisel isimlere sahip olnadıklarını idia ediyorlar. 5000 yıllık Sumer tanrılarının heykelleri sanki çok eski bir çağa ait tanrılardır gibi orada bir yabancı cisim gibi duruyorlar. Berlin deki Almanya Arkeoloji Enstitusu çalışanı, kazıcı Schmidt yeni kitabında Du-ku efsanesini Kurdistan daki Tapınakdağı ile ilişkilendiriyor. Schmidt “ Eski doğunun kültürel hafızasına dokunuyor ve bu mekanın neolitik geçmişine geri gidiyor mu?” diye soruyor teredütlü bir şekilde. O bu soruya henuz bir cevap vermiyor. Fakat çok açık ki “Göbekdağ” insanları gerçek devler idiler. Bu anlamda tarımın bulunuşu sadece ateşin kulanılması ile kıyaslanabilinir. Bu medeniyet depremleri ki kahramanlarının tahıl yetiştirmelerine neden olüyordu, yankı olarak Tevrat zamanının Kudusune kadar götürülebilinirdi. İnsanlar bilinçli olarak 11000 yıl önce Kürdistan`dan cennet kapılarına çarpiyorlar. Onlar çiçek yetiştiriyorlar ve bunun ile hayvanları evcilleştiriyorlar ve onlardan daha çok et ve süt elde ediyorlar. Bunun ile tabiat üzerinde denetim kurmaya ve tabiattan daha çok yararlanmaya yol açan bir teknik gelişme başliyor. İnsanın buzul çağının sonunda tahıl saplarından meyvesini yemesini öğrendıği ve beslenmesinin yolunu açan ve bügüne kadar henuz sonlanmamış başarı koşusu için “ Bilgi ağacı” sadece bir sembol mu idi? Böyle bakılınca Adem ve Havayı rahatsız eden suçluluk duygusu anlaşılır. Göbekli Tepe insanları gibi onlar erkeği kötü iş kabul edilen elsanatları alanına sevkediyordular ve onu bir adım uzaklaştiriyordular. Bu kötü duygunun sebebi bu idi. “Siz tanrı gibi olacaksınız” diye bağırdılar cenet de oturanlar toplu olarak. Gerçekte bu 10 000 yıl önce insanın tarım teknığini kulanmaya ve çiçek yetiştirmeye başlama surecidir. Aletleri yapan ve icad eden olarak insan kendi geleceğini kendi ellerine aliyordu. Adem puzzlesinde yukarı Mezopotomya`dan bazı taşların birirbirlerine uyduklarına şuphe yok. Irak Türkiye ve bügün arkeologlar için girilmesi zor olan Kuzey Iran stepleri arasında cidi bir gelişmenin ipuclarına rastlanıliyor. Arkeolog Schmidt orada “ tanınmayan dünyadan heykeller” in ortaya çıktığını anlatiyor. Şimdi bu unutulan medeniyetin üzerinde tozdan ve molozdan bir örtü duruyor. Hava ile temasından dolayı bozulmuş bir çok tepeyıkıntısı Anadoludan Hazar Denizine kadar uzaniyor. Birçoğuna henuz dokunulmamiş. Hiçolmazsa arkeloglar şimdi örtünün bir köşesini havalandırdılar. Örtünün hepsinin kaldırılması bir fantastik yolculuğun yolunu açabilir: Cenet bahçelerine giden yol. Seyîdxan Kurij (*)Klaus Schmidt: "Onlar ilk tapınağı yaptılar. Taşdevri avcılarının muamalı tapınakları“ Kaynak: Der Spiegel sayı 26- 2006 -Hamburg

KÜRTLER İN ELİNE TUTUŞTURULMUŞ YENİ TOPİTOP ŞEKERİ YAHUDi DÜŞMANLIĞI

METİN AKTAŞ-Annem seksen altı yaşında. Sık sık oturur bana 1938 öncesi Dersim halkının yaşamını anlatır.

  • Dersim’de o yıllarda aşiretler arasındaki kavga yağma, talan yaygındır. Annem aşiretler arasında bu kavgayı anlatırken kendi aşiretinden birinin husumetli olduğu aşiretten birini öldürülüşünü büyük bir kahramanlık olarak anlatır ama karşı aşiretten birinin kendi aşiretinden birine bir tokat vurmasını bile ihanet, kötülük olarak değerlendirir.
  •  Biz doğu toplumlarında yöneticisinden annem gibi en sıradan insanına kadar kendini sorgulama, kendi eksiklerini hataları söyleme erdemine sahip değiliz. Bize göre biz mükemmeliz. Kültürümüz, yaşam tarzımız, ahlakımız mükemmeldir; evili de böyleydi ezeliye kadarda böyle olacaktır. Çünkü mükemmellik bizim soyumuzda, kültürümüzde, ırkımızda var. Çünkü biz üstün bir soyuz, bizim kültürümüz, inançlarımız üstündür. Biz hata yapamayız. Bizim adaletimiz, yaşam tarzımız, kültürümüz sorgulanamaz. Görünüşte söylediğimiz bu sözlere karşı olsak ta aslında kendini kutsama, kendisi gibi olmayanı yerme ahlakı hepimizin bilinç altında şu veya bu oranda yaşamaktadır. Annemden duyduğum masallardan tutunda ders kitaplarında okuduğum tarihe kadar bize geçmişle ilgili anlatılan her şeyde biz haklıyız. Bizim yaptıklarımız doğrudur,bizim başka halkların topraklarını işgal etmemiz kahramanlık tır. Biz balkanlardan Cezayir’e kadar topraklarda yaşayan halkları işgal ederken haklıydık. Çünkü biz onları seviyorduk. Onların bir kısmını kılıçtan geçirdik bir kısmını da zorla yaşadıkları topraklardan kopararak getirip zorla kendi dinimize sokarak çıkarlarımız için savaşacak askerlere,kölelere dönüştürdük.
Bunları yaparken biz haklıydık. Bu uygulamalarımıza karşı çıkanlarsa haksızdı. Onları acımasızca yok ettik, soylarını kuruttuk. Biz haklıydık.
  • Büyüyüp tarihi sorgulamaya başladığımda acı çekerek kendi toplum gerçeğimize yüzleştim. Evet kötülük,adaletsizlik bize anlatıldığı gibi sadece bize dışarıda gelen bir şey değildi, kötülük bizim yaşam tarzımızın, kültürümüzün, ahlakımızın içerisindeydi. Kötülüğün, adaletsizliğin bizim toplumsal yaşamımızda, kültürümüzde olmadığı düşüncesi içimizdeki kötülerin uydurduğu bir tuzaktı. Çünkü böylece bizim onları sorgulama, değiştirme düşüncemiz ve faaliyetimiz olmayacak biz dışımızdakilere düşmanlık yapmakla bir ömür çürütüp gideceğiz.
Bu ülkedeki sağ çevrelerden umut yoktu; çünkü onlar bu ırkçı düşüncelerle zehirlenmişlerdi. Umut soldaydı. Gencecik insanlar ağır bedeller ödeyerek kendini, kendi yaşam tarzını, kültürünü,inançlarını, sorgulamaya başladı. Bu toplumda görülmemiş bir şeydi; ilkti.ve çok tehlikeliydi. Çünkü bu gencecik insanlar çürümenin, adaletsizliğin, kötülüğün asıl kaynağının içimizde,ruhumuzun derinliklerinde, toplumsal yapımızın, kültürümüzün derinliklerinde olduğunu söyleyerek kendimizde, kendi kültürümüzde,toplumsal yaşamımızda değişim ve yenilenme istiyorlardı.Değişim ve yenilenmeye kapalı olan, kültürün bir sosyal olgu olmaktan çıkarak biyolojik(yaradılışta varol) olguya dönüştüğü toplumumuzda bu istek sarsıntı yarattı.Asla değişilmez, yenilenmez, sorgulanmaz sanılan kurumlar, kültürler, düşünceler, inançlar sarsılmaya çatırdamaya başladı.
  • Efendilerimiz çılgına döndü. Çünkü kendilerini ayakta tutan asıl güç ellerinden gidiyordu. Onlarda biliyordu ki onların iktidarlarını koruyan asıl güç büyük orduları değil insanlarımızın ruhlarına sokulmuş bu düşünceler,yaşam tarzı, kültürdü.
Efendilerimiz dövmekle, öldürmekle, işkence etmekle bu yeni akımı durduramayacaklarını anlayanca her zaman yaptıkları klasik yöntemine baş vurdular. Onları içerde çürütmeye, kendilerine benzeştirmeye başladılar. Ülkemizde yaşanmış bu sürecin tanığı ve mağduru olarak şimdi yaşananları görünce efendilerimizin bir kez daha kazandığını görüyorum; Çünkü sol adına yola çıkmış insanlar, kurumlar efendilerin ağzıyla konuşmaya başlamışlardı. Onlarda bizim toplum olarak mükemmel olduğumuzu bu günde, geçmişte de bizim soyumuzun kötülük, adaletsizlik yapmadığını söyleyerek oklarının sivri uçlarını dışarıya yöneltmeye başlamışlardı.Bize dışarıdan kötülüğü transfer edip, bizim adaletli, güzel yaşam tarzımı, kültürümüzü bozan yeni güçler yeni düşmanlarımız vardı artık. Bunlar Emperyalistler ve Siyonistlerdi. Aslında bizim temiz mayamızda ırkçılık yoktur. Irkçılığı da bütün dünyaya olduğu gibi ülkemize de Yahudiler getirdi. Uzun mücadeleler sonucu kabul etmek zorunda kaldıkları kötülüklerini de aslında onlar yapmamıştı, içlerine giren Yahudiler yapmıştı. Kendimizi Yahudilere karşı korumalıydık çünkü Yahudiler ülkemizi parçalamaya çalışıyorlardı. Bu düşünceler solun içerisindeki yeni sağın düşünceleridir.Ve son yıllarda bir haylide taraftar bulan düşüncelerdir. Şimdi bu düşüncelere Kürtlerin bir kesimi de katılmış durumda.
  • Bir Yahudi düşmanlığıdır almış başını gidiyor.Bu düşmanlık öylesine korkunç bir tabuya dönüştü ki hiçbir yurttaş korkusunda kendini sorgulama cesaretini bulamıyor. Çünkü soldan sağa,Türklerden, Kürtlere büyük bir kesim bu salgına kapılmış gidiyor. Yahu ülkemizde açlık var desen şıp Yahudiler bizi aç bırakıyor, yahu ülkemizde bölgeler arası ekonomik,siyasi,kültürel adaletsizlik var desen bunu Yahudiler, emperyalistler yapıyor, yahu ülkemiz işsizlik var desen Yahudiler yapıyor, Çevre katliamı var desen Yahudiler yapıyor diyorlar. İnsanlar, iş aş özgürlük, Kürtler temel insani haklarını istediklerinde bu taleplerin Yahudilerin ülkemizi bölmek için yarattığı bir tuzak olduğunu söylemektedirler.Ne olacak bizim bu Yahudilerle halimiz bilmiyorum? Acaba hepsini öldürsek içimizdeki kötülükler, açlık, issizlik, adaletsizlik sona erer mi? Hiç sanmıyorum; çünkü kendimize yeni Yahudiler bulduk bile. Baksanıza bağırıyorlar hep birlikte Barzani Yahudi diye. Bu demektir ki bize rahat gün görmek nasip olmayacak.Biz ve bizden sonra gelecek soyumuz açlıktan baskılardan kurtulamayacak. Yahudiler bütün dünyayı sarmış. Barzani’yi de öldürsek acaba başka Yahudiler çıkacak mı?Ne yapsak bilmiyorum?
Yahudi düşmanlığı şimdilik Ortadoğu devletlerini ellerinde tutan Fars,Arap,Türk ırkçılarının temel siyasal argümanı. Şimdilik ağır baskılar altında,açlık sınırında yaşayan toplumlarını Yahudi düşmanlığıyla besleyerek yönetiyorlar. Çok umutsuz değilim. Gelecek Orta doğuda yaşayan bütün halkların temel insani haklarını barış içerisinde bir arda yaşadığı bir toplumsal sistemin olacağından eminim. Bu bir temenni değil global ekonominin yaratacağı yeni zorunlu yaşam tarzıdır. Global ekonomi farklı ırklardan, inançlardan, kültürlerden,uluslardan insanları iç içe harmanlayarak bu gün insanlığın en büyük düşmanı olan ırkçılığı yok edecek ortak bir insan olma düşüncesini bir kültür bir yaşam tarzı haline getirecektir. Bundan eminim. Bu gün yükselmekte olan ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ölmekten olan hastanın yükselen son ateşidir. Bu sizi korkutmamalıdır.
  • Yazıma son verirken bir Kürt olarak Kürt kurumlarından, partilerinden bir isteğim var. Lütfen artık ortak karar alma bilici geliştirin kurumlarınızda, partilerinizde. Söyledikleriniz doğru da olsa mutlaka kurumlarınızda, partilerinizde tartıştıktan sonra ortak karar alarak savunun. Bunu başarmazsanız hiçbir şeyi başaramazsınız. Başarının yegane güvencesi budur. Yoksa nereye sürüklendiğinizi öğrendikten sonra çok geç olabilir. Kürtlerin politikalarını Kürtler gibi Orta doğunun en eziyet görmüş halklarından biri olan Yahudi halkının düşmanlığı üzerinde inşa etmeye kalkmalarını anlamak mümkün değil. Bu hayra alamet değil!

Kürtlere karşı gözaltı ve tutuklama furyası

Urfa'nın Suruç İlçesi'nde evlere yapılan baskınlarda 11 kişi, Bursa'da ise 17 kişi gözaltına alındı. Ayrıca Isparta'da 5 ve Yüksekova'da bir kişi tutuklanarak cezaevine konuldu. Suruç Jandarma Karakolu tarafından köylerde ve ilçe merkezinde yapılan ev baskınlarında Yazı Köyü'nde Bozan Öz, ilçe merkezinde de İbrahim Sırrı, Ömer Örçin, Mustafa Şahin, Mehmet Şahin, Hamit Bali, Serkan Bali, Mahmut Kıvık, Ahmet Dağtekin, Mehmet Gümüş ve Mehmet Şakir gözaltına alındı. Gözaltına alınan 11 kişi, İlçe Jandarma Karakolu'na götürülürken, gözaltına alınma gerekçeleri öğrenilemedi. İlçede operasyonun sürdüğü bildirildi. Bursa'da 17 gözaltı Bursa emniyet müdürlüğü, 23 Mart Pazar günü Gökdere Meydanı'nda düzenlenen Newroz kutlamalarında Öcalan ve PKK lehine slogan attıkları gerekçesiyle 2'si çocuk 17 kişinin gözaltına alındığını bildirdi. Gözaltına alınanların Sedat Ş, Hakan Ş, Sevda G, Beytullah T, Erhan T, Şehmuz A, Timur G, Sıddık K, Feyat T, Haşim O, İdris Y, Mehmet Can Ş, Keremşah S,İbrahim B, Mürüvvet B. ile yaşları küçük E.S. ve E.C olduğu kaydedildi. Emniyet tarafından sorgulanan 15 kişi Öcalan'a “Başkan” diyerek slogan atma ve örgüt üyesi olma suçlamasıyla adliyeye sev edilirken, çocuk yaştaki E.S ve E.C ise serbest bırakıldı. Yüksekova'da 1 tutuklama Hakkari'nin Yüksekova ilçesindeki Güngör Mahallesi'nde Muhyettin Dede'ye ait eve 2 gün önce güvenlik güçleri tarafından düzenlenen baskında gözaltına alınan Muhyettin Dede ve Diyarbakır doğumlu Selahattin Aytek İlçe Jandarma Komutanlığı'nda yapılan sorgularının ardından dün akşam saatlerinde adliyeye çıkarıldı. Muhyettin Dede serbest bırakılırken, Selahattin Aytek adlı vatandaş ise Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkında verilmiş olan mahkumiyet nedeniyle tutuklandı. Aytek Hakkari Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Isparta'da gözaltına alınanların 5'i tutuklandı Isparta'da önceki gün 4 ayrı eve yapılan baskınla gözaltına SDÜ öğrencisi 8 kişiden Nesim Genç, Mevlan Fidan, Murat Artuç ve soyadı öğrenilemeyen İzzet isimli öğrenci, çıkarıldıkları savcılıkça tutuklanarak Isparta E Tipi kapalı Cezaevi'ne konuldu.'Yasadışı örgütün gençlik yapılanmasına' üye oldukları iddiasıyla tutuklanan öğrencilerin, İzmir, Aydın, Denizli, Bursa gibi illerde eş zamanlı yapılan operasyonla bağlantılı olduğu tahmin ediliyor.

BM'den Kerkük için yeni formül

Birleşmiş Milletler Kerkük için 'referandumsuz' çözüm planını 15 Mayıs'ta Iraklı liderlere sunmaya hazırlanırken, Kürtlerin kapalı kapılar ardında BM'nin bu önerisini 'ihtiyatlı bir memnuniyetle' yaklaştığı belirtildi. İngiliz Economist dergisi, Kürt liderlerin BM Irak Özel Temsilcisi Staffan de Mistura'nın, Kerkük için önerdiği 'referandumsuz' çözüm planına kapalı kapılar ardında 'ihtiyatlı bir memnuniyetle' yaklaştıklarını yazdı. Economist dergisine göre BM elçisi Mistura'nın Kerkük'ten önce diğer ihtilaflı yerlerin statülerinin iki aşamada belirlenmesini önereceğini, Kerkük konusunda referanduma gerek kalmadan çözüm aradığını yazdı. De Mistura'nın Kerkük'ün 'bütün sorunların anası' olduğu sözlerine yer veren dergiye göre, Kerkük konusunda BM'nin yeni önerilerini 15 Mayıs'ta Iraklı liderlere sunacağını yazdı. Kerkük için dört seçenek Son iki yılda Kerkük'teki şiddet düzeyinin bazen Bağdat'tan bile yüksek hale geldiğini belirten Economist BM'nin Kerkük konusunda planlarını irdeledi. Kerkük konusunda dört seçeneğin olduğunu yazan Dergi bu seçenekleri şöyle sıraladı: 'Haziran sonunda taahhüt edilen referandum düzenlenir ve seçmenlerin çoğunluğu 'evet' yönünde oy kullanırsa, Kerkük halihazırda Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi tarafından idare edilen üç kuzey eyaletinden menkul özerk blokta yerini alabilir. Veya bazı Türkmen grupların önerdiği gibi, tek başına özerk bir bölge haline gelebilir. Ya da birçok Arap'ın önerdiği üzere, merkezi Bağdat hükümetinin idaresi altında kalabilir. Ya da eyalet bölünebilir ve oyların ne yönde çıktığına göre bazı bölgeler Bağdat'ın kontrolünde kalırken, bazıları da Kürtlerin yönettiği Kürt bölgesine katılabilir.' Türkiye çatışmanın içine sürüklenebilir Farklı grupların uzlaşmayı kabul etmemesi durumunda Kerkük'ün her an patlamaya hazır saatli bir bomba olduğunu savunan dergi Kürtler, Araplar ve Türkmenler arasında topyekün şiddet patlak verirse Türkiye'nin çatışmanın içine sürüklenebileceğine dikkat çekti. Bütün bu seçeneklerden dolayı Kerkük konusunda BM'nin meseleye el attığını bildiren dergi, BM'nin Kerkük konusunda yeni bir formül arayışında olduğunu kaydetti. Referandumsuz Kerkük çözümü BM'nin 'kuzeyde biraz daha az çetrefilli başka bölgelerde sınır ihtilaflarını çözecek bir formül bulmaya çalışıyor; bu formülün Kerkük için referanduma gerek bırakmadan müstakbel bir anlaşmanın modelini teşkil etmesini umuyor' şeklinde yazan Economist, De Mistura'nın Kerkük'ü 'bütün sorunların anası' olarak gördüğünü belirtti. Kerkük'ün 140. maddede bahsi geçen ihtilaflı bölgelerin sadece biri olduğuna dikkat çeken dergi şöyle yazdı: 'Bugüne kadar sınırları resmi olarak belirlenmiş Kürt bölgesi, sadece üç kuzey eyaletini kapsıyor: Dohuk, Erbil ve Süleymaniye. Fakat Kürt yönetiminin hak iddia ettiği ve halen kontrolü altında tuttuğu fiili Kürt bölgesi, Ninova, Selahaddin, Kerkük ve Diyala eyaletlerinin bazı kısımlarına kadar uzanıyor.' BM 15 Mayıs'ta önerilerini sunacak De Mistura'nın 15 Mayıs'ta Iraklı liderlere, dört veya beş ihtilaflı bölgenin hangi yönetime bağlanacağına karar vermeleri için bir dizi öneri sunacağını söyleyen Economist'e göre bu, resmi olarak tanınan Kürt bölgesinin eşiğindeki bölgelerin statüsünü belirlemek için öngörülen üç aşamalı bir sürecin ilk safhası. BM temsilcisi bu bölgelerin hangileri olduğunu açıkça belirtmiyor, fakat Kürt yetkililer önerinin Erbil'in güneybatısındaki Mahmur'u, Musul'un doğusundaki Karakuş'u ve Erbil'in kuzeybatısındaki Barderaş'ı kapsayabileceğini söylüyor. Bunların hepsi, Kürt bölgesine açmadan hemen katılabilecek olan nüfus yoğunluğunu Kürtlerin teşkil ettiği yerler. İkinci aşama kuzeybatıdaki Sincar yakınlarında, Kerkük yolu üzerinde Erbil'in güneybatısındaki Altun Kupri'de ve İran sınırı yakınlarındaki Xanakin, hatta Mandali'de toprak düzenlemelerini içerebilir. Bazı bölgeler de fiili Kürt kontrolünden koparılabilir. Havice Kerkük'ten ayrılıp Selahaddin'e bağlanabilir. Kürt liderlerden temkinli memnuniyet BM temsilcisinin son şeklini henüz almamış olan önerilerini Brüksel'deki AB ve NATO liderlerine sunduğunu yazan dergi Mistura'nın Irak'tan ayrılmadan önce Erbil'de Kürt liderlerle görüştüğini bildirdi. Economist'e göre, Kürt liderlerin kamuoyu önünde referandumun Irak hükümetinin söz verdiği gibi, haziran sonunda yapılmasında ısrar ediyor. Ancak kapalı kapılar ardında De Mistura'nın fikirlerine temkinli bir memnuniyetle yaklaşıyorlar. Mistura, bunun referandum dışında 'masada bulunan yegâne plan' olduğunu belirtiyor. LONDRA

KÜRDLER’DE ELEŞTİRİ VE HAKARET

Ben özgür bir Kürdistan’da sadece Kürd olarak değil, özgür bir Kürd olarak yaşamak istiyorum. Eleştiri ve hakaret-Edip Bedirhan/KURDISTAN-POST.COM Kürd değerlerine saygı başlıklı yazımdan sonra aldığım bazı tepkilerden ötürü eleştiri ve hakaret üzerine bazı değerlendirmeler yapma ihtiyacı duydum. Belki bazılarınız, “ya okurlar böyledir işte, her söylediklerine cevap yetiştirirsen başka bir iş yapmaman lazım” diyebilir, ancak şunu unutmayalım ki biz, aydını – köylüsü, işçisi – burjuvası ile aydınlanmış bir toplumun basamaklarının daha başındaysak eğer, o zaman herkesin tepkisini işlemek zorundayız. Birilerinin söylediklerine tek tek cevap vermek benim tarzım değil, en gerçekçi yöntem gelen tepkileri bir potada toplayıp genel yorumlamaktır. Burda da bunu yapacağım. Alternatif kavramının en büyük özelliği, eskisine benzememektir. Lakin özellikle 20. yüzyılda başlayan Kürd ulusal kurtuluş hareketlerine baktığımız zaman düşman sistemlerine alternatif olarak ortaya çıkmalarına rağmen bazı noktalarda ona benzeşmekten kendilerini kurtaramamışlardır. Bu durum hemen hemen bütün örgütlerimiz için geçerlidir. Bunun örneklerini fazlasıyla verebiliriz. Ancak ben daha çok demokratik kültür ve dolayısıyla da düşünce özgürlüğü üzerinde durmak istiyorum. Herkesin kendisine göre doğruları vardır. Bilime inanan insanların doğru kavramına yaklaşımını süreçler belirler. Doğruların ebediyeti mümkün olamaz. Bugün ulaşılan bir doğru kendisi ile beraber bir kalıcılık değil, olsa olsa yeni bir doğruya ulaşmak için basamak olmayı beraberinde getirir. O yüzdendir ki dünya balık veya öküz boynuzlarından inip binlerce yıl sonra evrenin boşluğuna yerleşti. Doğrulara bilimsel yaklaşım batılı toplumlarda daha yaygın iken, doğulu toplumlarda bu durum içler acısıdır. Varılan her doğru tıpkı tanrı gibi mutlak ve ebedi olarak kabul gördüğü için, ulaşılan her doğru ancak ve ancak yeni doğrular için ebelik rolü göreceğine tam bir cellad işlevi görmektedir. Hal böyle olunca, kangren olmuş doğrulara karşı mücadele hem çok cüzzi oranda hem de kanlı geçer. Örneğin Emeviler ve Abbasiler döneminde İslama yeni yorumlar getiren ilim ve din adamlarının hemen hemen hepsi ibreti alem olsun diye hunharca katledilmişlerdi. Günümüzde bile ortadoğu ülkelerinin istisnasız hepsi bu utanç örnekleri ile doludur. O yüzden bugünün hangi doğulu rejimine bakarsanız bakın, her ne kadar modern görünse de genetik olarak binlerce yıl öncesinin zihniyetine yapışıktır. Türklerin Kemalist cumhuriyeti adeta puta tapınma merkezi haline getirmesini başka hangi biçimde izah edebiliriz ki! Temel sorun doğrulara yaklaşımdır. Doğrulara yaklaşım insanın bakış açısını şekillendirir. Ya tanrı gibi kabul eder ve taparsınız, ya da sorgular ve yeni bulgulara ulaşırsınız. Bizdeki durum daha çok tapınmadır. En sosyalist ve demokrat geçinen hareketlere baktığınızda bile durum aynıdır. Doğrular kalıcı gerçekler olarak görüldüğü için ifade özgürlüğü de daima katliama uğramaktadır. Bu coğrafyada her şey kafa üstü yürüyen bir insandır aslında. Doğrunun karşıtı yalan, eleştirinin anlamı da hakaret olarak algılanıyor. Oysa ki doğrunun karşıtı yalan değil, yanlıştır. Gerçeğin karşıtı yalandır. Eleştirinin anlamı ise yeniye ulaşmak için sorgulamaktır. Bu nedenle, özgürce düşünmek isteyen herkes yalancı ve iftiracı olarak algılanır. Doğulu bir toplum olduğumuz için bu vahim durum biz Kürdler’de de aynıdır. Ancak 20. yüzyılda dünyadaki aydınlanma hareketlerinin Kürd örgütleri üzerinde pozitif etki yapması gerekirken, zihniyetteki tutuculuk buna müsade etmemiştir. Çağdaş düşünce tarzının Kürdler’de gelişmesinin diğer halklara göre zemini daha güçlüydü oysa ki. Çünkü Kürdler binlerce yıldır ezilen bir halktı ve yeni olan her şeye daha yatkındı. Örgütler kendilerini yeniye kaptıramadıkları için, halkı da kaptıramadılar. Demokratik düşünce kültürünün, dolayısıyla da özgür ifade hakkının cendere altında olması Kürdler’e çok şey kaybettirmiştir. “Benim doğruma inananlar benden, inanmayanlar işbirlikçi” türünden yaklaşımlar, Kürdistan’ın her parçasında düşmanın parçaladığı Kürd toplumunu biraz da kendi ellerimizle parçalamaya yol açmıştır. Bunu sadece bir örgüt için değil, istisnasız bütün örgütlerimiz için söylemek mümkün. Bu anlayış karşısında kim düşüncesini özgürce ifade edebilir ki? Kim tanrıları reddedebilir ki? Etiketçilik bizde çok yaygın kullanılan bir yöntem. Sizin doğrunuzu sorguladığım andan itibaren etiket yemem kaçınılmaz bir durum. Ya ihanetçi, ya ajan, ya da yaranmacı etkiti yerim. Durum böyle olunca, yanlış olan doğrular halkasına bir kanser noktası daha eklenir. Eleştiri her zaman karalama, karalama da her zaman eleştiri olarak algılanır. Tam bir kördüğüm. Bir ülkeyi kan dökerek ele geçirebilirsiniz ama böyle bir kördüğümü kan bile açamaz. ABD’nin Irak’ta içine düştüğü vaziyet bunun en iyi örneğidir. Kürd aydınlanması bir an önce gerçekleşmesi gereken bir zaruriyettir. Bu aydınlanma gerçekleşmediği sürece kafa üstü yürüyen bu insanı ayaklarının üstüne koymak mümkün değil. Zaten bu aydınlanmanın önündeki temel ve en büyük engel, doğrulara yaklaşım ve eleştiriyi algılayış biçimidir. Kürdler birleşebilir, kırk milyon Kürd topyekün silahlanıp büyük Kürdistanı da kurabilir fakat Kürd aydınlanması gerçekleşmediği sürece değişen sadece ve sadece iktidarın milliyeti olacaktır. Düşüncenizi ifade edemediğiniz bir Kürdistan’ın İran veya Türkiye’den milliyet dışında herhangi bir farkı olur mu? Aydınlanma cesaret ister. Buna yeltenenlerin neleri kaybedeceklerini iyi hesaplaması gerekir. Kaybeden bir halk mı veya aydınlanma peşinde koşarken kaybeden canlar mı? Temel sorun işte budur. KDP, YNK, İKDP, PKK, KOMELE ve benzeri diğer tüm örgütlerimizin demokrasi isterken, demokratik özgür düşünceye ne kadar tahammül gösterdikleri meçhuldür. Hangisini eleştirirseniz bir diğerine yaranmakla suçlanırsınız. Demokrasi isteyenlerin önce kendi içlerinde demokrat olmaları şarttır. Kürd aydınlanması en çok da örgütlerimizin işine yarar oysa ki. Siyaseten önleri açılır. İnsan ve beyin gücü artar. Diplomasi mevzileri artar. Bu durumun tek bir kaybedeni vardır, o da düşmanın ta kendisi olacaktır. Bir diğer önemli konu demokratik muhalafettir. Kürd aydınlanmasının en önemli ayağı demokratik muhalefettir. Aslında bu aydınlanmanın önünü demokratik muhalefet açar dersek daha doğru olur. Parti ve örgütlerimizin zaman aşımına uğramış doğrularını ortaya koymak için bu muhalefet şarttır. Bunu siyasetçiler değil, aydınlar yapacak. Ancak ters yüz olan herşeyde olduğu gibi bu konuda da son derece büyük çarpıklıklar var. Demokratik muhalefet adı altında karşı cephedekilerin birbirine karalama kampanyaları ile yürümeleri bu yöntemi kitlelerin gözünde çirkin kılmaktadır. Aydınlanma için esas tehlike de budur aslında. Birileri ya bilerek ya da bilmeyerek çarpık bir muhalefet ile Kürd aydınlanmasının önüne geçmektedir. Bu durum daha çok internet üzerinden yürümekte. En basitinden örneklendirirsek, PKK’ye demokratik muhalefet yapmak isteyenler, kırıp-dökmeyi esas alarak doğması gereken bu muhalefeti ta en başından düşük olarak doğmaya zorluyorlar. PKK’yi Ergenekon gibi örgütlenmelerle birebir aynı kalıbın içinde gösterenler, ihbar niteliğinde haber yapanlar, sadece demokratik muhalefete zarar vermekle kalmıyor, aynı zamanda düşmanın ekmeğine de yağ sürmüş oluyorlar. Abdullah Öcalan’ı en çok karalayanlar, ona en çok benzemek isteyenlerdir! Güneyli güçleri en çok karalayanlar, onların kazandığı mevzileri içine sindiremeyenlerdir. Yazı yazarken olumsuz tepkiler almak mümkündür. Ancak bazı şeyleri hazmetmenin de zamanı gelmiştir artık. Bu konuda örgütlerimiz kadar halkımızın da üzerine düşenler vardır. Örneğin, Kürd değerlerine saygı başlıklı yazımdan dolayı güneyli Kürdler’e yaranmakla suçlanmamın ne anlamı var? Benim kimsenin gözüne girme gibi bir derdim olamaz. Demokratlık konusunda halen de yeterince eksik olan KDP veya YNK’ye yaranmaya hiç ihtiyacım yok. Zorlu bir sınavda oldukları için yeri geldiğinde onları desteklerim ancak yanlışlarına kalemimle ortak olmam. Her aydınımızı bir yerlere yaranmakla suçlarsak, ne kadar karanlık bir Kürdistan yaratacağımızın farkında mıyız acaba? Karanlık bir Kürdistan yerine, aydınlık bir Kürdistan ancak ve ancak sorgulama yöntemi ile yaratılır. Düşünüyorum da eğer Kürdistan şimdi özgür olsaydı ve orda yaşıyor olsaydım, dünkü yazımdan dolayı büyük ihtimalle cezaevine girerdim. Nitekim güney parçasındaki özgür Kürdistan’da bunun örnekleri bir hayli fazla. Daha şimdiden gazeteler kapatılıyor, aydınlar cezaevlerine atılıyor. Ben özgür bir Kürdistan’da sadece Kürd olarak değil, özgür bir Kürd olarak yaşamak istiyorum.

HPG: Hava saldırısında hiçbir kaybımız yok

Halk Savunma Güçleri (HPG) Türk ordusunun gerilla alanlarına yönelik hava saldırısını doğrulayarak, herhangi bir kayıplarının olmadığını açıkladı. HPG, 'Gece saat 1.30-2.30 arası faşist Türk ordu savaş uçakları tarafından Zagros Eyaletine yönelik bir hava saldırısı gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen hava saldırısında, gerillalarımızın hiçbir kaybı yaşanmamıştır' dedi. HPG ayrıca uzun bir süredir sınır kesimlerine yığınak yapan 'faşist ordu birliklerinin', Oramar (Dağlıca) Karakoluna 110 araçlık bir askeri sevkiyat gerçekleştirdiğini bildirdi. ANF

SINIR IHLALLERI DEVAM EDIYOR... TURKIYE GUNEY'I BOMBALIYOR...

Türk uçakları Güney Kürdistan'ı bombaladı
Türk savaş uçaklarının sınırı geçerek Avaşin-Basyan bölgelerini bombaladığı bildirildi. Alınan bilgilere göre Türk savaş uçakları Duhok'un Amediye kazasına bağlı Avaşin ve Basyan bölgelerine yönelik saldırı gerçekleştirdi. Saldırı sonucu bölgedeki sivil halka zarar gelip gelmediği konusunda bilgi alınamadı. Genelkurmay Başkanlığı da kendi internet sitesinde hava saldırısı yapıldığını doğruladı. HPG kaynakları hava saldırısında ilişkin henüz bir açıklamada bulunmadı. DUHOK-ANF

Bedenimiz kimindir?">Toplumcu Buduncu Düşünce Derneği Başkanı Rıfat Cenk Tozkoparan, Kürt nüfusunun gerilemesi için Kürtlere zorunlu doğum kontrolü uygulanmasını ve tersine zorunlu göç politikasının oluşturulmasını istiyor. Türkiye'de son yıllarda kadın bedeni üzerinden 'soy sürme veya soy kırma' politikalarına açıktan prim veren konuşmaların varlığı, toplumsal barış ve kadın özgürlük kazanımlarına dönük kaygıları da gündeme taşıyor. Refah-Yol hükümeti zamanında hükümete sunulan, 'artışın bu biçimde sürmesi halinde Kürt nüfusunun 2025'te Türklere eşit olacağı, 2050'de ise Türk nüfusunu geçeceği' yönüdeki MGK raporundan sonra artan bu tür demeç ve bildiriler, Türkiye'nin tehlikeli bir toplumsal eşikte olduğu yorumlarınıda güçlendirdi. Son günlerde kamuoyunda tartışmalara yol açan Başbakan Erdoğan'ın 'en az üç çocuk doğurun' çağrısının da dinsel faktörler dışında benzer bir iç kaygıdan beslenme ihtimaline vurgu yapılırken, geçen ay İzmir'de görülen bir dava soy-doğum-kadın arasındaki ataerkil tasarrufu yeniden gündeme getirdi. Kadın bedenini çocuk doğurma mekanizmasına indirgeyen ataerkil zihniyetin bu çıplak yansımaları kadın özgürlük kazanımlarının da ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğunu gösterdi. Buduncular davası İlki İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi'nde 19 Mart'ta görülen, ikinci duruşması 2 Haziran 2008 tarihine ertelenen davanın konusunu 'Toplumcu, Buduncu Düşünce Derneği'nin 2006 Mayısı'nda 'Kürt Nüfus Artışı Durdurulsun!'çağrısıyla imzaya açtığı ve dağıttığı metin oluşturuyor. 'Ey Türk kadını ve erkeği uyuma! Sen azalıyorsun Kürtler çoğalıyor. Türkçülük için bir çocuk daha yap. Çünkü sen azalıyorsun, hainler, kapkaççılar, uyuşturucu satıcıları çoğalıyor, biz Arap ve Batı kültürü arasında sıkışan Türk insanına kendisini yeniden sevmeyi öğrenecek tek yolun ta kendisiyiz. Biz Kürt ve Çingene çetelerine ve yobazlara hak ettiği cevabı verecek Türkçü, toplumcu buduncularıyız' biçiminde ifadelerin yer aldığı metinle Kürt ve Roman nüfusunun kontrol altına alınmasını isteyen Buduncular Derneği, soykırım tartışmalarını yeniden gündeme taşırken, kadın bedeninin kontrol altına alınması talebiyle ırkçılık ilişkisini de apaçık ortaya koydu. İlgili bildiriden kaygı duyan barış, insan hakları ve demokrasi savunucusu farklı etnik kökenlerden bir grup İzmirli kadın ve erkeğin başvurusu sonucu açılan davanın ilk duruşması ise, ırkçılığın meşrulaşmasını sağlayan düşünüş biçimindeki absürdlüğü gözler önüne serdi. 'Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama' suçundan ve Dernekler Kanunu'na muhalefetten dernek ve yöneticileri hakkında açılan dava, 'teklik' anlayışının kabul gördüğü Türkiye'de özel bir yere sahip olduğunu daha ilk günden gösterdi. Nazi iktidarının ilk yıllarında Yahudi nüfusunun azaltılması ve Alman nüfusunun arttırılmasına dönük politika ve hedeflerinden feyz alan Türkçü Buduncu Derneği'nin soykırım ya da soy kontrol düşüncesi için esas nesne olarak kadını ele aldığı da ilgili bildiride ilk dikkat çeken husus oldu. Öteden beri 'Bedenimiz bizimdir' sloganıyla önemli mücadeleler yürüten ve kimi başarılar elde eden feminist kazanımların tersyüz edilme girişimi olarak değerlendirilen bildiriyle ilgili davaya Nezahat Paşa Bayraktar, Semra Uzunok, Abdulhadi Çetin, Şenay Tavuz, Canan Uçar, Zeki Gül, Nursel Aslan, Orhan Ayhan, Ayşe Şen, Günseli Kaya, Hacay Yılmaz, Mizgin Irgat, Nursel Aslan, Gülçiçek Güner, Naif Bektaş, Avrupa Çingene Hakları Merkezi Vakfı ve Helsinki Yurttaşlar Derneği müdahil olurken, henüz hiçbir feminist örgüt müdahil olma talebinde bulunmadı. Soykırımın ön adımları Toplumcu Buduncu Düşünce Derneği Başkanı Rıfat Cenk Tozkoparan'ın, bildiride geçen görüşleri tekrarladığı ilk duruşma milliyetçilik ve cinsiyetçilik değerlerinin eleştirildiği bir platform görevi gördü. Duruşmada evli ve iki çocuk babası Cenk Tozkoparan söylemlerinin dernek tüzüğüne uyumlu olduğunu belirtirken, derneklerini 7 Temmuz 2007'de feshettiklerini de belirtti. Duruşmada Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan herkesi Türk olarak tanımlayan, Türkiye'nin üniter ve laik yapısının saldırı altında olduğunu savunan Tozkoparan, ifadeleriyle mahkemede de ırkçılık yapmayı sürdürdü. Kürtlerin amacının Türkiye'yi Kürtleştirmek olduğunu iddia eden Tozkoparan, 'Tabii Kürtlerin sayısı artınca mafyalaşma da başlıyor. Göç ettikleri yerlerde mafyalaşmış haldeler. Bütün işler nerdeyse onların tekelinde. Bana kalırsa tek amaçları Kürt sayısını arttırıp Türklerden intikam almak olan bir Kürt'ten devlet bu vergiyi alamaz' dedi. Cinsiyetçi-ırkçı söylem ve taleplerini düşünce özgürlüğü sınırlarında değerlendiren Tozkoparan, 'Geçtiğimiz yıllarda belki hatırlarsınız devletin doğum kontrol uygulamasında olanları. Doğum kontrol hapları çiçeklere gübre, prezervatifler çocuklara oyuncak olmuştu. Bana kalırsa sonuç alınamayacak nafile bir uygulama olur. Devlet başka çözüm yolları aramalı' sözleriyle de devleti Kürt nüfusunun azaltılmasında daha etkin formüller aramaya davet etti. Atatürk döneminde Bölge'deki isyanların sert bir biçimde bastırılmasının ardından üniter yapıyı rahatsız etmeyecek şekilde Kürtlerin Anadolu'ya ve Batı'ya doğru serpiştirilip, göç ettirildiğini de sözlerine ekleyen Tozkoparan, 'Bu çoğunluğun (Türkleri kastederek) azınlık durumuna düşmemesi için... Kürt nüfusun artışının durdurulmasını devlete bir öneri olarak sunduk. Bunu Anayasa'daki ifade özgürlüğümüzü kullanarak sivil toplum örgütü olarak sunduk' dedi. Tozkoparan'ın ifadesinde en çok absürd olan diğer söylem ise Türkler dışındaki etnik yapıların nüfus artışının durdurulması talebini selfdeterminasyon (Kendi kaderini tayin hakkı) prensibine bağlaması oldu. Tozkoparan'ın mahkemede verdiği ilginç ifadeler, Türk Nazi grubunun düşünceleriyle paralellik arzediyor. Türk nasyonal sosyalistlerinin 'Bugün Türk ulusunu bekleyen en büyük tehlike hızla artan Kürt nüfusudur. Kürtler 5-6 olan çocuk ortalamalarıyla refah seviyemizi düşürdükleri gibi ulusal varlığımızı da tehlikeye atıyorlar. Batı illerine gelen 5-6 hatta 7 çocuk ortalamasına sahip Kürtler hızla kolonileşiyor. Kapkaç, hırsızlık, kadınlara sarkıntılık, cinsel taciz, tecavüz suçları yaygınlaşıyor. Kavga çıkartıp kavgalara gruplar halinde giriyorlar. En ufak bir tartışmada Türklere karşı birbirlerini tutuyorlar. İşlerimizi elimizden alıyorlar. Adana' dan Antalya' ya kadar olan şehirlerimiz şimdiden elden çıktı ve Güneydoğu şehirlerini andırıyor. Bu duruma son vermek için bir şeyler yapmak şart' sözleri ise geçen hafta Akdeniz Üniversitesi'ndeki provokasyonda açığa çıkan yaklaşımların nereden beslendiğini de gösteriyor. Türkçü Buduncu dernek başkanı ve Türk Nazileri, Kürtlerle ilgili çözüm için devlete şimdilik iki yol öneriyorlar. 'Devlet Kürtlere zorunlu doğum kontrolü uygulasın ve tersine zorunlu göç politikası oluştursun.' Müdahiller şok oldu İzmir'de görülen ilginç davada ırkçılık ve cinsiyetçilik yaklaşımlarının mahkemede açıkça savunulmasına en çok şaşıran ise başvurucular oldu. Davaya ırkçılığa duydukları ortak tepkiyle müdahil olan davacılar, özellikle Tozkoparan'ın büyük rahatlıkla yaptıkları işi savunmasına tepki gösterdiler. Mahkemede, durumun Nazi'lerin iktidarı ele alışıyla birlikte Almanya'da bir arada yaşayan Yahudilerin, Romanların ve Almanların birbirlerine kırdırılması sürecini çağrıştırdığını kaydeden davacı Günseli Kaya, 'Kadının doğuracağı çocuk sayısı kadının kendi bedeni üzerindeki denetiminden başka bir güce bağlı olamaz. Bu etnik kökeni ve ulusal aidiyeti ne olursa olsun bütün kadınlar için böyledir. Buduncularsa yaptığı eylemlerde 'Kürt nüfusu durdurulsun' talebiyle devletten Kürt kökenli kadınların doğurganlığı üzerinde denetim istemektedirler. Bu Türk milletinin başka ulusal aidiyetler üzerindeki kadın haklarının feda edilmesi ve hiçe sayılmasıdır ve ayrımcılığın ta kendisidir' dedi. Türkiye'nin yüzleşilememiş tarihinin de gündeme geldiği mahkemede Semra Uzunok'un ifadesi, ırkçılık kurbanı acı hik‰yeleri gün yüzüne çıkardı. Sosyalist bir Boşnak olduğunu ve bildiriyi okuyunca dehşete düştüğünü anlatan Uzunok, 'Ben Boşnak olarak soykırıma uğramış bir ulusun ferdiyim. Tarihsel olarak da Sivas olayında sağ kurtulanlardan birisiyim. Bu bildiriler Sivas olayında dağıtılan bildirilerle benzerlik gösteriyor' dedi. Müdahillerden Şenay Tavuz ise söz konusu bildirinin ve çağrılarda yer alan ifadelerin Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ne de aykırı olduğunu bildirirken, 'Ne yazık ki her dönemde Başbakanlık düzeyinde dahi kadınların doğurganlığı tartışmaya açılıp erkek egemen sistemin denetimi altına sokulmaya çalışılmıştır' dedi. Canan Uçar, 'Kürtlerden kitle veya kütle gibi bahsederken, benim aklıma bu serpiştirme sırasında kaybettiğimiz büyükanne, büyük babalarımız geldi. Bu zihniyetin yaptığı Ermeni tehcirinde yitirdiğim anneannem aklıma geldi' diyen Avukat Canan Uçar ise, 'Kendini ait hissetmekte zorlanan bir Kürt nüfusun olduğu açıktır, ayrıca bundan önce 28 kere de itiraz etmiştir. Son itirazında kendi halkıyla 25 yıldır devam eden mücadelede devlet 5 milyon Kürt halkını 'Terörle mücadele' adı altında yerinden söküp atıp metropollere sunarken hiçbir sosyal projede üretmemiştir. Bunların açtığı yaraları da bu ırkçı-kafataşçı zihniyetle çözümleyemeyiz. Benim Kürt, kadın, Alevi kimliklerim incinmiştir' dedi. Davada müdahillerin avukatı Murat Dinçer ise, ırkçı bir anlayışla karşı karşıya olunduğunu belirterek, 'Derneği kurma sebepleri Türk olmayan unsurların ve grupların Türkiye'de çoğalmalarını engellemek ve belki de uzun vadede onları yok etmektir, bu nedenle yaptıkları iş soykırım değilse de soykırım kışkırtıcılığıdır' dedi.