Kürdistan: Şeyh Said'le birlikte Saraykapı Cezaevi'nde kalan 'küçük' isyancı, ilk kez DİHA'da DİYARBAKIR (DİHA) - Elazığ'ın Palu İlçesi'nde 13 Şubat 1925 tarihinde başlayan Şeyh Sait isyanı, kısa sürede Muş ve Diyarbakır'a yayıldı. İsyan Diyarbakır'a ulaştığında henüz 5 yaşında olan Hediye Akyıldırım'ın babası Ali Bey de isyana dahil olmuştu. Ali Bey, Diyarbakır'ın Hani İlçesi'nde 'Eliyê Feti' olarak tanınıyordu. Eşi Sıddıka, kızları Hediye, Saniye, Zehra ve oğlu Mahmut'u geride bırakarak, Şeyh Sait'in saflarında mücadeleye katılmıştı. Diyarbakır'ın Hani İlçesi'nde yaşayan Akyıldırım, şuan 87 yaşında. Dönemin 'minik' tanığı Hediye nine, yıllar sonra sessizliğini bozdu ve 'anlatacaklarım gelecek kuşaklara taşınsın' deyip DİHA'ya konuştu. Babası isyana katıldığında Hani'nin Deregel Mahallesi'nde annesi ve kardeşleri ile yaşayan Hediye Akyıldırım'ın yaşamı, bir gece evlerine müfrezelerin düzenlediği baskınla değişiyor. Bu değişiklik, cezaevinden Kayseri'ye uzanan bir sürgünün öyküsünün de başlangıcı olarak Akyıldırım'ın hafızasına kazınıyor. Akyıldırım'ın anlattığına göre, kardeşleri ve annesi ile derin uykuda olduğu bir kış gecesi yüzlerce müfreze evlerine baskın düzenliyor. Gece çocuklar yalınayak, pijamalı bir şekilde anneleri ile birlikte Hani'de bir askeri birliğe götürülüyor. Açlık, sürgün ve sefaletin kapısı da böylece aralanmış oluyor. 5 yaşında Saraykapısı Cezaevi'nde Bir gün burada tutulduktan sonra Hediye Akyıldırım ile kardeşleri ve annesi ve karakolda tutulan onlarca kişi kamyonlarla Diyarbakır'ın Suriçi Semti'nde bulunan ve şuan müzeye dönüştürülen Saraykapı Cezaevi'ne getiriliyor. Henüz 5 yaşında bir çocuk olan Hediye Akyıldırım'ın cezaevi ile ilk tanışması böyle başlıyor. Akyıldırım tarihi bir belge niteliği taşıyan o günleri şu şekilde anlatıyor: "Saraykapısı Cezaevi'ne götürdüklerinde üzerimizde geceliklerimiz vardı. İçeri girdiğimizde bizi kocaman bir koğuşa aldılar. Koğuşta yüzlerce kişi vardı. Tam hatırlamıyorum 500 kişi bile olabilir. Etraf buz gibiydi. Soğuktan ben ve kardeşlerim titriyorduk. Annem çaresizdi. Üzerimize örtebileceğimiz bir örtü bile yoktu. Bütün kadın ve çocukları bizim olduğumuz koğuşta tutuyorlardı. Aç, susuzduk. Giysilerimizi bile değiştiremiyorduk. Hatta bir damla su bulamıyorduk ki, ellerimizi yıkayalım." Kardeşi açlıktan ve soğuktan öldü Akyıldırım'ın henüz çocuk yaşında tanıştığı cezaevi, onun hayatına sadece açlık, soğuk olarak girmiyor. 4 yaşındaki kardeşi Saniye annesinin kucağında açlıktan ve soğuktan can veriyor. Akyıldırım o anı, "Annem koğuşun duvarına vurdu, askerler geldi. Kardeşimi annemin kucağından alıp götürdüler. Ben çocuk olduğum için onlarla birlikte gittim. Askerler gözlerimin önünde küçük bir çukur açıp kardeşimi içine koydular. Ne yıkadılar ne de kefenlediler" diyerek anlatıyor. Akyıldırım, "Şimdi Diyarbakır'a gitsen kardeşinin mezarının yerini bulabilir misin?" diye sorduğumuzda ise gözyaşlarına boğuluyor ve "Ne mezarı. Mezar yoktu ki. Çukur açıp gömdüler içine" diyerek yanıtlıyor. Şeyh Sait'le ilk tanışma Akyıldırım, resmi görüşe göre, 'dini', Kürt çevrelere göre ise 'Kürt isyanı' olarak nitelenen ve babasının da destek verdiği isyanın liderini yani Şeyh Sait'i de ilk defa Saraykapısı Cezaevi'nde görüyor. Akyıldırım, hafızasında 91 yıl önceki gibi tazeliğini koruyan Şeyh Sait'i şöyle anlatıyor: "Şeyh Sait'i ilk defa, avluda kurulan mahkemede gördüm. Aynı cezaevindeydik. Kardeşim çok ağladığı için ben onu kucağıma alarak annemin yanına götürdüm. O sırada avludaki mahkemeyi de izledim. Tam olarak hatırlamıyorum ama Şeyh Sait'in üzerinde, ceket, şalvar ve sarık vardı. Dimdik duruyordu. O sırada isyana katılanlardan biri de Hani'de kadılık yapan Salih Bey'di. Salih Bey de mahkeme salonundaydı. En öndeydi. Mahkeme Başkanı Şeyh Sait'e "Sao sen misin. Sen misin Türkiye Cumhuriyeti'ne kafa tutan?" diye sordu. Salih Bey, Şeyh Sait'in konuşmasına fırsat vermeden atıldı ve mahkeme başkanına "Dilin dönmüyor mu Sait diyesin. O değil, benim TC'ye kafa tutan. O hiç bir şey yapmadı" dedi. Mahkeme başkanı sustu. Şeyh Sait'i ilk ve son kez orada gördüm. Annemin aktardıklarına göre Şeyh Sait de arkadaşları da mahkemede Türkçe konuşuyorlardı." Öldürülme korkusu… Akyıldırım kardeşini kaybettiği Saraykapısı Cezaevi'nden tam bir yıl sonra yani 6 yaşına geldiğinde çıkabiliyor. Akyıldırım ve aynı koğuşta kalan yüzlerce kişi bir sabah kapılarına dayanan askerler tarafından tekrar kamyonlara bindiriliyor. Bu kez yolculuk Şanlıurfa'nın Birecik İlçesi yakınlarından geçen Fırat Nehri'nin kenarına... Belirsizlikle başlayan yolculuğa Fırat Nehri'nin kıyısında ölüm korkusu ekleniyor. Akyıldırım'ın anlattığına göre, askerler sadece kadın ve çocuklardan oluşan yüzlerce kişiyi Fırat Nehri'ne atması için oradaki görevlilere emir veriyor. Akyıldırım yaşananları şöyle aktarıyor: "Yerde sadece kum vardı. Ne ağaç, ne de bir ot parçası. Bizi orada bırakıp gittiler. Onlarca kadın ve çocuktuk. O zaman askerlerin oradaki görevlilere 'Bunları suya atın' dediklerini öğrendik. 3 gün boyunca bu korkuyla yaşadık. Her an her dakika bizi ne zaman suya atacaklar diye bekliyorduk. Yakınımızda Urfalı ağalar vardı. Sonradan öğrendiğime göre, bu ağalar Ankara'ya telgraf çekip, 'Eğer bu masum insanları nehre atarsanız, bizde Kürdüz. Böyle bir şeyi asla kabul etmeyiz. Hepimiz Şeyh Sait isyanına katılıp silah alırız' demişler. Bunun üzerine Ankara'dan emir geldi ve bizi sallara bindirip suyun karşı tarafına geçirdiler." Ve sürgün başlıyor Akyıldırım'a göre Ankara'dan gelen telgrafla yüzlerce kadın ve çocuk tekrar kamyonlara bindiriliyor ve yine belirsiz bir yolculuk başlıyor. İlk durakları Gaziantep oluyor. Sonra Niğde… Ve Akyıldırım'ın isimlerini hatırlamadığı iller. 6 ay süren yolculuğun son durağı ise Kayseri oluyor. Akyıldırım, annesi ve kardeşleri ile yola çıkan bazı aileler yol üstündeki illere bırakılırken, Akyıldırım ve yakınları da Kayseri'nin Bahçebaşı Mahallesi'ne getiriliyor. Burada eski bir Ermeni evine yerleştirildiklerini anlatan Akyıldırım, "Ben, annem ve kardeşlerim 3 odalı bir eve yerleştirildik. Evin bir odasının her tarafı açıktı. Rüzgar soğuk olduğu gibi içerideydi. Bir de o zaman kıştı. Soğuktan titriyorduk. Komşularımızın hepsi Türktü. Ama hiçbiri bize kötü davranmadı. Bize yiyecek, kap kaçak verdiler. Birkaç ay içerisinde artık bir evimiz, biraz da eşyamız vardı" dedi. Sıddıka hanım ve çocuklarının artık başını sokabilecekleri bir evi vardı. Ama geçimlerini sağlamak için paraya ihtiyaçları vardı. Akyıldırım annesi Sıdıka Hanım'ın geçimlerini sağlamak için geceleri çorap ördüğünü, gündüzleri ise yün eğirdiğini söylüyor. Diğer kardeş ve baba da ölüyor Kayseri'deki derme çatma Ermeni evinde, kardeşleri Zehra, Abdullah ve annesi ile yaşayan Hediye Akyıldırım, diğer kardeşini de kaybediyor. Kardeşinin ölüm nedenini "Doktor çok korkmuş. Korkudan öldü" diye açıklasa da tam olarak bilmiyor. Akyıldırım, "Zehra 12 yaşındaydı. Kurtaramadık. Onu da kaybettik. Annem ve çevredeki komşuların yardımıyla, yıkayıp kefenledik ve defnettik" diyerek anlatıyor. İlerlemiş yaşına rağmen Akyıldırım'ın tek isteği Kayseri'ye gidip kardeşinin mezarını bulabilmek. 6 yıllık sürgün bitiyor Sürgünün acısına eklenen 2. kardeşin ölümünden sonra bu kez Şeyh Sait isyanına katılan Akyıldırım'ın babası Ali Bey yakalanıyor ve kafası kesilerek idam ediliyor. "Babamı hiç görmedim. Tanımıyorum. Çünkü ben doğduğumdan beri mücadelenin içindeydi. Annemin anlattığına göre iyi bir insandı" diyen Akyıldırım, sonrasında yaşananları şöyle anlatıyor: "Annem yıkılmıştı. 6 yıl Kayseri'nin Bahçebaşı Mahallesi'nde kaldıktan sonra Türkçe'yi de öğrenmiştik. Biraz da birikmiş paramız vardı. Annem bir gün bizi alarak Adana'ya getirdi. Adana'da bir hafta kaldık. Bu süre içinde tarla bahçe işlerinde çalıştık. Bir gün ben ve bizim Fatma isimli bir akraba vardı, Adana'da yürürken onun Hani'den tanıdığı bir müfettişle karşılaştık. Biraz konuştuktan sonra müfettiş bize Hani'ye dönmemiz için yardım edebileceğini söyledi ve bizi belediyeye gönderdi. O müfettişin emriyle bize araba verildi ve Hani'ye döndük." Gelecek nesillere aktarılmalı Kayseri'deki 6 yıllık sürgünün ardından 12 yaşında bir gece uykusundan uyandırılarak, koparıldığı topraklarına dönen Akyıldırım, bir süre sonra evleniyor. Şu an 4 çocuk ve sayısını bilmediği kadar torun sahibi olan Akyıldırım, annesinin ölümünden sonra yapayalnız kaldığı kardeşi Abdullah'ı da 6-7 yıl önce kaybetmiş. Türkiye'nin tarihinde önemli bir yere olan isyanın tanığı Akyıldırım'ın isteği, anlattıklarının gelecek nesillere aktarılması. (Fotoğraf: Perihan KAYA)

0 Yorum: