Kürt Tehciri ve Bulaşıcı Hastalıklar – 1916* ALİ HAYDAR KOÇ Birinci dünya savaşında ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklar, büyük sayıda insan ölümlerine yol açmıştı. Bu bulaşıcı hastalıklar, birbirleriyle savaşan devletleri çok meşgul etmiş idi. Dokuz ordu ile 1.dünya savaşına katılan Osmanlı devleti, bulaşıcı hastalıklarla basedebilmek için, kendi imkanları ve Almanya’dan aldığı destek ile bulaşıcı hastalıklar ile mücadele ediyordu. Fakat Osmanlı devleti tedavi etme imkanlarını ağırlıklı olarak savaşanlarla sınırlı tutarak hareket etmiş, devletin bu davranışı sivil halkın ihmal edilmesine yol açmıştı. Osmanlılar, bütün imkanlarını seferber etmiş olmalarına rağmen, bulaşıcı hastalıklara karşı başarılı olamamışlardı. Özellikle imparatorluğun doğu sınırlarında bulunan Kürdistan’da ise, İttihatçılar tarafından büyük sorun olarak görülen Kürtler ve Ermeniler arasında yaygınlık gösteren bulaşıcı hastalıklara karşı, tehcir etme yönünde gelişen belli politik çıkarlar dikkate alınarak, önlemler alınmamış ve tam aksine bazı görgü tanıklarının, aktarımlarına göre, bulaşıcı hastalıkların, iki cemaat arasında daha çok yaygınlaşması için çabaların harcandığı yönünde bilgiler mevcuttur. Özellikle tehcir edilen Ermeniler ve Kürtler, göç yollarında kolera, tifüs, veba, frengi, kara çiçek, humma..vs, gibi salgın hastalıklarla, kendi imkanları dahilinde mücadele etmek zorunda idiler. İttihat ve Terraki hükümeti tarafından belli bir siyasi program dahilinde göçertilen Kürt ve Ermeni kafilelerin, birbirlerine salgın hastalıkları bulaştırmaları için, aynı yol güzergahlarından geçişleri sağlanıyordu. Bu konuda genel anlamda çok yönlü arşiv bilgileri mevcuttur. Örneğin; savaş esnasında bölgede bulunan yabancı görgü tanıklarının, sağlık kuruluşlarındaki görevlilerin, subayların ve çeşitli yardım kuruluşlarında çalışanların aktardıkları bilgiler ile İttihatçıların merkez (talimatlar) ve bölge yöneticlerinin birbirlerine karşılıklı olarak çektikleri çokça telgraf ve gizli şifre (Boa’da) mevcuttur. Batılı ve Türk kökenli tarihçiler tarafından salgın hastalıklarla ilgili yapılan araştırmalarda, 1916’dan sonra tehcire tabi tutulan Kürtlerin, zorunlu göç yollarında yakalandıkları bulaşıcı hastalıklardan, çektikleri acılı ölüm olaylarından hiç değinmemektedirler. Kürt olgusu bu anlamda da yapılan tarih incelemelerinde ihmal edilmektedir. Bu yazı da, bu konunun geniş bir araştırma alanını kapsadığını bilmekle birlikte, birinci dünya savaşında İttihat ve Terraki Komitesi tarafından zorunlu göçe tabi tutulan Kürtlerin, Kürdistan’da ve göç yollarında yakalandıkları çeşitli bulaşıcı hastalıklara dair bazı kısa bilgiler aktarmaya çalışacağım. Ermeni tarihçiler, tehcir dönemine ait görgü tanıklarının sözlü/yazılı bilgilerine dayanarak, zengin denilebilecek decerede araştırmalar yaparak, göç yollarında bulaşıcı hastalıklara yakalanan Ermeniler hakkında geniş bilgiler verirken, Kürtlere dair bilgileri araştırmalarının dışında tutmaları ise, oldukça dikkat çeken politik bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk Tarihçiler, 1914-1918 arasında bulaşıcı hastalıklara yakalanan ve ölen Türk nüfus hakkında geniş istatistik bilgiler aktarmakta, savunma tarihçiliği biçiminde Ermeni toplumu hakkında da incelemeler yapmakta, ama Kürt nüfusun bu hastalıklardan nasıl etkilendiğine dair bilgileri de görmezlikten gelmektedirler. Türk tarihçi Hikmet Özdemir „Salgın Hastalıklardan Ölümler“adlı yayında, ABD’li tarihçi Justin McCarthy’ine dayanarak, şu bilgileri aktarmaktadır: „Savaşın başlangıcındaki çatışmaların yapıldığı vilayetlerde, yani, Van, Bitlis, Erzurum Vilayetlerinde, Müslümanların en azından yüzde 40’ı, savaş sonunda ölmüş bulunuyordu..., Şimdi artık, dünyanın, Doğu’daki Müslümanlarının da ne çileler çektiğini ve bu çile çekiminin nasıl bir dehşetli felaket olduğunu gözden geçirmesinin zamanıdır..., akla durgunluk veren sayılarda olarak açlıktan ya da hastalıklardan ölüp gittiler...“ demektedir. Hikmet Özdemir, özellikle İttihatçıların, bulaşıcı hastalıklardan da yararlanarak, Kürt ulusuna karşı izeldikleri yoketme politikalarından ve Kürt kavramından kaçınmakta ve Kürtlerden doğunun müslümanları olarak bahsetmektedir. Kürdistan’ın Van, Bitlis ve Erzurum vilayetlerindeki nüfusun yüzde 40’nin İttihatçı hükümetin talimatları dahilinde yok edildiğine dair konulara ise, hiç değinmemektedir. Örneğin; tehcirin yaşayanı/mağduru olan Garo Sasuni, „Kürt ulusal hareketleri ve 15.yy’dan günümüze Ermeni Kürt ilişkileri” adlı yayında „...Protestan Papazı M’nin görgü şahadetinden bahsedeceğim. Bu tanık Türklerin bu iki halkı yok etme işlerini ne kadar sistematik bir şekilde takip ettiklerini bize apaçık olarak gösteriyor. Bir Ermeni sürgün kervanı çıplak ayak, yırtık elbiselerle bir deri, bir kemik halinde Adana’ya varır. İstanbul’dan onları bir Kürt bölgesine nakletme emri gelir. Kaza reisi bu emri veren makama, oraya varmış olan Ermenilerin tifolu olduklarını ve onları belirtilen bölgeye göndermenin doğru olmayacağını bildirir. Merkez hükümeti ise emrini tekrarlayarak şu ilavede bulunur. Zarar görecek olanlar neticede iki düşman unsur olacaktır“ der. Bu olay bile, İttihat ve Terraki hükümetinin bulaşıcı hastalıklardan da yararlanarak, yok etmeye çalıştığı Kürt ulusuna yönelik planlı-programlı politik tavır ve davranışlarını açık bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Ernst J.Christoffel, „Zwischen Saat und Ernte: Aus der Arbeit der christlichen Blindenmission im Orient, Berlin, 1933“ adlı yayınında „Günlerimiz Tifüs, Dizanteri, Siyah çiçek hastalığı ve frengi hastalıklarıyla mücadele etmekle geçiyor. Mezopotamya şehirlerinde koleradan dolayı insanların öldüğü işitilmekteydi..,1916’ nın yaz aylarında Anadolu’da bulaşıcı hastalıkların tekrar ortaya çıktığını ve bunların birçok insanın ölümüne yol açtığını...“ belirtmektedir. Kürtler için Sivas, Adıyaman, Urfa, Diyarbakır ve Harput’ta 1916’da kurulan geçici kamplarda başlayan bulaşıcı hastalıklar süreci, öncelikle onbinlerce çocuğun ve yetişkinin ölmesine yolaçmıştı. Konya, Yozgat, Kütahya, Burdur, Denizli ve Ankara’daki kamp/İskan yerlerine çok az Kürt ulaşabilmişti. Bulaşıcı hastalıkların toplama kamplarında daha çok yaygınlaştırılması, Osmanlı merkezi hükümetinin, temel politikalarından birini oluşturuyordu. Sonuç olarak, Osmanlı merkezi hükümetinin 1916’dan sonra Kürtlere yönelik soykırım ve tehcir politikalarına bağlı olarak, göç yollarında ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklardan ne kadar Kürdün öldüğü, şimdilik tam olarak bilinmemektedir. *Bu yazı Dema Nu Gazetesinin 11.10. 2007 sayısında yayınlanmıştır

0 Yorum: