Kayıp giden zamanın peşinde nafile bir koşturmaca mı?

Hasan Cemal-Milliyet-Yakın tarihin en büyük askeri operasyonu... 1995'in mart ayı sonları. Türk Silahlı Kuvvetleri 35 bin askerle Kuzey Irak'ta... Hedef, bölgeyi PKK'dan temizlemek... Sabah'ta çalışıyorum. Ben de Uğur Şefkat'le birlikte Diyarbakır'dan emektar Reşo'nun taksisine atlayıp ver elini Kuzey Irak. 29 Mart 1995, ılık, güneşli bir bahar günü. Elimizde, harekâttan sorumlu Kolordu Komutanı Hasan Kundakçı Paşa'nın Silopi'deki karargâhta kendi el yazısıyla yazıp bana verdiği "gerekli kolaylığın gösterilmesi" anlamına gelen bir izin kâğıdı. İstikamet: PKK'nın Kuzey Irak'taki başkenti diye bilinen Darkarajan, Sindi Boğazı... Tanklar, zırhlı kariyerler. Adım başı durduruluyoruz. Kundakçı Paşa'nın kâğıdı her zaman işe yaramıyor. Bir küçük komutan, "Bu Kundakçı Paşa'ysa ben de Mustafa Kemal Paşa'yım" diye atıyor kahkahayı... Dağlara doğru kıvrılıyoruz. Karargâh, Darkarajan'daki bir okulda kurulmuş. Askeri kariyerin içinde 1500 metre yükseklikteki Sindi Boğazı'na tırmanıyoruz. Burası PKK'nın en önemli kamplarından ve Türkiye'ye sızma noktalarından biri. 300 kilometrelik Irak sınırı boyunca İran'a, Kandil Dağları'na kadar uzanan PKK kamplarını sayıyor, anlatıyor komutan. Kuzey Irak'ta ne kadar kalacaklarını soruyorum. Komutanın yanıtı: "Bu siyasi bir soru, cevabı bana ait değil. Kuzey Irak büyük bir alan. Askeri, tespih tanesi gibi yan yana dizmeye kalkışsan da bu alanı kolay kontrol edemezsin. Ancak kritik noktalarını tutman şart, hatta hayati. Cudi'de eylem yapıyor, sonra buraya kaçıveriyor. Buradan kamyonla terörist sevk edebiliyor. Üç dört boğaz var ki, buraları PKK'nın can damarları. Buraları tuttun mu, yine terörist gönderebilir Türkiye'ye. Ama bu sefer katır sırtında ikmal yapar, kamyonla değil. O zaman da dört beş kişiyi ancak iki gün doyurabilir. PKK'nın bu can damarlarını kestik mi, onu içeride boğmak daha kolaylaşır." Soruyorum: "1992 yılı sonbaharında Kuzey Irak'ta yine büyük bir operasyon yapılmıştı. PKK kampları dağıtılmış, Barzani-Talabani işbirliğiyle PKK sızmalarına karşı kalıcı bir düzen getirilmek istenmişti. Ancak bu düzen yürümedi. Sonraki yıllarda PKK yeniden yerleşti buralara. Operasyon bir bakıma boşa gitti. Yine aynı şeyin olmaması için ne yapmak gerekiyor?" Komutan yanıtlıyor: "Şimdi arı kovanına çomak soktuk. Panik içinde dağıldılar. Toparlanmaları zaman alır. Geçen sefer de böyle olmuş, toparlanmaları zaman almıştı. Üç beş ay sonra yine toparlanabilirler. Sonra bomba yağdırsan da olmuyor. Can damarlarını kesmen lazım. İçeride onları boğmak için bundan sonra da buraları, bazı kritik boğaz ve yerleri sıkı tutmakta sonsuz fayda var. Ve zamanından önce de çıkmayalım." Aradan 13 yıl geçmiş. Ordu yine Kuzey Irak'ta... PKK'yı kovalıyor. Kısırdöngü kırılacak mı? Bu soru hâlâ geçerli. Bakın 13 yıl önce, Reşo'nun taksisiyle Kuzey Irak'ta turladıktan sonra Diyarbakır'da zamanın Olağanüstü Hal Valisi Ünal Erkan'la görüşmüş, ertesi günü de 1 Nisan 1995 tarihli yazıma tırnak içinde şu başlığı koymuştum: "Apo'nun tepesindeyken demokrasi paketini de çıkaralım!" Ünal Erkan şöyle demişti: "Apo'nun tepesindeyken, PKK'yı önüne katmış kovalarken, bu psikolojik ortamda ne yapacaksan yapacaksın. Demokrasi paketi mi, demokratikleşme paketi mi, bu havadan istifade neyse çıkaracaksın." Ben de şöyle yazmıştım: "Şiddet ve teröre karşı, PKK'ya karşı haklı mücadele devam ederken, demokratik standartları yükseltecek adımlar, Türkiye'nin elini içeride ve dışarıda güçlendirir. Böylece, buralarda kelle koltukta vatan görevi yapanların çabaları da boşa gitmez. Cizre çarşısının içinde bir evin duvarına kargacık burgacık yazmışlar, "Gözyaşı istemiyoruz!" diye. Kim ister ki? Güzelim bir bahar sabahı insanın aklına şiddet ve nefret değil, ancak barış ve sevgi gelebiliyor." 13 yıl önceki satırlar... Değişen ne var?.. Yoksa, kayıp giden zamanın peşinde nafile bir koşturmaca mı?.. İyi pazarlar!

0 Yorum: