Vahşete karşı bir direniş ruhu: 14 Temmuz 1982

mahkemedortler14tm

Ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten, ezilen ve sömürülen tüm halkların mücadele tarihlerinde her döneme damgasını vuran önemli olaylar ve eylemler vardır. Kürt Özgürlük Hareketi'nin de tarihine damgasını vuran eylem ve olaylar yaşanmıştır. Bu eylem ve olgular arasında büyük Enternasyonalist Devrimci Haki Karer'in katledilmesi, önemli tarihsel bir yer tutar. İmha ve inkarın önüne geçmek isteyen özgürlük mücadelesini halkla bütünleştirme çalışmaları yürüten Karer'in katledilmesi, özgürlük mücadelesinin partileşmesi sonucunu doğurmuş, bir halkı ve tarihini yeniden yeşerterek yok olmasının önüne geçmiştir.
Kürt Özgürlük Hareketi, Karer'den sonra tarihsel önem taşıyan eylem ve olayları 12 Eylül askeri cunta rejimi ile birlikte Diyarbakır Zindanı'nda yaşamıştır. Özgürlük Hareketi'nin ideolojik, örgütsel, siyasal, eylemsel gelişmelerinin önüne geçemeyen faşist gerici güçler, emperyalizmin de desteğini arkasına alarak 12 Eylül askeri darbesi ile Özgürlük Hareketi'ni ve yeniden dirilen Kürt halkını dirilmemecesine tarihin karanlık sayfalarına gömmek istediler. Büyük bir şiddet, işkence ve ezme politikası uygulayarak halkı sindirmeye çalışan 12 Eylül rejimi, bütün faşist saldırı ve şiddetine rağmen yok edemediği Özgürlük Hareketi'ni eylül vahşeti ile zindanlara doldurduğu devrimci, yurtsever tutsakların şahsında bitirmek istiyordu.
12 Eylül rejimi, bütün gücüyle önüne geçip bastıramadığı PKK'nin yükselişini Diyarbakır Zindanı'nda PKK öncü kadroları şahsında bitirmek istiyordu. Bunun için vahşetin tüm yol ve yöntemlerine başvuruyordu. Yok olmakla karşı karşıya kalan bir halkı tekrar dirilten, yürek ve beyinlerde yeşerten hareketin öncü kadroları yok edilecekti. Yürek ve beyinlerde filizlenen Kürt ve Kürdistan, beyin ve yüreklerden temizlenecekti. Beyinlerdeki o duygu ve düşüncelerin yerine tamamen egemen ve milliyetçiliği temel alan düşünceler doldurulacaktı.

dortler14temmuz


Tertemiz duygularla donatılmış yüreklere ırkçılık aşılanmak isteniyordu. Onun için de ne gerekiyorsa yapılıyordu. Amed Zindanı'nda sadece Özgürlük Hareketi'nin öncü kadroları değil, her yurtsever Türkiye'nin en büyük düşmanı idi. Kürt denen bir şeyin olmadığı, herkesin Türk olduğu söyleniyordu. Kürt ve Kürdistan kavramları en tehlikeli kavramlardı. Bu kavramları unutturmak ve bir daha hatırlanmaması için sadece kaba işkence yöntemleri uygulanmıyordu. Zorla insanlar birbirine tecavüz ettiriliyor, tutuklular aylarca aç susuz çırılçıplak dondurucu soğuk havada betonda, içi insan pisliği ile dolu hücrelerde yatırılıyor, insan pisliği ve çiğ fare yediriliyor, insanlar çırılçıplak soyulup yere yatırılarak ağzına işeniyor, kusan kişiye kusmuğu yediriliyor, makata cop sokuluyor, vücutlarda sigara söndürülüyor, binlerce kaynatılmış yumurta çıplak bedenlerde soğutuluyor, sıcak kızartılmış yağla vücutlar dağlanıyor, tursil ve sabunlu su içiriliyor, aylarca tutuklular ayakta bekletip uykusuz bırakılıyordu.
Bu uygulamalarla tutsaklar sadece fiziki olarak teslim alınmak istenmiyordu. Bir yandan insanlık dışı yöntemler uygulanarak tamamen teslim alınmış, sindirilmiş, kişiliksizleştirilmiş insan özellikleri yaratılmak isteniyordu. Günün 24 saati uygulanan bu vahşetin yanısıra ırkçı marşlar eşliğinde sabahtan akşama kadar askeri eğitim veriliyor, Türklük ve ırkçılık ile ilgili marşlar okutuluyordu. Ayakta bekletilerek eğitimler yaptırılıyordu. İnsanlara reva görülmemesi gereken ve bir devlet için utanç sayılacak bu uygulamaların dayatılmasının bir amacı vardı. Kürt olmamız ve Kürt kimliği ile yaşamak istememiz. Kendi kimliğimize, dilimize sahip çıkmak, onun için mücadele etmek devlete karşı en büyük suç sayılıyordu. Tarihte hiçbir zaman insanlar kendi kimlikleri ile yaşamak istedikleri için Diyarbakır Cezaevi'nde uygulanan vahşet gibi bir uygulamaya tabi tutulmamışlardır. Bütün tutsaklara 'Türküm, Türk doğdum, Türk olarak öleceğim' dedirtebilmek için gece-gündüz işkenceler gerçekleştiriliyordu. Esat Oktay Yıldıray, 'Size öyle şeyler yapacağım ki değil örgüte ve ailenize, kendinize bile bir faydanız olmayacak. Hiçbiriniz elimden sağ kurtulmayacaksınız. Kıbrıs savaşında nasıl ki rakımı yudumlayarak Rum kadınlarının göğüslerini kasatura ile doğradıysam sizleri de aynı uygulamalardan geçireceğim' diyordu. Ki o Esat Oktay'ın en çok zevk aldığı şey, insanlar işkence görürken bu işkence seanslarını izlemesiydi. Kan kusan insanları izlerken korkunç kahkahalar atar, bakışlarına kin ve düşmanlık yerleşirdi. Bize yapılan işkenceler onun için yaşam kaynağıydı. Diyarbakır Zindanı'nda yapılmak istenen, tutsakların şahsında Özgürlük Hareketi ve mücadelesinin tasfiye edilmesiydi. Bu uygulamalar sürerken tutsakların dünya ile hiçbir bağlantıları yoktu. Aileleri ile dahi görüştürülmüyorlardı. İnsanın yüreğinde, beyninde ve fiziğinde büyük izler bırakan bütün bu vahşet uygulamaları, Kürtlere karşı uygulanan bir devlet politikası olarak gerçekleşiyordu.

mazlum_dogan2


Tarihte eşi ve benzeri görülmemiş bu vahşet, karşısında yine tarihte eşi benzeri bulunmayan bir direniş gördü. Mazlum Doğan 1982 yılı 21 Mart Newroz gecesi üç kibrit çöpüyle direniş meşalesini yaktı. Ardından Ferhat Kurtay, Necmi Önen, Mahmut Zengin, Eşref Anyık bedenlerini ateşe vererek meşaleyi yere düşürmediler. Ardından Kemal Pir, Hayri Durmuş, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz öncülüğünde yüzlerce PKK kadrosu ve sempatizanı siyasal ve ulusal kimliklerini korumak için bir deri kemik çıplak bedenleri ile aylara ve yıllara yayılan vahşete karşı 14 Temmuz 1982'de ölüm orucuna başladı. Direnişçilerin insanlık ve devrimci değerleri korumak için çıplak bedenleri ile direnmekten başka bir silahları yoktu. Ölüm orucu ve zindan direnişinin önder kadroları Mazlum, Hayri, Kemallerdi. Ki onlar yaşamları ve duruşları ile örnektiler. Mücadele ve halka olan bağlılıkları hiçbir bireysel kaygıya girmeden, ikirciliği yaşamadan net bir duruş sergilemeleri sonucunu doğuruyor, hiçbir zaman düşmana karşı siyasal kimlikleri, kişilikleri ve onurlarından taviz vermiyorlardı.
Tek düşünceleri, vahşete karşı mücadeleyi, değerleri nasıl koruyup yoldaşlarına sahip çıkabilecekleri arayışıydı. Bütün düşünce ve yoğunlaşmaları partiyi kurma, halkın değerlerine sahip çıkıp örgütlülüğü ayakta tutmaktı. En büyük arayış ve çabaları düşmanın bütün işkence ve engellemelerine rağmen birkaç sözcükle de olsa sömürgeci mahkemelerde Özgürlük Hareketi'nin öncülüğünü yapabilmek ve Kürt halkını savunabilmekti. Birileri kendini bir tas çorbaya satıp düşmanla işbirliği yaparak tutsakları ihanete çekebilmek düşüncesi ile kıvranırken Hayri ve Kemal'ler en yüce değerleri ve yoldaşlarını bu ihanete karşı korumak için, Özgürlük Hareketi'nin sürekliliği ve devamı için dünyanın hiçbir yerinde gerçekleşmemiş bir direniş ortaya koydular.

14temmuz-mahkeme2


Diyarbakır Zindanı'nda tutsakları vahşete karşı ayakta tutup, direnişlerini anlamlı kılan tek bir şey vardı. O da Hayri ve Kemallerin şahsında yaşamlaştırılan, tüm vahşete rağmen tutsakların yüreğinde silinmemecesine kök salan devrimci ruhtu. Devrimci ruhun yenemeyeceği hiçbir şey yoktu. İnsanın yüreğinde bir iğne ucu kadar dahi o ruh varsa, ya da vücudunda bir damla devrimci kanı varsa, o insanın koşulları ne olursa olsun yenip aşamayacağı hiçbir zorluk yoktu. Devrimci ruh vahşetin en büyük düşmanı ve karşı koyuş gücü idi. Diyarbakır Zindanı'nda bir saniyenin dahi işkencesiz geçmediği gün yoktu. Ama Kürt Halk Önderi'nin felsefesini yaşam tarzı haline getiren ve pratiğini her alanında yaşamsallaştıran Kemal Pir ve Hayri Durmuş'ların yoldaşlık ilişkileri, yoldaşlık sevgisi düşmanın uygulamaları karşısında tutsakları ayakta tutuyordu.
Kemal ve Hayrilerin olduğu yerde birlik, örgütlülük, değerlere sahip çıkma, birbirini koruma anlayışı hakimdi. Kemal arkadaşın bir seslenişi, bir davranışı dahi aylarca, yıllarca insanı ayakta tutabiliyordu. Onun olduğu yerde umutlar sürekli canlı, mücadele örgütlüydü. Kemal arkadaşın olduğu yerde insan kendisini dünyanın en güçlü insanı hissederdi. Bu hem inanç, hem duygu, hem direniş boyutuyla böyleydi. Esat Oktay'ın dahi tek korkusu Kemal'di. Kemal Pir onunla konuştuğunda kimi tutuklulara yaptığı gibi göz göze gelmeyi istemezdi. Kafasını eğer yere bakardı. Esat Oktay'ın en büyük rüyası Kemal'i bitirmekti. Ama Kemal'le konuşmaya ancak içki içtikten sonra cesaret edebiliyordu. Kemal varsa ya da Kemal'in olduğu yerde en güçlü insan sendin. Sanki arkanda dünyanın en güçlü ordusu, en direnişçi halkı varmış gibi hissederdin. Onlar direnişlerin en büyük manevi gücüydü. Sanmıyorum ki dünyanın hiçbir yerinde özgürlük mücadelesi yürüten hareketlerin önder kadroları Kürt Özgürlük Hareketi'nin öncü kadroları Hayri, Mazlum, Kemal Pir gibi vahşi işkencelerden geçtiler. Onları teslim almak için uygulanmayan hiçbir insanlık dışı yöntem kalmamıştı. Düşmanın tüm amacı ve düşüncesi onları teslim almaktı. Onları teslim almak Özgürlük Hareketi'ni teslim almaktı. Özgürlük Hareketi'ni teslim almak ise sıfırdan başlayıp filizlenen Kürt halkını yeniden betona gömmekti.
Hayri, Mazlum, Kemallerin yoldaşlık ve arkadaşlık ilişkileri dikkat çekiciydi. Hep insanı imrendirirdi. Bir bakışta karşıdakinin ne demek istediğini algılayan, anlam veren, sade ve içten tarzları vardı. Birbirlerine son derece saygılı, resmi ama bir o kadar da rahat ve sadeydiler. Onlarda biçim diye bir şey yoktu. Herkesin kolayca ulaşamayacağı bir özelliğe sahiptiler. Doğrusu bugün bile insan o günlerin canlı yoldaşlığına özlem duyuyor. O günleri yaşamak istiyor. Vahşet döneminde yaşanan o ilişkiler insanların benliğinde, yüreğinde silinmemecesine kök saldı. Yıllar sonra her hatırlayışımda o ilişkilerin özlemini çekerim...

14temmuzSB



Hayri, Kemal ölüm orucuna yatarken dahi tek bir amaçları vardı. O düşünce hareketi ve hareketin yarattığı değerleri korumak ve kalıcılaştırmak düşüncesiydi. Ölüm orucunun temel iki gerekçesi vardı. Birisi özgürlük mücadelesi ve Kürdistan tarihini mahkemelerde yazılı savunmalarla yapmak, ikincisi Diyarbakır Zindanı'nda dayatılan ihanet politikasını durdurup boşa çıkarmaktı. Onlar ölüme giderken dahi tüm düşünceleri, duyguları Özgürlük Hareketi, önderlik çizgisi, halkın çıkarlarını koruma ve yaşamsallaştırmaktı. Önderliğe ve değerlere bağlılıkta net ve ikirciksizdiler. Koşullar ne olursa olsun her şart altında tek amaçları vardı: Uğrunda yola çıktıkları davayı kalıcılaştırmak ve değerlere sahip çıkmaktı. İnanç ve umutta güçlü oldukları kadar bağlılık, fedakarlık, cesarette de bir o kadar güçlü ve yüceydiler. Bu ve benzeri özellikler onların en temel özellikleriydi. Onlar hangi koşul altında olursa olsun değerlerden, önderlikten söz ederken hep heyecan yaratırlardı. Özellikle Kemal arkadaş, Abdullah arkadaş diye konuşmaya başladığında insan sanki o anda devrim olacakmış gibi bir duyguya kapılırdı. Yani o kadar güçlü anlatırdı ki insanın kendisini kaptırmaması mümkün değildi.
Hayri, Kemal, Ali ve Akiflerin öncülüğünde gelişen ölüm orucu mücadeleyi hem yüceltti, hem de büyüttü. Ölüm orucundan sonra ilk kez mücadele ve Kürt halkının tarihi yazılı olarak mahkeme kayıtlarına girerek tarihe mal edildi. Direnişle düşmanın Diyarbakır'da uyguladığı vahşet politikası yerle bir edildi. Belki tarihte ilk kez Kürtlerin direniş tarihi, egemen güçlerin vahşet politikalarını deşifre ederek geriletti. Kürdün ihanete giden tarihi, ters-yüz edilerek yeni bir direniş sayfası açıldı. Ama buna rağmen onlar, 'mezar taşlarımıza borçlu yazın' diyerek sonsuzluğa göç ettiler. Bu tarih ve direniş unutulmamalı. Unutulduğu zaman tarihin bize kılavuz kıldığı rotayı kaybetmiş oluruz. Sadece 14 Temmuzlarda değil günün 24 saatini 14 Temmuz ruhuyla yaşamalıyız. 14 Temmuz direniş ve mücadele ruhudur. 14 Temmuz'un bize bıraktığı en büyük miras budur. YILMAZ SEZGİN

8 Yorum:

Anonymous said...

:) bunları yiyen sazanlar varmıdır dijital teröristler :)))))

Anonymous said...

Oğuz Han adıyla da bildiğimiz Mete Han, gecesini gündüzünü katarak çalışıyor, Hun Türkleri'nin devleti gittikçe güçleniyordu. Ancak ne var ki, komşuları olan Çinliler Türklerin kuvvetlenmesinden kuşkulanmaya başlamışlardı.

Mete Han'la savaşmak için sebep arayan Çin Hükümdarı; günün birinde bir elçi göndererek O'nun çok sevdiği atını istetti. Eski Türklerde devleti ilgilendiren böyle önemli konulara hakan kendi başına karar vermediği için Mete Han hemen Kurultay'ı topladı. Durumu görüşen Kurultay, atın düşmana verilmemesi görüşündeydi.Ancak, Mete Han konuyla ilgili olarak söz aldı ve şunları söyledi:

"- İstenilen bu at bana aittir. Kendime ait bir mal için milletimi savaşa sürükleyemem. Atım milletim için feda olsun!"

At, Çin'den gelen elçiye teslim edildi ve gönderildi.

Ancak, Mete Han!ın bu hareketi düşmanın cür'etini arttırmıştı: Yeni bir elçi göndererek Mete Han'ın hizmetinde bulunan ve O'nun çok önem verdiği kadınlarından birini istediler.

Durum Kurultay'da görüşüldü ve kadının gönderilmemesi şeklinde bir karar oluştu. Son olarak Mete Han söz aldı ve şunları söyledi:

"- Evet, bu kadın benim için çok değerlidir ama, milletim için feda etmekten çekinmeme doğru olmaz. Kendi menfaatim için savaşı göze almak milletin kaderiyle oynamaktır. Atım gibi onu da milletime feda ediyorum!"

Artık Çinliler iyice şımarmışlardı. Mutlaka bir savaş sebebi bulmak ve daha fazla güçlenmeden Hun Türklerini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Elçilerini tekrar gönderdiler ve bu defa, iki ülke arasında bulunan bir toprak parçasını istediler.

Mete Hankonuyu Kurultay'a getirdi. Durum görüşüldü ama bu defa farklı bir karar çıktı: Daha önce Mete Han'a mahçup olan Kurultay üyeleri, "verimsiz bir toprak parçasını düşmana vermekten ne çıkar" görüşünü benimsediler.

Bunun üzerine Mete Han ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:

"- Ey gün görmüş ihtiyarlar! Şimdiye kadar düşman tarafından istenen şeyler nefsime aitti. Şimdi istedikleri toprak parçası ise milletimize aittir ve vatanımızın bir parçasıdır. Söyler misiniz, kimin malını kime veriyoruz? Artık savaş kaçınılmaz olmuştur. Herkes bunu böylece bilsin ve hazırlığını yapsın!"

Kurultay üyeleri Mete Han'a bir defa daha mahçup olmuşlardı. Hemen hazırlıklara girişildi. Mete Han, kısa zamanda toplanan ve savaşa hazır hale gelen ordusuna şöyle seslendi:

"- Vatanı için her an ölmeye hazır olan kahramanlarım! Artık düşmana verilecek bir şeyimiz kalmadı. Şimdi onlara oklarımızla, kargılarımızla ve kılıçlarımızla cevap vereceğiz. İl Beyleri, Boy Beyleri, askerlerim! Hedefiniz Çin ülkesidir; haydi, yürüyün!.."

Bu, Mete Han'ın kurduğu dünyanın ilk düzenli ordusunun ilk büyük seferiydi. Bu sefer, adına ve kumandanına yakışır bir şekilde zaferle sonuçlandı. Çok geçmeden Mete Han'ın daha önce Çin'e gönderdiği atı ve kadını da kurtarıldı.

Anonymous said...

Oğuz Han adıyla da bildiğimiz Mete Han, gecesini gündüzünü katarak çalışıyor, Hun Türkleri'nin devleti gittikçe güçleniyordu. Ancak ne var ki, komşuları olan Çinliler Türklerin kuvvetlenmesinden kuşkulanmaya başlamışlardı.

Mete Han'la savaşmak için sebep arayan Çin Hükümdarı; günün birinde bir elçi göndererek O'nun çok sevdiği atını istetti. Eski Türklerde devleti ilgilendiren böyle önemli konulara hakan kendi başına karar vermediği için Mete Han hemen Kurultay'ı topladı. Durumu görüşen Kurultay, atın düşmana verilmemesi görüşündeydi.Ancak, Mete Han konuyla ilgili olarak söz aldı ve şunları söyledi:

"- İstenilen bu at bana aittir. Kendime ait bir mal için milletimi savaşa sürükleyemem. Atım milletim için feda olsun!"

At, Çin'den gelen elçiye teslim edildi ve gönderildi.

Ancak, Mete Han!ın bu hareketi düşmanın cür'etini arttırmıştı: Yeni bir elçi göndererek Mete Han'ın hizmetinde bulunan ve O'nun çok önem verdiği kadınlarından birini istediler.

Durum Kurultay'da görüşüldü ve kadının gönderilmemesi şeklinde bir karar oluştu. Son olarak Mete Han söz aldı ve şunları söyledi:

"- Evet, bu kadın benim için çok değerlidir ama, milletim için feda etmekten çekinmeme doğru olmaz. Kendi menfaatim için savaşı göze almak milletin kaderiyle oynamaktır. Atım gibi onu da milletime feda ediyorum!"

Artık Çinliler iyice şımarmışlardı. Mutlaka bir savaş sebebi bulmak ve daha fazla güçlenmeden Hun Türklerini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Elçilerini tekrar gönderdiler ve bu defa, iki ülke arasında bulunan bir toprak parçasını istediler.

Mete Hankonuyu Kurultay'a getirdi. Durum görüşüldü ama bu defa farklı bir karar çıktı: Daha önce Mete Han'a mahçup olan Kurultay üyeleri, "verimsiz bir toprak parçasını düşmana vermekten ne çıkar" görüşünü benimsediler.

Bunun üzerine Mete Han ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:

"- Ey gün görmüş ihtiyarlar! Şimdiye kadar düşman tarafından istenen şeyler nefsime aitti. Şimdi istedikleri toprak parçası ise milletimize aittir ve vatanımızın bir parçasıdır. Söyler misiniz, kimin malını kime veriyoruz? Artık savaş kaçınılmaz olmuştur. Herkes bunu böylece bilsin ve hazırlığını yapsın!"

Kurultay üyeleri Mete Han'a bir defa daha mahçup olmuşlardı. Hemen hazırlıklara girişildi. Mete Han, kısa zamanda toplanan ve savaşa hazır hale gelen ordusuna şöyle seslendi:

"- Vatanı için her an ölmeye hazır olan kahramanlarım! Artık düşmana verilecek bir şeyimiz kalmadı. Şimdi onlara oklarımızla, kargılarımızla ve kılıçlarımızla cevap vereceğiz. İl Beyleri, Boy Beyleri, askerlerim! Hedefiniz Çin ülkesidir; haydi, yürüyün!.."

Bu, Mete Han'ın kurduğu dünyanın ilk düzenli ordusunun ilk büyük seferiydi. Bu sefer, adına ve kumandanına yakışır bir şekilde zaferle sonuçlandı. Çok geçmeden Mete Han'ın daha önce Çin'e gönderdiği atı ve kadını da kurtarıldı.

Anonymous said...

Oğuz Han adıyla da bildiğimiz Mete Han, gecesini gündüzünü katarak çalışıyor, Hun Türkleri'nin devleti gittikçe güçleniyordu. Ancak ne var ki, komşuları olan Çinliler Türklerin kuvvetlenmesinden kuşkulanmaya başlamışlardı.

Mete Han'la savaşmak için sebep arayan Çin Hükümdarı; günün birinde bir elçi göndererek O'nun çok sevdiği atını istetti. Eski Türklerde devleti ilgilendiren böyle önemli konulara hakan kendi başına karar vermediği için Mete Han hemen Kurultay'ı topladı. Durumu görüşen Kurultay, atın düşmana verilmemesi görüşündeydi.Ancak, Mete Han konuyla ilgili olarak söz aldı ve şunları söyledi:

"- İstenilen bu at bana aittir. Kendime ait bir mal için milletimi savaşa sürükleyemem. Atım milletim için feda olsun!"

At, Çin'den gelen elçiye teslim edildi ve gönderildi.

Ancak, Mete Han!ın bu hareketi düşmanın cür'etini arttırmıştı: Yeni bir elçi göndererek Mete Han'ın hizmetinde bulunan ve O'nun çok önem verdiği kadınlarından birini istediler.

Durum Kurultay'da görüşüldü ve kadının gönderilmemesi şeklinde bir karar oluştu. Son olarak Mete Han söz aldı ve şunları söyledi:

"- Evet, bu kadın benim için çok değerlidir ama, milletim için feda etmekten çekinmeme doğru olmaz. Kendi menfaatim için savaşı göze almak milletin kaderiyle oynamaktır. Atım gibi onu da milletime feda ediyorum!"

Artık Çinliler iyice şımarmışlardı. Mutlaka bir savaş sebebi bulmak ve daha fazla güçlenmeden Hun Türklerini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Elçilerini tekrar gönderdiler ve bu defa, iki ülke arasında bulunan bir toprak parçasını istediler.

Mete Hankonuyu Kurultay'a getirdi. Durum görüşüldü ama bu defa farklı bir karar çıktı: Daha önce Mete Han'a mahçup olan Kurultay üyeleri, "verimsiz bir toprak parçasını düşmana vermekten ne çıkar" görüşünü benimsediler.

Bunun üzerine Mete Han ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:

"- Ey gün görmüş ihtiyarlar! Şimdiye kadar düşman tarafından istenen şeyler nefsime aitti. Şimdi istedikleri toprak parçası ise milletimize aittir ve vatanımızın bir parçasıdır. Söyler misiniz, kimin malını kime veriyoruz? Artık savaş kaçınılmaz olmuştur. Herkes bunu böylece bilsin ve hazırlığını yapsın!"

Kurultay üyeleri Mete Han'a bir defa daha mahçup olmuşlardı. Hemen hazırlıklara girişildi. Mete Han, kısa zamanda toplanan ve savaşa hazır hale gelen ordusuna şöyle seslendi:

"- Vatanı için her an ölmeye hazır olan kahramanlarım! Artık düşmana verilecek bir şeyimiz kalmadı. Şimdi onlara oklarımızla, kargılarımızla ve kılıçlarımızla cevap vereceğiz. İl Beyleri, Boy Beyleri, askerlerim! Hedefiniz Çin ülkesidir; haydi, yürüyün!.."

Bu, Mete Han'ın kurduğu dünyanın ilk düzenli ordusunun ilk büyük seferiydi. Bu sefer, adına ve kumandanına yakışır bir şekilde zaferle sonuçlandı. Çok geçmeden Mete Han'ın daha önce Çin'e gönderdiği atı ve kadını da kurtarıldı.

Anonymous said...

Oğuz Han adıyla da bildiğimiz Mete Han, gecesini gündüzünü katarak çalışıyor, Hun Türkleri'nin devleti gittikçe güçleniyordu. Ancak ne var ki, komşuları olan Çinliler Türklerin kuvvetlenmesinden kuşkulanmaya başlamışlardı.

Mete Han'la savaşmak için sebep arayan Çin Hükümdarı; günün birinde bir elçi göndererek O'nun çok sevdiği atını istetti. Eski Türklerde devleti ilgilendiren böyle önemli konulara hakan kendi başına karar vermediği için Mete Han hemen Kurultay'ı topladı. Durumu görüşen Kurultay, atın düşmana verilmemesi görüşündeydi.Ancak, Mete Han konuyla ilgili olarak söz aldı ve şunları söyledi:

"- İstenilen bu at bana aittir. Kendime ait bir mal için milletimi savaşa sürükleyemem. Atım milletim için feda olsun!"

At, Çin'den gelen elçiye teslim edildi ve gönderildi.

Ancak, Mete Han!ın bu hareketi düşmanın cür'etini arttırmıştı: Yeni bir elçi göndererek Mete Han'ın hizmetinde bulunan ve O'nun çok önem verdiği kadınlarından birini istediler.

Durum Kurultay'da görüşüldü ve kadının gönderilmemesi şeklinde bir karar oluştu. Son olarak Mete Han söz aldı ve şunları söyledi:

"- Evet, bu kadın benim için çok değerlidir ama, milletim için feda etmekten çekinmeme doğru olmaz. Kendi menfaatim için savaşı göze almak milletin kaderiyle oynamaktır. Atım gibi onu da milletime feda ediyorum!"

Artık Çinliler iyice şımarmışlardı. Mutlaka bir savaş sebebi bulmak ve daha fazla güçlenmeden Hun Türklerini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Elçilerini tekrar gönderdiler ve bu defa, iki ülke arasında bulunan bir toprak parçasını istediler.

Mete Hankonuyu Kurultay'a getirdi. Durum görüşüldü ama bu defa farklı bir karar çıktı: Daha önce Mete Han'a mahçup olan Kurultay üyeleri, "verimsiz bir toprak parçasını düşmana vermekten ne çıkar" görüşünü benimsediler.

Bunun üzerine Mete Han ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:

"- Ey gün görmüş ihtiyarlar! Şimdiye kadar düşman tarafından istenen şeyler nefsime aitti. Şimdi istedikleri toprak parçası ise milletimize aittir ve vatanımızın bir parçasıdır. Söyler misiniz, kimin malını kime veriyoruz? Artık savaş kaçınılmaz olmuştur. Herkes bunu böylece bilsin ve hazırlığını yapsın!"

Kurultay üyeleri Mete Han'a bir defa daha mahçup olmuşlardı. Hemen hazırlıklara girişildi. Mete Han, kısa zamanda toplanan ve savaşa hazır hale gelen ordusuna şöyle seslendi:

"- Vatanı için her an ölmeye hazır olan kahramanlarım! Artık düşmana verilecek bir şeyimiz kalmadı. Şimdi onlara oklarımızla, kargılarımızla ve kılıçlarımızla cevap vereceğiz. İl Beyleri, Boy Beyleri, askerlerim! Hedefiniz Çin ülkesidir; haydi, yürüyün!.."

Bu, Mete Han'ın kurduğu dünyanın ilk düzenli ordusunun ilk büyük seferiydi. Bu sefer, adına ve kumandanına yakışır bir şekilde zaferle sonuçlandı. Çok geçmeden Mete Han'ın daha önce Çin'e gönderdiği atı ve kadını da kurtarıldı.

Anonymous said...

Oğuz Han adıyla da bildiğimiz Mete Han, gecesini gündüzünü katarak çalışıyor, Hun Türkleri'nin devleti gittikçe güçleniyordu. Ancak ne var ki, komşuları olan Çinliler Türklerin kuvvetlenmesinden kuşkulanmaya başlamışlardı.

Mete Han'la savaşmak için sebep arayan Çin Hükümdarı; günün birinde bir elçi göndererek O'nun çok sevdiği atını istetti. Eski Türklerde devleti ilgilendiren böyle önemli konulara hakan kendi başına karar vermediği için Mete Han hemen Kurultay'ı topladı. Durumu görüşen Kurultay, atın düşmana verilmemesi görüşündeydi.Ancak, Mete Han konuyla ilgili olarak söz aldı ve şunları söyledi:

"- İstenilen bu at bana aittir. Kendime ait bir mal için milletimi savaşa sürükleyemem. Atım milletim için feda olsun!"

At, Çin'den gelen elçiye teslim edildi ve gönderildi.

Ancak, Mete Han!ın bu hareketi düşmanın cür'etini arttırmıştı: Yeni bir elçi göndererek Mete Han'ın hizmetinde bulunan ve O'nun çok önem verdiği kadınlarından birini istediler.

Durum Kurultay'da görüşüldü ve kadının gönderilmemesi şeklinde bir karar oluştu. Son olarak Mete Han söz aldı ve şunları söyledi:

"- Evet, bu kadın benim için çok değerlidir ama, milletim için feda etmekten çekinmeme doğru olmaz. Kendi menfaatim için savaşı göze almak milletin kaderiyle oynamaktır. Atım gibi onu da milletime feda ediyorum!"

Artık Çinliler iyice şımarmışlardı. Mutlaka bir savaş sebebi bulmak ve daha fazla güçlenmeden Hun Türklerini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Elçilerini tekrar gönderdiler ve bu defa, iki ülke arasında bulunan bir toprak parçasını istediler.

Mete Hankonuyu Kurultay'a getirdi. Durum görüşüldü ama bu defa farklı bir karar çıktı: Daha önce Mete Han'a mahçup olan Kurultay üyeleri, "verimsiz bir toprak parçasını düşmana vermekten ne çıkar" görüşünü benimsediler.

Bunun üzerine Mete Han ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:

"- Ey gün görmüş ihtiyarlar! Şimdiye kadar düşman tarafından istenen şeyler nefsime aitti. Şimdi istedikleri toprak parçası ise milletimize aittir ve vatanımızın bir parçasıdır. Söyler misiniz, kimin malını kime veriyoruz? Artık savaş kaçınılmaz olmuştur. Herkes bunu böylece bilsin ve hazırlığını yapsın!"

Kurultay üyeleri Mete Han'a bir defa daha mahçup olmuşlardı. Hemen hazırlıklara girişildi. Mete Han, kısa zamanda toplanan ve savaşa hazır hale gelen ordusuna şöyle seslendi:

"- Vatanı için her an ölmeye hazır olan kahramanlarım! Artık düşmana verilecek bir şeyimiz kalmadı. Şimdi onlara oklarımızla, kargılarımızla ve kılıçlarımızla cevap vereceğiz. İl Beyleri, Boy Beyleri, askerlerim! Hedefiniz Çin ülkesidir; haydi, yürüyün!.."

Bu, Mete Han'ın kurduğu dünyanın ilk düzenli ordusunun ilk büyük seferiydi. Bu sefer, adına ve kumandanına yakışır bir şekilde zaferle sonuçlandı. Çok geçmeden Mete Han'ın daha önce Çin'e gönderdiği atı ve kadını da kurtarıldı.

Anonymous said...

Oğuz Han adıyla da bildiğimiz Mete Han, gecesini gündüzünü katarak çalışıyor, Hun Türkleri'nin devleti gittikçe güçleniyordu. Ancak ne var ki, komşuları olan Çinliler Türklerin kuvvetlenmesinden kuşkulanmaya başlamışlardı.

Mete Han'la savaşmak için sebep arayan Çin Hükümdarı; günün birinde bir elçi göndererek O'nun çok sevdiği atını istetti. Eski Türklerde devleti ilgilendiren böyle önemli konulara hakan kendi başına karar vermediği için Mete Han hemen Kurultay'ı topladı. Durumu görüşen Kurultay, atın düşmana verilmemesi görüşündeydi.Ancak, Mete Han konuyla ilgili olarak söz aldı ve şunları söyledi:

"- İstenilen bu at bana aittir. Kendime ait bir mal için milletimi savaşa sürükleyemem. Atım milletim için feda olsun!"

At, Çin'den gelen elçiye teslim edildi ve gönderildi.

Ancak, Mete Han!ın bu hareketi düşmanın cür'etini arttırmıştı: Yeni bir elçi göndererek Mete Han'ın hizmetinde bulunan ve O'nun çok önem verdiği kadınlarından birini istediler.

Durum Kurultay'da görüşüldü ve kadının gönderilmemesi şeklinde bir karar oluştu. Son olarak Mete Han söz aldı ve şunları söyledi:

"- Evet, bu kadın benim için çok değerlidir ama, milletim için feda etmekten çekinmeme doğru olmaz. Kendi menfaatim için savaşı göze almak milletin kaderiyle oynamaktır. Atım gibi onu da milletime feda ediyorum!"

Artık Çinliler iyice şımarmışlardı. Mutlaka bir savaş sebebi bulmak ve daha fazla güçlenmeden Hun Türklerini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Elçilerini tekrar gönderdiler ve bu defa, iki ülke arasında bulunan bir toprak parçasını istediler.

Mete Hankonuyu Kurultay'a getirdi. Durum görüşüldü ama bu defa farklı bir karar çıktı: Daha önce Mete Han'a mahçup olan Kurultay üyeleri, "verimsiz bir toprak parçasını düşmana vermekten ne çıkar" görüşünü benimsediler.

Bunun üzerine Mete Han ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:

"- Ey gün görmüş ihtiyarlar! Şimdiye kadar düşman tarafından istenen şeyler nefsime aitti. Şimdi istedikleri toprak parçası ise milletimize aittir ve vatanımızın bir parçasıdır. Söyler misiniz, kimin malını kime veriyoruz? Artık savaş kaçınılmaz olmuştur. Herkes bunu böylece bilsin ve hazırlığını yapsın!"

Kurultay üyeleri Mete Han'a bir defa daha mahçup olmuşlardı. Hemen hazırlıklara girişildi. Mete Han, kısa zamanda toplanan ve savaşa hazır hale gelen ordusuna şöyle seslendi:

"- Vatanı için her an ölmeye hazır olan kahramanlarım! Artık düşmana verilecek bir şeyimiz kalmadı. Şimdi onlara oklarımızla, kargılarımızla ve kılıçlarımızla cevap vereceğiz. İl Beyleri, Boy Beyleri, askerlerim! Hedefiniz Çin ülkesidir; haydi, yürüyün!.."

Bu, Mete Han'ın kurduğu dünyanın ilk düzenli ordusunun ilk büyük seferiydi. Bu sefer, adına ve kumandanına yakışır bir şekilde zaferle sonuçlandı. Çok geçmeden Mete Han'ın daha önce Çin'e gönderdiği atı ve kadını da kurtarıldı.

Anonymous said...

Oğuz Han adıyla da bildiğimiz Mete Han, gecesini gündüzünü katarak çalışıyor, Hun Türkleri'nin devleti gittikçe güçleniyordu. Ancak ne var ki, komşuları olan Çinliler Türklerin kuvvetlenmesinden kuşkulanmaya başlamışlardı.

Mete Han'la savaşmak için sebep arayan Çin Hükümdarı; günün birinde bir elçi göndererek O'nun çok sevdiği atını istetti. Eski Türklerde devleti ilgilendiren böyle önemli konulara hakan kendi başına karar vermediği için Mete Han hemen Kurultay'ı topladı. Durumu görüşen Kurultay, atın düşmana verilmemesi görüşündeydi.Ancak, Mete Han konuyla ilgili olarak söz aldı ve şunları söyledi:

"- İstenilen bu at bana aittir. Kendime ait bir mal için milletimi savaşa sürükleyemem. Atım milletim için feda olsun!"

At, Çin'den gelen elçiye teslim edildi ve gönderildi.

Ancak, Mete Han!ın bu hareketi düşmanın cür'etini arttırmıştı: Yeni bir elçi göndererek Mete Han'ın hizmetinde bulunan ve O'nun çok önem verdiği kadınlarından birini istediler.

Durum Kurultay'da görüşüldü ve kadının gönderilmemesi şeklinde bir karar oluştu. Son olarak Mete Han söz aldı ve şunları söyledi:

"- Evet, bu kadın benim için çok değerlidir ama, milletim için feda etmekten çekinmeme doğru olmaz. Kendi menfaatim için savaşı göze almak milletin kaderiyle oynamaktır. Atım gibi onu da milletime feda ediyorum!"

Artık Çinliler iyice şımarmışlardı. Mutlaka bir savaş sebebi bulmak ve daha fazla güçlenmeden Hun Türklerini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Elçilerini tekrar gönderdiler ve bu defa, iki ülke arasında bulunan bir toprak parçasını istediler.

Mete Hankonuyu Kurultay'a getirdi. Durum görüşüldü ama bu defa farklı bir karar çıktı: Daha önce Mete Han'a mahçup olan Kurultay üyeleri, "verimsiz bir toprak parçasını düşmana vermekten ne çıkar" görüşünü benimsediler.

Bunun üzerine Mete Han ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:

"- Ey gün görmüş ihtiyarlar! Şimdiye kadar düşman tarafından istenen şeyler nefsime aitti. Şimdi istedikleri toprak parçası ise milletimize aittir ve vatanımızın bir parçasıdır. Söyler misiniz, kimin malını kime veriyoruz? Artık savaş kaçınılmaz olmuştur. Herkes bunu böylece bilsin ve hazırlığını yapsın!"

Kurultay üyeleri Mete Han'a bir defa daha mahçup olmuşlardı. Hemen hazırlıklara girişildi. Mete Han, kısa zamanda toplanan ve savaşa hazır hale gelen ordusuna şöyle seslendi:

"- Vatanı için her an ölmeye hazır olan kahramanlarım! Artık düşmana verilecek bir şeyimiz kalmadı. Şimdi onlara oklarımızla, kargılarımızla ve kılıçlarımızla cevap vereceğiz. İl Beyleri, Boy Beyleri, askerlerim! Hedefiniz Çin ülkesidir; haydi, yürüyün!.."

Bu, Mete Han'ın kurduğu dünyanın ilk düzenli ordusunun ilk büyük seferiydi. Bu sefer, adına ve kumandanına yakışır bir şekilde zaferle sonuçlandı. Çok geçmeden Mete Han'ın daha önce Çin'e gönderdiği atı ve kadını da kurtarıldı.